Devlet Krizi…

Cumhurbaşkanı ile Hükümet arasında soğuk rüzgarlar esiyor.Ya da şöyle diyelim Bakanlar Kurulu üyelerinin bir kısmı Tayyip Erdoğan ile anlaşmazlık içerisinde.Oysa Ak Partili seçmenler için Cumhurbaşkanı partinin kurucusu,ebedi genel başkanı ve tek adam.Abdullah Gül,Bülent Arınç gibi diğer kurucu isimler özgül ağırlığa sahip olsalar da hitabet yeteneği ve kitleler üzerindeki gücü ile Erdoğan partinin yıldızı.Başkan olma yarışında O ve muhalefet arasında geçeceği şimdiden belli olan Genel Seçim süresince Ak Parti’de yaşanan ayrışmayı iyi tahlil etmek gerek.Kamu ekonomisinde rant tükenince kılıçlar daha hızlı çekilecek gibi.Seçim sonuçları ise siyasetin geleceğini kestirmede benzersiz kamuoyu yoklaması halini alacak.

Tayyip Erdoğan’ın gücü nereden geliyor?

1-Diğer siyasetçiler ile arasında farkı yaratan en önemli özellik kendisinin siyasete girdiğinden bu yana edindiği muazzam servet.Paranın getirdiği güç Türk toplumunda kapıları ardına kadar açıyor.Onun döneminde Yolsuzluklar devlet politikası olarak kabul edilip kamu ihalelerinin en geçerli ögesi durumuna geldi.Havuz herkese ulaştıkça patronluk o kadar ilerledi.
2-ABD ve Küresel Güçlerin uzun süredir devam eden desteği.İşleri bitene kadar Erdoğan ismi Batılılar için kendilerine en uygun siyasi figür.Ak Parti ise onlar açısından küresel bir truva atı.Bu arada diğer adayları da yoklamıyor değiller.Batı’ya karşı çakma siyasi taarruzlar buralarda geçer akçe ancak oralardaki uyanıklar bu numaraları yemiyorlar.
3-Orta sınıf zayıflıyor.Bunun karşılığında muhafazakar değerler her alanda ön plana çıkarılıyor.Bilinçli yapılan bu tercih Yeşil Kuşak Teorisi ve 12 Eylül Darbesi’nin istenmeyen çocuğu oldu.Cumhuriyet karşıtları Rabıta,Katar,petro-dolarlar ile yerel yönetimlerden başlayıp halkı arkalarına alarak adım adım merkezi iktidara uzandılar.
4-Muhalefet iktidarın türevi gibi.Olumsuz her eleştirinin mayasını muhalefetin değişmeyen siyaset anlayışında görebiliriz.Erdoğan ve Ak Parti kurmayları ise toplumun nabzını ölçmede çok başarılılar.
5-Hukuk diye bir kaygısı yok Cumhurbaşkanı’nın.Anayasa kitapçığı kendisi için Haşim Kılıç’ın şahsında şekillenen,mahkeme duvarına benzeyen ve aşılması gereken bir engel teşkil ediyor.
6-Muhafazakarlığın seçim ve para kazanmada en geçerli yol olduğunu anlamış pratik bir insan.Arapça söylenen bir kaç kelam halkın üzerinde büyük tesir bırakıyor.
7-Enerjik ve çalışkan.Durmak yok yola devam derken bir yandan da Başkanlık Sarayı’nın kiremitlerini istediği renkte adamlarına satın aldıracak kadar detay sever.
8-Tayyip Erdoğan’ı Erdoğan yapan bizleriz aslında.Bizim kadar uyanık,bizim kadar manevracı ve bizim kadar temiz aslında Cumhurbaşkanı.Toprağımızdan çıkan bu çömlek ile benzer kumaşlardan dokulu memleketin karma resim sergisi sanki.

Pravda…

Sabahtan bu yana elektrik kesintisi yağmur gibi yağdı üzerimize.Ardından Çağlayan Adliyesi’nde savcının rehin alınması olayı geldi.İşin garip tarafı Başbakanlığın konu ile ilgili yayın yasağı getirmesi.Pravda zihniyeti nedeniyle bilgi kirliliğine daha da yer açılmış oldu.Üretmeyen ekonominin yönetemeyen siyaseti günlük hayata işte böyle yansıyor.

Üretime değinmişken Türk ekonomisi 2014 yılının tamamında %2.9 oranında büyüdü.Tarım küçülen sektörler arasında.Son çeyrekte inşaat üretimi %2 gerilemiş.Ortalama %1 nüfus artış hızını hesaba katarsanız cari fiyatlarla GSMH artışı 2015 tamamında küçülme yönüne işaret ediyor.

Şimdi biraz komplo teorisi konularına girelim.Dün,Türkiye’nin yarı-başkanı Slovakya’da yandaşlarına miting düzenlerken kendisinin İran hakkındaki açıklamalarından sonra komşu ülkenin istihbarat hamlesinin etkilerini bugün tecrübe ettik.Elektrik kesintileri ve Adliye’deki rehin alma olayı İran devletinin Cumhurbaşkanı’na hafif tertip uyarısı olamaz mı?

Siyasilerimiz yakın zamana kadar ülkelerini Ortadoğu’da oyun kurucu güç olarak tarif ediyorlardı.Yaklaşık iki ay kadar önce IŞİD tehlikesi nedeniyle Süleyman Şah’tan pılımızı pırtımızı toplayarak kaçtık.Aynı kişilerden bugün yaşananları analiz edecek akıl ve sağduyuyu bekleyemeyiz.Sebebi ise tek adamın Başkan seçilme ihtirasının başedilemez şehvetsi yanı.

