İmam…


Tartışmaların yangın gibi büyüdüğü günlere gelip dayanmıştık.Referandumun tozu dumanı arasında görünmez hale ulaşmış, ne yazık ki gitgide artan açlık ve sefalet manzaraları adı bile okunmayan halk güncesi biçiminde akşam sabah önümüze konan üçüncü sayfa haberleri olarak yüreklerimize diziliyordu.Atılan palavralar arasında zaman kazanıp kendisini siyaset dergahına kapatan kahramanımız son bir çare yargıya elini uzatıyor,parayla beslenen yandaşları kavganın sonucuna bakmadan kaderlerini tek adama çaresizce bağlıyorlardı.Vicdandan uzak,sadece hırstan ibaret kalmış bu itikaf süresince imam ve çevresi tuttukları doğruluk orucunu söyledikleri yalanlarla sürdürmüşler;demokratik kuralları kafalarındaki putlara bağlayan kağıttan kaplanlara dönmüşlerdi.Ulu orta söyledikleri her ne söz varsa geri almaları bizleri şaşırtmazdı,aklı başında gezen adamları asıl şaşırtan şey menfaat duasıyla okutulmuş; basiret tutulmasına benzeyen parti körebeliği nedeniyle gözlerini gerçeklere karşı bu denli kapamalarıydı.Tepeden tırnağa töreden yaratılmış hurafe dağına tırmanan göçerlerdi artık onlar.Zirveye her ulaştıklarında sırtlarındaki yükle yeniden aşağıya yuvarlanan, sözlerine sahip çıkamamış, güce muhtaç iktidar yorgunları…

Hukuka karşı açılan savaşı siyaset üzerinden yürütürken kahramanımız ve yandaşları kafa sayılarına güvenerek yargıda reform başlattıklarını iddia ediyorlardı.Sanırım milletvekili koltukları kadar akla sahip olmayan siyaset esnafı kendilerine ayrılan sürenin dolduğunun farkında değillerdi.Makamlara halk desteğiyle sahip çıkanların düştükleri güç sanrısına olanca hızıyla kapılmışlardı.O hep anlattığım gönüllü sürgünlük haliydi yaşadıkları. Tutuldukları fikrin cazibesinden kendilerinden geçmiş, inatları yüzünden son kullanma tarihlerinin gitgide geciktiği bir yol ayrımına gelip dayanmışlardı.Bayat makyajlardan ibaret fikirleri anayasa değişiklikleri biçiminde arz etme uyanıkları bitiyordu artık.

Bu hikayede bize ayrılan görevse görmek istediklerimizi değil;kendimize dönük gerçekleri yazmaktan bile öte, göremediklerimizi sezmek değil miydi?Olgulardan ders çıkarmak gibi bir işle dertlenmeyen Türk yapımı toplumsal akıl ödünç alınmış garabetleri tekrar tekrar yaşamaktan haz alıyordu sanki. Perde önünde gölge oyunu sahneleyenlerin perde arkasındakilere göre iplerini ayarlamalarına yarayan varlık-yokluk savaşıydı belki de tüm bunlar.Haklının haksıza galip gelemediği,avuç içi kadar sese hakim olanın sürekli masa hakeminin yardımıyla üstün sayılmasıydı.Olmayacak duaya amin demenin sonuna gelmiştik.Herbirimiz yattığımız gaflet uykusundan bir biçimde uyanacak ya kabuslarımıza günaydın diyecek ya da…Vicdan ve akıl tatildeyken yaşamak ne zor; yazmaktan beter bir işmiş.

Yorum bırakın