İpekçi,Mumcu,Dink…

1 Şubat 1979:Abdi İpekçi-Milliyet;24 Ocak 1993:Uğur Mumcu-Cumhuriyet;19 Ocak 2007:Hrant Dink-Agos…Üç gazeteci,üç suikast…Hemen hemen 14 sene var bu üç cinayet arasında.Olayların diğer ilginç noktasıysa perde arkasındakiler haricinde sadece iki tetikçinin -Mehmet Ali Ağca ile Ogün Samast- isimlerinin biliniyor olması.Uğur Mumcu’nun arabasına bomba koyanlar hala karanlıkta…Tıpkı Muammer Aksoy,Turan Dursun, Çetin Emeç,Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok cinayetleri gibi…

Öldürülen aydınlar çağdaş ve bağımsız Türkiye sevdasını tüm yüreklerde tutuşturmak heveslisiydiler.Gençlerin düşüncelerine barikat koyanların amansız düşmanı,tarikat ve cemaatlere şiddetle karşı,dinin siyasallaşmasına engel olan laiklik ilkesinin yılmaz savaşçılarıydılar.Şimdi yoklar…Onların yerine nefes alanlarsa yüreklerindeki insanlık düşmanlığını hayata kurşun yağdırarak sundular.Cezalarını çekip hayatlarına devam edecekler. Mehmet Ali Ağca nasıl lüks otellerde ağırlanıyorsa öyle ağırlanıp kahramanlar gibi karşılanacaklar,tabii yakalanırlarsa.

Bu cinayetlerde devlet bağlantısı var mı?Kafası bozulanın eline silahı alıp gidip gazeteci vurması tek başına işlenecek kadar töre cinayeti izleri taşımıyor.Yukarıda saydıklarım incelikle hesaplanmış kaçma girişiminden tutun kurbanları sıkı sıkıya takibe,silah temininden tutun lojistik desteğe kadar örgüt bağlantısı içeren siyasi cinayetler .İç ya da dış istihbarat örgütlerinin taşeronları kullandığı bir kanlı çerçeve bu.Adına kontrgerilla diyebiliriz veya Susurluk,JİTEM ya da TİT…SAVAK,CIA,MOSSAD… daha sayayım mı?

Hukuk devletinin anayasası olan can güvenliğinin hoyrat ellerde yok edilmesi; insana ait en değerli varlığın göz göre göre kanlı pusulara teslim edilmesidir.Siyasi çalkantıların artış eğilimine gönenmesi görevleri sadece yazı yazıp,haber vermek olan gazetecilere saldırmak cüretini bol kılmakta.

Ekonomik kriz, toplumu Haiti depremi benzeri şiddetle sarsıyor.Sarsılan üstyapı kendini koruma refleksi olarak sanal gündem maddelerini imal ederken kaosun gitgide yaygınlaştığı günlerimiz yeni ve gerçek siyasal cinayetlerin meşum habercileri…Kurt dumanlı havayı severmiş,karanlık köşelerinde plan kurgulayanlar kendileri için en uygun zamanı kolluyorlar.

Çürük Mesih…

Sabahtan beri gazeteci diliyle Abdi İpekçi’nin katili, Papa Suikasti zanlısı M.Ali Ağca’nın serbest bırakılış sürecine şahit olduk.Haber kanalları uzun uzun Ağca’nın nereye götürüldüğünü,kimler tarafından karşılandığını,ne yiyip ne içtiğini, ilk demecinde neler söylediğini gün boyu ekranlara taşıdı.Akşam olunca otele çekilen eski hükümlü taze mesih dinleniyor.Kolay değil, ömrünün 30 seneden fazlasını ya hapiste ya da firarda geçiren Ağca’nın akıl hastası olması doğal.Ama avukatlarının,akrabalarının konuştuğu lafları duyunca toplu bir akıl tutulmasına düştüklerini rahatlıkla öne sürebilirim.Ağca’nın hastalıklı beyni birilerinin tetikçisi olarak kullanıldığı için insanları ve olayları kolaylıkla manipüle edebiliyor.Beni şaşırtan konu etrafındaki insanların söylenen yalanlara kendilerinin de inanması oldu.

Eğer “İpekçi Cinayeti” konuşulmak isteniyorsa doğru adreslerden birisi Yalçın Özbey,yok konu “Papa Suikastı” ise artık hayatta olmayan Bekir Çelenk.Tüm bunları birleştiren isimse Uğur Mumcu…Kitaplarında değindiği gerçeklere buralarda hala ulaşılmış değil. Herkes ayran budalası gibi Ağca’nın ağzına bakarken Mumcu belgelerle gerçek gazetecilik örneğini sergiledi.Yazdıkları ölümünden sonra kitaplaştırılınca bu konularla ilgili bilinmeyen nice gerçek elimize ulaştı.24 Ocak 1993 tarihinde öldürülünceye kadar yılmadan karanlık isimleri araştırdı durdu.Üst katları rahatsız eden gerçeklere ulaşınca ortadan kaldırıldı.Öldürüleceğini bilen ve korkmadan olayların üzerine böylesine cesaretle giden birisine hayran olunmaz mı?Türkiye’ye Uğur Mumcu gibi bir kalem kolay kolay gelmez.

Zor günlerden geçiyoruz.Bir yanda ekonomik krizin sarstığı iktidar yorgunu atanmış hükümet,diğer yanda açlık ve yoksulluğa karşı direnen halk.Bir yanda parmak sayısı kadar olan zenginler sofrası diğer yanda paylaşılamayan ekmekten dolayı kıskançlıkla örülmüş iç çekmeler.Bu rezalet daha nereye kadar sürer?Taşeronlaşmanın her yana yayıldığı çalışma hayatının haksızlıklar üzerine kurulmuş olması veya doktorların,avukatların,eczacıların,işçi ve memurların ayağa kalktığı bir Türkiye tablosu Ağca’nın salıverilmesinden daha önemli değil mi?Kulaklarının üzerine açılımları yastık yapıp yatanlar kara kışa bulanmış ülkemin gerçek zanlıları.

Şimdi anayasa değişiklikleri için uğraşıyorlar.Amaç,erken seçimi ötelemek için referandumu öne sürmek.Açların sesini duymamak için gündem oynatmalarla bizleri oyalayanlar dış gezilerden başlarını bir alsalar gerçekler korku imparatorluklarının üzerine yıkılacak.Zaman çabuk geçiyor…2010 yılı geçen seneyi aratacağa benziyor.