Türkiye daralmayla birlikte yüksek enflasyon sürecine yaklaşıyor.Bir sene sonra fiyatların akılalmaz derecede arttığını göreceğiz.Paramız aynı dönemde büyük değer kaybına uğrayacak.Ekonomik istikrar bozuldukça siyasi istikrarın üzerine kibrit suyu dökülecek.Seçimlerin ardından tek parti iktidarı sağlansa bile sokak olayları alıp başını gidecek.İç Güvenlik Paketi üzerinde ısrar edilmesinin nedeni işte bu.Fakirlik isyan halini alınca devreye zinde kuvvetler sokulacak.

Balyoz Davası’nda önceden mahkum edilen 236 kişiye beraat kararı verilmesi Cumhurbaşkanı’nın nedamet getirmesinden kaynaklanmıyor.Hukuk kavramı Ergenekon ,Balyoz,İrticayla Mücadele Eylem Planı davalarında ayaklar altına alınmıştı.Aynı dönemde iktidar kimin elindeyse hakim ve savcılar kolluk güçleriyle birlikte onların yanında saf tuttu.Masum insanlar suçsuz yere hapse atıldı,tutuklu yargılandı,ailelerin koparıldı…Şimdi hesap tersine dönmüş durumda.Tayyip Erdoğan çatışma halinin büyük şehirlere yayılmasıyla Sıkıyönetim ilan etmek zorunda kalacak.Bunu sağlamak için EMASYA protokolü değil TSK’nın kurmay gücü ve silahlı desteği gerekiyor.Hesaplanan adım dönemin taktiği gereği askere yaklaşma zamanı.Kıssadan hisse;kendi askerine düşman olan siyasilerden ülkeye de hayır gelmiyor.

Kılıçdaroğlu…

Deniz Baykal’ın istifasının ardından yapılan 33. Olağan Genel Kurultay’da CHP delegeleri yeni genel başkanını seçti.O isim Kemal Kılıçdaroğlu…1189 oyla Genel Başkan’lığa getirilen Kılıçdaroğlu,yeni sol,yeni CHP kavramlarının içini dolduracak mı?Bu soruya verilecek cevap hepimiz için merak konusu.Neye muhalefet edildiği bilinemeyen boşa kaybettiğimiz yıllarda toplumdan kopuk bir grup yaşlı siyasetçinin karargahı haline gelen Cumhuriyet Halk Partisi yeniden halka arz edilecek mi?Koltukları sahiplenenler yüzünden yüzyıllık yalnızlık yaşayan CHP seçmeni umduğunu bulabilecek mi?

Gandi Kemal,gülümseyen yüzüyle yeni bir siyaset anlayışının temelini atabilir.Bu istek ise ancak ve ancak zihniyet değişimiyle gerçekleşecek.Delege hesabına dayalı particilik kavramı yönünü halkın isteklerini dikkate alan kitle particiliğine çevirme becerisini gösterirse ülkemiz yeniden çağdaş sol politikalara yelken açabilir. AKP’nin toplumun genelinde yarattığı kutuplaşma tehlikesi bu sayede önlenebilir bana kalırsa.Kılıçdaroğlu, işsizlik ve yoksulluğun iç yakan yaygınlığını gerileten sosyo-ekonomik politikaları hayata geçirdiği takdirde sakin,sessiz kimliğinin aksine gelecek yıllara damgasını vuracak isimler arasında gösteriliyor olacak.

Son 10 yıldır iyiden iyiye kötü yönetilen bir Türkiye iç çatışmalarını sokaklara taşıyan tehlikeli bir tabloyu önümüze seriyor.Savaşın adı ise:Varlık-Yokluk Kavgası’dır.Açlığın çocuk nefeslerinde saf tuttuğu iane usulü ekonomik paylaşım modeli bu sebeple iflas etmiştir. İnsan hayatının tesadüflere terk edildiği Ortadoğu ülkelerine benzeyen bir cemaat toplumu olma tehlikesini orta sınıfı yeniden dirilterek aşabiliriz.Şu anda gerçekçi sol politikalara ne kadar çok ihtiyacımız var.

Türkiye derin bir ekonomik kriz yaşıyor.Bu sarsıntının topluma,hukuka ve siyasete yansımasını son on senedir belirgin bir biçimde görüyoruz.IMF destekli politikalar gelir dağılımını korkunç bir şekilde bozarken kamuya ait varlıkların ucuz biçimde satışına dayanan özelleştirme furyası ile ulaşılan borçlanma oranı kantarın topuzunun kaçtığının işareti. Özellikle,Doğu ve G.Doğu öncelikli olmak üzere tüm Anadolu’da kan ağlayan çiftçimiz, işçimiz, emeklimiz,memurumuz yeni ve umut veren günlerin hasretini çekmekte.İçin için kaynayan kitleler yakaladığı en ufak fırsatta sıkıntılarını şiddet diliyle dışa vurmaya eğilimli.Bu sebeple CHP’deki değişim özünün yakalanabilmesi için sistemli bir yenileşme hareketi elzem.Demokratik bir parti yapılanmasını,yeni fikirlere açıklığı,eleştiriyi kabul edebilme yeteneği ile hırsızlık-yolsuzluk yapmamak… gibi değerleri içselleştirdiği sürece Türk halkı böyle bir CHP’yi siyaset arenasında her zaman talep eder.Aksi durumda Gandi görünümlü bir Baykal herkesi hayal kırıklığına uğratır.

