Yıllar önce TRT 2’de “Alacakaranlık Kuşağı” adı altında korku-gerilim kısa film türlerini yayınlayan ABD yapımı bir program vardı.Zamanın özel TV kıtlığında geceyarısına değin o programı bekler biraz endişe biraz merakla izlerdik.Kim bilebilirdi yıllar sonra bu tür programların best-seller kitaplara, top-box filmlere öncülük edeceğini?
Sırayı karıştırabilirim ama tüm hikayeye Harry Potter serisinin sinemaya çevrilmesiyle adım atıldı.Ardından Peter Jackson “Yüzüklerin Efendisi’ni” beyazperdeye getirdi.Sanki sisli dağlar ardından apansızın bir dev uyanmış hayal perisinin yaşadığı berrak düşler ormanını tehdit etmeye başlamıştı.2005 yılında “Alacakaranlık” ile Stephenie Meyer çılgınlığı kitlelere yayıldı.TV dizisi “Lost” ile “Narnia Günlükleri’ni” bu örneklere ekleyebiliriz.Gizem edebiyatını tepe noktasına ulaştıran ise Dan Brown’nın yazdığı “Da Vinci Şifresi” oldu…
Yukarıdaki örnekler:Vampirlerin,kurt adamların,hobitlerin,tarikatların,seri katillerin,garip silahlı pejmurde avcıların, büyücülerin,kilise ile karanlık ilişkiler ağlarının,elflerin… fantastik ve mistik öğelerle karıştırılarak ilmek ilmek örüldüğü gerçeküstünü kristalize eden popüler sanat ürünleriydi.İyi ile kötünün çeşitli kılıklar altında sürüp giden kozmik çatışması popüler edebiyat kullanılarak estetize edilmiş idi. Gelelim bu ürünleri talep eden sokaktaki insanın ruh haline.Bilinçaltının kurmaca dünyası gerçek hayatın kanayan yaralarına merhem olmaya çalışıyordu aslında.
Mistisize edilmiş hayal ürünleri toplumun hızla bireyleşmesi ile çıkmaz sokağı andıran yalnızlıklara boğulmuş insanın varoluşunu gidermek çabasındaydı.Yaşadığı çevrede kendisine ait olan her ne varsa yabancısı kalmış,öznesi olması gerektiği oyunun seyircisi olmaktan bile çekinen yeni bir “Orta Dünya” insanını anlatıyordu.
Yeni Dünya Düzeni’nin yarattığı tüketim çılgınlığının ürünü sayabileceğimiz yeni insanı “homo-victimus” adıyla anabiliriz.Yukarıda bahsi geçen edebiyat ve sinema örneklerinin bu denli tutulmasına:Acımasız bir toplumsal düzende ezilen,kurbanlık sıfatını canavarlaşıp savaşlar yaratarak gideren,saplantılı bir ruh haline sahip,cinsiyetsiz bir türün yayılması açısından bakılabilir.
“Homo-victimus” hayatındaki ezberlerine sıkı sıkıya bağlı,rasyonel davranışları hedef edinmiş gibi görünen ama bilinçaltındaki saplantılarının esiri olmuş,vicdani özürlerini ustaca gizleyen,inanç ağacının meyve düşmanı sayılabilir. Gerçeklerin berrak dünyasından kaçıp gizemlerin sahte sanrılarına sığınmış ve uyuşturucuya meftun ruh haliyle günlük hayatını idare etmeye çalışan gelişmemiş bir tür bana kalırsa.Cinselliğini bile içgüdülerinden uzaklaşıp unutan; aşkını,dinini,inancını para ile tahvil edebilen her dem duygusuz şehir insanı.
Aslında “Alacakaranlık Kuşağı’nın” kan kokan beşeri ürünleri modern hayatın çilesini işaret etmektedir.Doğadan uzaklaştıkça mutsuz olan, kendisine olan inancı kaybettikçe mistik öğelere sarılan yalnız insanın çilesini…Hayal ürünlerinin gerçeğin yerini almasıyla Apple şirketinin Iphone ürününü satın almak için geceyarısında kuyruğa girenler elleriyle yarattıkları hapishanede gönüllü sürgün içerisindeler.
Ama başka bir hayat mümkün.Umutla,emekle,el ele verilerek yeni bir dünya kurabiliriz.Bunun içinde mevcut durumumuz üzerinde düşünmemiz gerekir.Farkında olmanın yarattığı fikir ışığı kendisini sürekli kurban addeden bilinçaltımızın karanlık koridorlarını aydınlatacaktır.İşte o zaman “Alacakaranlık Kuşağı” ndan kurtulup yeniden Stenbeck’i,Sait Faik’i, Dostoyevsk’iyi, Yaşar Kemal’i,Cootze’yi okuyabileceğiz.Akira Kurosawa filmleri yepyeni bir dünyanın ışıklı tabelaları olacaklar.Yoksa gerçeği yanlış yerde mi arıyorum?