Siyasette sürpriz gelişmeler yaşanırken yakın zamanda bizleri iyice şaşırtacak değişiklikleri görebiliriz.Ekonomik depremle sallanan altyapı, üstyapıya darbe üstüne darbe vuracak.Baykal gitti,sıra Recep Bey’de…

CHP,Sol,Erdoğan ve Gelecek Günler…

Yakın zamanların taze pişirilmiş kaosu son gelişmelerin yanında meze sayılabilir.Gelecek günlerin hazır mutfağında herkesin yiyemeyeceği kadar zor bir aş kotarılırken insan bu gelişmeleri tam anlamıyla yorumlayamıyor.İnternet üzerinde CHP Ankara milletvekili Nesrin Baytok ile uygunsuz görüntüleri yayınlanan Deniz Baykal en sonunda siyasetten uzaklaştırıldı.Başka türlü hiçbir demokratik yoldan CHP’nin başından gitmeyecek olan ve ebediyet arzeden genel başkan koltuktan elini eteğini bu şekilde çekmek zorunda bırakıldı.Yazık… Zamanında yerine uygun bir isim seçilmesine karşı çıkan Baykal şimdi dut yemiş bülbül gibi.Özel hayatı kendisini ilgilendirmekle birlikte bunca seçim kaybeden herhangi bir liderin partisinin başında kalmasında biz seçmenlerin değişime karşı amansız direnişimiz ve boş vermişliğimizin etkisi sanıldığından daha fazla bana kalırsa.Neyse, Deniz Baykal hafızalarımızda dürüst ama başarısız bir siyasetçi olarak kalacak.Hatta ve hatta bu döneme ilişkin sırlar etrafa saçıldığında ana muhalefet partisi liderinin iktidarın başındaki Recep Tayyip Erdoğan ile ne kadar içli dışlı olduğu ortaya çıkacak.Siz bakmayın siyasetçilerin kanlı bıçaklı göründüklerine,o anlı şanlı isimler Meclis’te kavga ederlerken bile arka bahçelerinde yaptıkları tavla müsabakalarını hesap ederler.Üstelik bunda şaşılacak bir şey yok.Politikanın çok yüzlü değirmeninde kendi tarlasına su taşımak için yapılan ayak oyunları şeytanla ittifak yapmayı hep akla yakın tutar.1980 öncesindeki terör ortamında liderlerin tartışmalarının sağ-sol çatışmasını ne kadar körüklemiş olduğunu hepimiz biliyoruz.Bu hesaba bakılırsa cadı kazanında kim bilir daha ne akıl almazlıklar kaynatılacak.

Ekonomik hareketlenmenin başladığı yılın ilk üç ayının ardından gelecek altı aylık dönem boyunca sakinlik kelimesini unutacağımızı nacizane söyleyebilirim.Yeni çalışmaya başlayan organların atık ifraz etmesi gibi hem ülke ekonomisi hem de CHP tıkanıkları aşarken yarattıkları basınç ile bünyelerindeki paslı çivileri söküp atarlarken sosyal değişimi hızlandıracaklar.Bu gelişmelere Kürt Açılımı’nın söndüremediği terör yangınını veya dış politikadaki mehter havalarını da ekleyebiliriz.

Türk siyasi hayatında dönüm noktası sayılabilecek olaylara şahit olma şansına sahibiz.Seçimlerin ardından sosyal devlet kavramının ve demokratik hakların gelişmesini,halkın alım gücünü yükselten politikaların izleneceğini tahmin edebiliriz.İane usulü gelir dağılımı zihniyetinin sonuna gelinmesi bana bu kadar kesin tahminlerde bulunma ayrıcalığını veriyor,dilerim yanılmam.Sosyal demokrasiye en fazla ihtiyaç duyulduğu bir zamanda CHP’de yaşanan kan değişimi seçimlerde her alternatifi deneyen seçmene yeni bir imkan sunacak.Bu seçeneğin adı:Kemal Kılıçdaroğlu ve yenilenmiş CHP…Artık arkaik hale gelmiş Baykal ile arkadaşlarının yerine seçilecek dinamik,dürüst, sorunlara doğru çözüm önerileri getirecek isimler geniş kesimlerin dertlerine derman olabilirler.

Anayasa Mahkemesi’nin referanduma gidilmesine neden olan anayasa değişikliklerini iptal etme ihtimali erken seçimi gelecek yaz günlerinde sürekli gündemde tutacak gibi.Deniz Baykal’ın siyasetten uzaklaştırılmasının ardından sıra Recep Tayyip Erdoğan’a gelecek bana kalırsa.Tabii bu siyasi falda üç vakte kadar kendisine Yüce Divan yolu gözüküyor.

DİP NOT:Bu arada Fenerbahçem’in başına Deniz Baykal gelebilir.Nasıl olsa Aziz Yıldırım yönetiminde de kulüp hep ikinci oluyor,yok birbirlerinden bir farkı…

İmam…

Hatırlıyorum da Dolmabahçe Sarayı’ndaki çalışma ofisimden dalgın dalgın Boğaziçi’ne,kayıklara,balıkçılara, martılara,gökyüzüne bakıp dua ederdim.İlk defa bu mekana taşındığımda kendimi Osmanlı’nın Cumhuriyet’e miras bıraktığı son padişah gibi hissetmiştim.Şu anda hapishanede olan son padişah Erdoğan…Eşyalarıma,renksiz solmuş dört duvara,parmaklıklara,kaba saba sesleri kulaklarıma kadar gelen gardiyanlara usul usul göz gezdiriyorum.Dualarım lanetli bir kabus haline gelmiş sanki. Sarayın yüzyıllık tarihi ile benim kişisel tarihimin gelip buluştuğu ortaklık geleceğimizin şu anlardan müteşekkil zaman aralıklarından yaratıldığını; mukadderatın hiçbir zaman bilinemeyeceğini bana düşündürüyor.Eninde sonunda Allah’ın dediği oluyor.

2010 yılındaki anayasa değişikliği ve referandum çabalarım girdiğim çıkmaz sokaktan bırakın kurtulmayı başıma daha büyük dertler açmıştı.Sabırların tükendiği,kavgaların kıyasıya arttığı o yıllar Türkiye’si ekonomik krizlerin halkın başından bir türlü kalkmadığı dönemdi aslında.İktidar olmayı bir türlü beceremiyorduk.Ergenekon Davası bile askerlerle girdiğimiz koltuk kavgasında bize sırtını dönmüştü.Bütün önemli noktalara ulaştığımız halde gene de karşımıza muhalefet bab’ından herhangi bir odak çıkıyor biz ona gücümüzü hasrederken açlığın,işsizliğin ve tüm bu yaşananların sebebi toplumsal buhranın hükümeti için için kemirdiğini göremiyorduk.İşin aslı gerçekleri itiraf etmek işimize gelmiyordu.8 senelik iktidarımız boyunca yokluk alabildiğine genişlemişti.Küresel Kriz’le iyiden iyiye sarsılan,sıcak paraya meftun ekonomiyi ayakta tutmak varlıkları satmaktan başka bir çare bırakmamıştı bizlere. Zengin-yoksul ayırımı arttıkça gökleri delen rezidans inşaatları şehirde hakimiyet kuruyor,böylesi tezatlığın -açılımlardan dolayı yaşandığı zannedilen kutuplaşma- fakirlikten dolayı olduğunu kabullenmek cesaret istiyordu.Oysa siyasetin yumuşak yüzlü çirkinliği cesaretimizi çoktan budayıp atmıştı.Yokluğun fay hattından kükreyerek büyüyen derin deprem toplumsal hayatı altüst ederken üstelik.

Üzerimize aldığımız riskin gücü tekelleştirmek amacına yaradığını hemen hemen herkes kabul etmiş,beni sıkı sıkıya takip eden kitleler bile ufak yollu homurdanmaya başlamıştı.Zira hep bahsettiğimiz iyileşme bir türlü onlara yansımıyordu.Halka anlattığımız hikaye sona eriyordu işte.Şimdi düşünüyorum da bize düşen seçime gitmek iken o yolu geciktirmek uğruna girdiğimiz referandum çıkmazı yaşadığımız akıl tutulmasından başka bir şey değildi. Yanlışlıklar katarının sıra halinde birbirini takip ettiği iktidarımın son 3 senesi 22 Temmuz Seçimleri’nde itibaren yola koyulmuştu.Anlaşılan kendimi ülkemin tek hakimi zannederken muhalefetle giriştiğim kıyasıya kavga hapishaneye bir kez daha düşmemek içinmiş.Özgürlüğümü var eden Başbakanlık koltuğunu korumak için giriştiğim o korkulu kavga kapkara bir sabahla sona ermişti.Bu çaresizliği anladığımızda ise geçmiş olsun demek düşmüştü hepimize.Ne yazık, korkularım geleceğimi bir kez daha yaratmıştı.

İmam…

Tartışmaların yangın gibi büyüdüğü günlere gelip dayanmıştık.Referandumun tozu dumanı arasında görünmez hale ulaşmış, ne yazık ki gitgide artan açlık ve sefalet manzaraları adı bile okunmayan halk güncesi biçiminde akşam sabah önümüze konan üçüncü sayfa haberleri olarak yüreklerimize diziliyordu.Atılan palavralar arasında zaman kazanıp kendisini siyaset dergahına kapatan kahramanımız son bir çare yargıya elini uzatıyor,parayla beslenen yandaşları kavganın sonucuna bakmadan kaderlerini tek adama çaresizce bağlıyorlardı.Vicdandan uzak,sadece hırstan ibaret kalmış bu itikaf süresince imam ve çevresi tuttukları doğruluk orucunu söyledikleri yalanlarla sürdürmüşler;demokratik kuralları kafalarındaki putlara bağlayan kağıttan kaplanlara dönmüşlerdi.Ulu orta söyledikleri her ne söz varsa geri almaları bizleri şaşırtmazdı,aklı başında gezen adamları asıl şaşırtan şey menfaat duasıyla okutulmuş; basiret tutulmasına benzeyen parti körebeliği nedeniyle gözlerini gerçeklere karşı bu denli kapamalarıydı.Tepeden tırnağa töreden yaratılmış hurafe dağına tırmanan göçerlerdi artık onlar.Zirveye her ulaştıklarında sırtlarındaki yükle yeniden aşağıya yuvarlanan, sözlerine sahip çıkamamış, güce muhtaç iktidar yorgunları…

Hukuka karşı açılan savaşı siyaset üzerinden yürütürken kahramanımız ve yandaşları kafa sayılarına güvenerek yargıda reform başlattıklarını iddia ediyorlardı.Sanırım milletvekili koltukları kadar akla sahip olmayan siyaset esnafı kendilerine ayrılan sürenin dolduğunun farkında değillerdi.Makamlara halk desteğiyle sahip çıkanların düştükleri güç sanrısına olanca hızıyla kapılmışlardı.O hep anlattığım gönüllü sürgünlük haliydi yaşadıkları. Tutuldukları fikrin cazibesinden kendilerinden geçmiş, inatları yüzünden son kullanma tarihlerinin gitgide geciktiği bir yol ayrımına gelip dayanmışlardı.Bayat makyajlardan ibaret fikirleri anayasa değişiklikleri biçiminde arz etme uyanıkları bitiyordu artık.

Bu hikayede bize ayrılan görevse görmek istediklerimizi değil;kendimize dönük gerçekleri yazmaktan bile öte, göremediklerimizi sezmek değil miydi?Olgulardan ders çıkarmak gibi bir işle dertlenmeyen Türk yapımı toplumsal akıl ödünç alınmış garabetleri tekrar tekrar yaşamaktan haz alıyordu sanki. Perde önünde gölge oyunu sahneleyenlerin perde arkasındakilere göre iplerini ayarlamalarına yarayan varlık-yokluk savaşıydı belki de tüm bunlar.Haklının haksıza galip gelemediği,avuç içi kadar sese hakim olanın sürekli masa hakeminin yardımıyla üstün sayılmasıydı.Olmayacak duaya amin demenin sonuna gelmiştik.Herbirimiz yattığımız gaflet uykusundan bir biçimde uyanacak ya kabuslarımıza günaydın diyecek ya da…Vicdan ve akıl tatildeyken yaşamak ne zor; yazmaktan beter bir işmiş.

İmam…

“Buyrun,ben Başbakanlık İletişim Merkezi’nden bilmemkim!” Kendi cep numaramı başına 150 ekleyerek aradığımda karşıma çıkan erkek sesine belki herkesin tahmin ettiği ama ihmal edip sormadığı şu soruyu düşürmüştüm: “Hocam telefonlar dinleniyormuş ne iş?”Sorumu ilk defada anlamayan adam iğreti sesi,kulağımda hala pas içinde duran kırık bir Türkçe ile bana gönlüğümü ferah tutmam gerektiğini böyle bir şey söz konusu olmadığını söyledi. Teşekkür edip telefonu kapatırken Radikal’de okuduğum haberin memurun söyledikleri kadar gerçek olabileceğini düşündüm.Dinlenme korkusu tüm toplumu sarmıştı.Gizli kulak haberleri darbe dönemlerinde ilkokulda okuyan benim için sıradan sayılırdı.Bu sefer tepki göstermemin nedeni sürekli gündeme getirilen,yasadışılığı bilinen ama resmi sayılan casus dinlemelerin başıma da gelebileceği ihtimali idi.Korkum falan yoktu.”Onlardan korkan onlar gibi olsun!” dedim içimden.

Osman Kaçmaz,İlhan Cihaner,Aykut Cengiz Engin,Yargıtay,Danıştay,HSYK…Santralleri dinlenen hukuk kurumları ya da aktörleriydi yukarıda saydıklarım.Adaletin zirvesine çıkmış isimler.2008 yılında İskender Ağa Cemaati’ne yönelik soruşturma yürüten İlhan Cihaner, Ergenekon Davası nedeniyle halen hapiste.Görevi yüzünden açılan davadan ise yargılanmaya yeni başladı.

Tarikat ve cemaatlerin istihbarat savaşlarına girmesi merak etmekle yetindiğim ama yabancı olduğum bir konuydu.Hastalık bahanesiyle halen ABD’de FBI koruması altında yaşayan Fethullah Gülen’in hakim olduğu grubun Emniyet’te “F Tipi Yapı” adı altında kadrolaştığını duyuyor,TARAF Gazetesi’ne haber servis edenlerin iç ya da dış istihbaratla alakalı kişiler olduğunu tahmin ediyordum.Yılların gazetecileri ya da yandaş isimler dururken zamanında Washington’da haber peşinden koşan Yasemin Çongar’ın başına atandığı gazetenin Mehmet Baransu isminde daha önce adı sanı bilinmez muhabirine çuvallar dolusu ve ilginç biçimde çoğu gerçek olan belgelerin verilmesi bana tuhaf geliyordu.Darbe bu değil miydi?Gerçekleşmeyen senaryolara dayanarak insanları hapse atmak sanki henüz sona ermemiş bir davanın intikamı gibi duruyordu.

Tüm bunların sekiz sütuna manşet olan ilavesi hükümet ve Gülen Cemaati arasındaki elle tutulur ilişkiydi.Bu işbirliği Samanyolu TV,Zaman Gazetesi ya da gruba bağlı diğer mecralarda açık açık görülmekteydi.Kader birliği etmiş siyasi iktidar ve dini topluluklar hasımlarını acımasız biçimde izliyor,mahkum etmeye çalışıyor ya da türlü çeşitli bahanelerle devlet gücünü kullanıp hapse tıkıyorlardı.Ergenekon Davası ise tüm bu süreçte kaldıraç işlevi görüyordu.

Türkiye yoksullaştıkça yabancılara düşmanlık besliyor,bir olmayı kaybettikçe kimlik kaygımız toplumu tam ortadan ikiye bölüyordu.Hrant Dink,Rahip Santoro,Zirve Kitapevi cinayetleri…Bu cinayetler:Devlet çekirdekli güç odaklarının aklı bozuk çocukları acımasızca kullanıp birilerine “Yeter! Yerinizde oturun problemleri fazla kaşımayın” uyarısını kin dolu intikam alayında taşıyordu.Cemaatleştikçe bölünüp güçten düşüyor,apartman yönetim kurulu toplantısında bile kavga eden insancıklar haline getiriliyorduk.

Para herkesin arasına girmişti.Baba-evlat,ana-oğul,karı-koca,abi-kardeş,sevgililer,dost-arkadaş…Herkesin gözünde bir numara olan;itin önüne atsan yenmeyecek bu renkli kağıt parçasıydı artık.Evet, ademevladının fiyatı insanlık pazarında haraç mezat belirlenmiş;çirkin bile para sayesinde güzelleşmiş,müptezel orospular namuslu olmuş,pazarlamacı pezevenkler işadamı,sanatçı ya da politikacı sayılmıştı.Fakirler arasında adı sanı duyulan ama varlığından pek haberdar olunamayan zenginlik hayali ihtirasla karışık sefaletle birlikte benlik duygusunu önüne katmış sürükleyip götürüyordu.Biz kimdik?Esasen kutuplaşmanın Kürt-Türk kavgası olarak kristalleşmesi bile varlık-yokluk kavgasından başka bir şey değildi.Bu arada varlıklılarsa halimize bakıp için için gülüyorlardı.Ne demeli?Dindar oldukça yalnızlaşıyor,insanlıktan uzaklaştıkça yoksullaşıyorduk.

Modern zamanlar,zavallı kumaşlardan dokunmuş yalnızlığa meftun ilişkiler sayesinde dar kafalılığı arşa çıkartırken,sanal silahlar kullanarak toplumu aptallaştırmanın mahvedici etkisini insanlar üzerinde seyretmek şimdilerde kolayca kotarılan bir keyif ehli eğlencesiydi.Halihazırdaki rezaleti sezemeyenler,duymak istemeyenler, diz boyu sığlığa din iman getirenler cehaletin üzerilerinde ne kadar şık durduğunu anlayamayan ve bize özgü bu halin faşist anarşizme özgü bir yaşam örtüsü olduğunu idrak edemeyen gönüllü sürgünler durumundaydılar.Haşa huzurdan,bu ülkede ekonomik demokrasinin çorak topraklarını silahlarıyla yaratanlar varolmanın zilyetliğini bireylerden çalıp iç savaşlara kurban etmişlerdi.Özgürlük bir sıkımlık canıyla sanata kan veremiyor,fersiz gözlerin aşk ikliminden uzak düşmüş besteleri,resimleri,heykelleri sanki yabancıların hayatından üzerimize dökülmüş mahremiyet belgeleriydi.Paylaşmanın tadına doyulmaz sevinci azrail gülümsemesine benzeyen bencilliğin kılıcı altında inliyordu.

Fazla mı edebiyat yaptım?Başından beri diyordum,bırakın yapayım!Edepsizlik hengamesi altında yaşarken sizinle sevinerek paylaştığım gerçeğe dair her söz en azından beni özgürleştiriyor.Bırakın çığlık çığlığa yazayım. Sancıların rezaletlerle örtülmek istendiği gün karanlıkları arasında yalnızlığımı sizlerle gidereyim.Benim ilacım, derdimin dermanı sizlersiniz…Gün gelir okumak kaygısını çektikleriniz arasında olursam kafamdaki intiharı yazarak yaptığımı belki anlarsınız.Kalemi yontup çıkaran,yazmazsa deli olan dehaların yanında adımız okunmaz elbet.En azından birkaç kişi okursa bile ne mutlu bana.

İmam…

BİM,Zaman,Kuveyt Türk,Albaraka,Abdullah Gül,Ülker,Boydak,Kanal 7,Albayraklar,Sabah,Yeni Şafak,İpek Grubu,Kanal Türk, MÜSİAD, Fuzul Grup,El-Maktum,Taraf,Samanyolu TV,İhlas Holding,İstanbul Büyükşehir Belediyesi,Melih Gökçek, Mustafa Yaman,TRT,Ülke TV, Washington,AB,Yeşil Kuşak Teorisi,FEM Dersanesi,TGRT,Ergenekon Davası,Özel Yetkili Savcılar,George Soros, Açık Toplum Enstitüsü,TOKİ,İETT,MİT,Fatih Üniversitesi,İskenderpaşa Cemaati, Ahmet Çalık,Genişletilmiş Ortadoğu Projesi, Fethullah Gülen,CIA,Varyap,İstanbul Adalet Sarayı,Yaşar Büyükanıt,Recep Tayyip Erdoğan, Zekeriya Öz, İSKİ,CNN Türk, İhlas Koleji,Korkut Özal,İlker Başbuğ, TÜSİAD, Kömür Yardımları , Kiler Grubu,Zekeriya Karaman,Yüksek Seçim Kurulu,YÖK,Vahit Kiler, Graham Fuller, Katar,Çalık Grubu, Vakıfbank,Diyanet İşleri Başkanlığı,TDV, Nakşibendiler,Rand Cooperation,Necmettin Erbakan,Yıldız Holding, Futbol Federasyonu, Bülent Arınç,Hak-İş,Nazlı Ilıcak,Fazilet Partisi,Süleymancılar,Osman Şanal,Mehmet Baransu, Sosyal Yardımlaşma Ve Dayanışma Vakfı,Memur-Sen, Haber7.com,DenizFeneri Derneği,Yasemin Çongar,Şamil Tayyar, Mustafa Karaalioğlu,Hüseyin Çelik,Cengiz Çandar,Asya Finans,Zahit Akman,Sabri Ülker, CSIS,Suudi Arabistan,Demokratik Açılım,Burhan Kuzu…

Hafızama birer birer gelen ve daha sayamadıklarımla Türkiye siyasi haritasına özellikle Belediyeler vasıtasıyla rant yaratıp ekonomik temelli bağnazlık sütunları dikenler… Din baronlarıyla onların sadık iç ve dış kalemşörleri onlar… Birbirleriyle mutlak suretle alışveriş yapıp,azınlık zihniyetlerini paraya dönüştüren aktörler…Toplumu açlığa mahkum eden hesapsızlığın sermaye mendirekleri…Az sayıdaydılar ama şimdi çok güçlüler.Belki içlerinden manşetlere sivrilen bazıları ismi hiç duyulmamışlardan yürekten daha temiz.Görünmeyen bazı kısım ise müslümanlığı dönüştürmede parayı kullanarak insan ait olan hakkı İslam deyip çalanlar cemaatinden.Kimisi bizim gibi göle maya çalanların çaresiz yazı döktürmelerine tam anlamıyla karşılık gelen din sunaklı acımasızlığın bile isteye kurbanları.Çoğunluk ise menfaatin inancı ışık hızıyla kirlettiği 2010’lar Türkiye’sinde tarih sahnesinde yer alamayacak sığlıkta,sadece manşetlerden müteşekkil içi boş portreler geçidi.

Osman Kaçmaz,Yarbay Ali Tatar,Kadir Özbek,Avrasya TV,Prof.Dr.Yücel Aşkın,Ömer Faruk Eminağaoğlu,TTB, İlhan Cihaner,HSYK, Danıştay,Adil Serdar Saçan,Ali Sirmen,Nihat Genç,Mustafa Birden,Türk Eczacılar Birliği, TÜRMOB,Yargıtay,TSK,Cumhuriyet,Sabih Kanatoğlu,Halkevleri,Türkan Soysal,Süheyl Batum,Halk TV…

Yukarıda sayılanlar uluslararası maneviyat savaşlarında yalnızlaştırılmışlar…Devlet gücünün ceberrutluğunu üzerilerinde denediği, siyasete soyunmak zorunda bırakılıp savunmaya çekilmiş isimler…Kıyı kıyı yaşamak isterken kaos sevdalılarının hayatlarını har vurup harman savurduğu memleket sevdalıları onlar.İnandığı değerleri sırf iyi cins İngiliz kumaşı giymek uğruna sahteleri ile teyellemeyenler…Fakirlik hırkasını mensuplarına layık görenlerin beğenmeyip devlet kafalı dedikleri, burjuva olamadan zenginleşen türedi bir sosyal tabakaya inat çağdaş ve cesur Türkiye yurttaşları.Sabah sabah birbirlerine gülümseyerek “Günaydın!” demesini bilenlerin çoğunlukta kalabildiği bir ülke arzusuyla uykularından uyananlar.Karanlık bir gün kabusunu akıllarından sıyırıp atan kimseler.Böylesi olabilenlere ne mutlu!

İmam…

Bu ülkeyi sevmek,hiç bitmemiş ve bitmeyecekmiş gibi duran yağmurlu bir türküyü söylemeye benziyordu.Binlerce yıllık tarihini savaşlarla,sürgünlerle,katliamlarla yaşayan Anadolu halkının kala kala tek çaresi derdini sardığı acı bir içe kapanma hissi olmuştu.Kulların sultanlarını elleriyle yarattığı eğik başlar diyarında aşka cesaret etmek zamanla en utanmaz yalanların,iftiraların duvakları arkasına gizlenmiş riyakarlıkla dolu insanlık şölenine dönüşüyordu. Birbirleriyle sevgi dilinden konuşmak isteyenlerin tüm benlikleriyle varolamadıkları, vücutlarda gizlenen nice bekaretin törelerin adı konmamış şehvetine kurban edildiği masum sanıklar ülkesi,Türkiyem. Analığını Anadolu adından devşirmiş ancak dişiliğinden ayırmış nice kadın;erkeklik ailesinin nefret dolu baskısı altında kanlı cürümlere kurban edilirken,içgüdülerini yaşayamayanların intihar ağacına bir çentik de kendileri için atıyorlardı.

Kadınların özgür bırakılmadığı bu topraklarda erkekler ne kadar özgürdü?Para için hiç gözünü kırpmadan boynunu sunağa uzatan adamların kişilik terazisinde ekmek kavgası onur savaşının önüne geçmiş,askerlikleri süresince o hep sabırsızlıkla beklenen tezkere sivil hayatta bir türlü kendilerine verilmeyen dünya vatandaşlığı vizesine dönmüştü.Nedense benlikleri esir eden,sözlere,hürriyete sığmayan uzlaşmaz çelişkiler yorgun yüzlerin iç denizlerinde sanat eseri haline bir türlü getirilemiyordu.

Tıkanmıştık…Ellerimizle özene bezene yarattığımız sisli puslu Türk işi labirentte değişim nehrinin akışına yabancı kalmış, kurumların tuzağına bile isteye düşmüştük.Gülay isimli güzel gözlü gazetecinin dediği gibi gidemeyenlerin ülkesi olmuştuk.Gidemiyorduk…Bu iş bu kadar basitti…O sözün bittiği yıkık sahil kasabasına,o sahte kahramanlar müzesine çoktan ulaşmış,özgürlükten yana murat alamadığımız her ne varsa intikam alaylarını insanlığımızın üzerine salıyorduk.Hiç ummadığımız kadar fakir,hiç ummadığımız kadar çıplaktı sınırlarımız.Cümle alemin gelişme yönündeki sancılarına bana ne diyen küstah çocuklar gibiydik.Savaşın ortasında isyan eden kapıkulları misali aslında bize ait olan hazine-i hassadan önümüze atılan topu topu bir kaç parça kemik uğruna korkudan titreye titreye dövüşüyorduk.

Nefretli cümlelerini halkımın dilinden türetmiş dost yüzlü düşmanların sadık kuklaları olmuştuk. Silik gölgelerin asri oyununda asıl suçlu kimdi? Bizi bize düşman eden kimdi?Son bir çabayla o cahilce imanlarına sarılanlara yoksul umutsuzluğu reva görenler kimlerdi?Bekleyip görecektik.Sonunda sel kazanacaktı bundan emindim. Yanılıyor muydum yoksa?

İmam…

“Olmaz.One Minute…”,”Mr President,I’d like to apologize…” böyle başlamıştı tartışma.”Sayın Perez yaşın benden büyük” diye girdim söze.”Öldürmeyi siz çok iyi bilirsiniz!”…Sanki içimde biriken o öfke, haksızlık karşısındaki sabırsızlığım yeniden hayat bulmuştu.Davos’ta ben yeniden var olmuştum.İşte o karlı ve tartışmalı geceyi hiç unutmuyorum,ölene kadar da unutmayacağım… Dünya Ekonomik Forumu toplantıları yapılıyordu,Ortadoğu’da barış ile ilgili bir buluşma vardı.Diğer davetli isimler Peres,Ban Ki Moon ve Amr Musa idi. Konuşmamı yaptım… O saate kadar yaşananlarda bir tuhaflık yoktu.Benim ardından İsrail Devlet Başkanı söz aldı. Hiç beklemediğim ama sabırla dinlediğim sertlikte bir konuşma yaptı. Şahsımda ülkemi suçlaması 20 dakika kadar sürdü.Ama tahammülümün tükenip damarımın iyice kabardığı an moderatörün bana cevap hakkı doğmuşken mikrofonu vermediği kısa zaman parçasıydı.Kasımpaşa sokaklarında rast geldiğim kumpasa diplomasi koridorlarında kibar yüzlü beylerin masalarında şahit olmuştum.İşte başkaları için senaryo dedikleri ama fenomen olarak algılanan “One minute” olayı benim için böyle başladı.

İsrail’in Gazze’de yaptığı Dökme Kurşun Operasyonu’nda binden fazla masum insan katledilmişti.Halbuki daha bir kaç gün önce Olmert Ankara’ya gelmiş dostça bir tavra bürünüp, harekattan haberi olmadığı intibaını bizlerde uyandırmaya çalışmıştı.Düştüğüm bu oyunu hiç unutmamıştım. Şimdi sıra bendeydi.Karşımda yaşlı bir insan olsa da artık iş devletlerarası bir mesele haline dönüşmüştü bile.Gazze’deki çocuk arkadaşlarım için cevap vermek zorundaydım.Kardeşlerim için cevap vermek zorundaydım.O an sesimi çıkarmasam şimdikinden kötü bir duruma düşecektim.Yani aslımı inkar edecektim.Öfkem yatağını bulmuş, akıyordu…Yetmişti artık…

O saatten sonra kaderimin değiştiğini hissettim.Ülkemin,milletimin benimle birlikte olduğunu çok iyi biliyordum. Davos sonrası iktidarımın gücü artmıştı.Gerek askerlere karşı,gerek yargıya karşı kendimi daha fazla güvende hissediyordum. Ergenekon sürecinde hasımlarımı saf dışına bırakmam nasıl hukuku kullanarak izlediğim yöntem idiyse Gazze saldırısı sonrası Davos öyle bir can simidi sunmuştu bana.Bazen insan kendini en çaresiz hissettiği anda Allah’ın yardımını görüyor.Sıkışmıştım ve “One minute” bana hızır gibi yetişmişti.Daha bir buçuk sene önce yapılan seçimden hiç beklemediğim kadar güçlü çıkmıştım. Abdullah, Cumhurbaşkanı seçilmiş ben neredeyse oyların yarısını alarak Başbakan’lığımı perçinlemiştim.Şimdi bakıyorum,bugünlerin geleceğini tahmin edemeden geleceğimi kaderimin parladığı o anlardan ibaret sanmışım.Oysa hakikat ufak olaylar arasında kendini gizliyordu.Halkımın gözünde ve onların desteğiyle ufkumun varacağı en son ümite doğru yol alıyordum.

Kalabalıklar arasındaki yalnızlığımı giderecek tek ilaç iktidardı benim için.Çölde susamış bir insanın serap gördüğünden daha fazla uzaktım aslında.Şafaka yakın saatler gecenin en koyu vaktiydi ve ben karanlıkta el yordamıyla sonu nasıl biteceğini bilemediğim hikayeye doğru adım atarken yolumun üzerindeki insanlardan mürekkep haritaya dikkat etmemiştim.O insanlar beni var etmişlerdi.Şimdi tuzaklarına düştüklerimin onlarla benzer sıfatlar taşıması ne kadar garip.Toplum,birbirinden farklı gözüken oysa birçok konuda aynı düşünen aile gibi.Zamanında bu ailenin reisliği bana altın tepsiyle sunulmuştu.O zamanlar şahsıma emanet olarak verilen şimdiki tutsaklığım karşılığında benden geri alınıyordu.

Kavgayla sürmüş bir hayatın gecelerime tercümesi cümle huzur bırakmadı uykularımda. Gözlerimi duvara dikip sürekli geçmişin hesabını yapmaya çalışırken kabusların bulut bulut çevremi sardığını hissediyorum.Halbuki algıladıklarım benim aklımdan ürüyorlardı,biliyorum.Ve kendimi onlara karşı korumak zorundayım.Parmaklıklar ardında unutulma, eşimi,ailemi bir daha görememe ihtimali varoldukça gözlerime haram edilmiş keyif dolu uykumu ne kadar çok istiyorum.Yazık,onu nicedir yitirmiştim.Kendime karşı duyduğum dürüstlükle birlikte…

Koltuk insanı kirletiyordu.Dünyanın gelip geçici heveslerine kapılmam yüzünden önüme açılan tuzakları göremez olmuştum.İktidarın hırsla karıldığı o kokuşmuş düzende gömleğimi üzerimden sıyırıp zatımdan istenilenleri ses çıkarmadan yapmam sanki bir müridin şeyhinin isteklerini yerine getirirken sunduğu itaat hissiyle doluydu.Bu hale getirilmem üzerinde yükseldiğim kültürün doğal sonuçlarından başkası değildi.Ait olduğum çevreye bir kez daha yenilmiş,doğup büyüdüğüm, içinden geldiğim taassubun üzerimde yarattığı baskıya karşı koyamamıştım.Yaşamım boyunca hayranlık duyduğum gücün karşı konulmaz cazibesi yalnızlığımdan feyz alıyordu.Korkularım ise benimle kader ortaklığı yapan, parmaklıklar ardındaki yegane dostumdu artık.

Robotlaşmış olmanın ne anlama geldiğini oralara ait olmayan bilemez.Gönüllü bir sürgündür cemaat hayatı.Çile doldurmanın ötesinde benliğini kiraya vermenin, kula kulluk etmenin iç burkan kaygısıyla eğleşip durursunuz. Dışarıda koskoca bir dünya sizin kucak açmanızı bekler, oysa siz imanla dolu kaprislerin,edepsizliğin,riyakarlığın yumuşak bağrında kalbi kapkara bir oyuncak haline getirilirsiniz. Başkalarından birşeyler beklerken sizden istenileni verir,verdiklerinizin karşılığında kişilik surlarınızda ne gibi yaralar açılır tahmin bile edemezsiniz.Herşey olabilirsiniz benim gibi:Başbakan,milletvekili,belediye başkanı… ama mutlu olmak için güven duygusunu korumak. İşte o imkansızdır böyle gönüllü sürgünler için.Bir dava uğruna yüreğimi harcarken nefesimi sayanların varlığını sürekli ardımda hissetmem beni huzurlu bir yaşama hasret koymuştu.