Bu İşlerin Devamı…

Dikkat edilmesi gereken derecede gerginlik siyaseti izleniyor son zamanlarda.Tırmandırılan çatışma ortamının kimlere yarayacağı ise hemen hemen ortada.Bugüne kadar bencilce yapılan yanlış hesapların getirdiği daha fazla yoksulluk,yabancılaşma ve adaletsizlik sayesinde gelecek günler gitgide içinden çıkılması zor bir kördüğüme dönüşüyor.Sorun, AKP,Tayyip Erdoğan, Ergenekon,İsrail ya da ABD İttifakı değil bana kalırsa sorun;irademizi doğru mecralardan doğal bir şekilde kamuoyu sesi haline getiremememiz.Gazze için ortalığı yıkanlar neden şehit askerler için aynı tepkiyi göstermezler?Hrant Dink alçakça vurulunca “Ben Ermeniyim!” diyen sol cenahın insanları neden benzer hassasiyeti kimlik siyasetine bulanmış Açılım safsafatalarına karşı dile getirmiyorlar.İnsanlar öldükten sonra atılan gecikmiş ve eksik adımlar son maden kazasına “İşçilerimiz güzel ölmüşler” diye niteleyen bakanların şaşkınlığına benzemekte.Bakanlar gerçeklere bakmayanlar kadar kör,sağır ve dilsiz kalırlarsa o siyasileri seçip koltuklara ram edenlerin yanlışlarını çok görmemek lazım.

Savaşı siyasetin devamı olarak gören strateji dehası Clausewitz bile insanların silah kullanıp birbirlerinin canını almada bu denli mahir olmalarını herhalde açıklayamamıştır.Alet icat ederek yegane düşünen varlık olduğunu ispat eden ademevladının vicdanını nereye sakladığını da sanırım merak etmiştir.En azından ben merak ediyorum.

Şiddetin bu denli yaygınlaşması gerçeğini, hatta ve hatta çağımızın vebası sayılmasını önlemeye kalkışmak Gazze,Irak,G.Doğu,Afganistan ve benzeri tüm acıların unutkanlıkla örtülmesini sağlayan sebepleri yaratan biz sokaktaki insanlarız.Herşeye boyun eğip geçen,hakları için kıyasıya savaşmayan,ufak çıkarların adamı olan bizler..İrademizi kiraya vermemizin sonucu akıl tutulmalarına boğuluyoruz.Özümüzü yok eden insan ve doğa düşmanı herşeyi ayakta alkışlarken bu hipnoz ortamında en fazla efsunlanan isim hiç soluk almadan koltuklara oturarak halklara önderlik ediyor.

Çoğunluk aydınlar ya da benim gibi yarı okumuşlar asli kavramların içini boşaltarak kendi zihinsel sapkınlıklarını ideolojilerle zenginleştirip kitlelere bol kepçe servis yapıyorlar.Düşüncelerini hayattan almayan biz yarı aydınlar sokaktaki insanın zorlu gerçeği hayattan almasına dudak bükerek kitabi bilgileri dogmalar halinde yaşam anayasasına dönüştürüyoruz.

Değişim,dinamizm,doğanın diyalektiği kalıpların donmuş dünyasında nerede saklı kalıyorlar?Aydınların,okumuş yazmışların şiddetin bu denli yoğun yaşanmasında esas unsur sayılmaları yanlış bir saptama değil bana kalırsa.Mevcut durumun analizini yapıp süslü cümlelere dönüştürmenin, zıtların çatışmasını halktan saklamanın kalemşörleri sayılıyoruz insanlar arasında.Kimsecikler bize güvenmiyor bizse kendimize hiç güvenmiyoruz. Hayat karşısında cümlelerimizi cesaretsiz sızlanmalarla yarım ağız geveledikçe tarih önünde gerimizi kusursuz biçimde kuran patronların hıh deyicisi sayılmaktan öte bir rolümüz olmayacak.

İnsanlık krizinin,özü doğadan koparılmış bireyin zavallı yalnızlığına sebep iktisadi model olduğunu söylemek yavan kalmış bir şarkı…Çarenin arandığı dönemlerin kaosunu yaşıyoruz şimdilerde.Modernizmin yaratıcısı diyebileceğimiz savaşlar son 20 yılda ekonomik krizleri yarattıkça özgürlük arayışımız had safhaya ulaştı.Yakın coğrafyamızda bireysel terör ya da kitlesel terör örgütlerinin yaygınlaşması umutsuzluğun göstergesi. Komşusu aç yatarken kendisi tok yatanın mümin sayılamayacağı bir kültürden en ahlaksız münafıkları yaratmak alet kullanma becerimizi aşan insan kullanma sanatının doğal bir ürünü.Tıpkı Gazze’ye gidecek gemiye binecek yüreğe sahip olmayıp masum insanları İsrail askerlerinin merhametine emanet etmek gibi.

Bütçe’nin Dört Aylık Performansı…

Haberlere bakılırsa Nisan ayını kapsayan dönemde bütçe açığı geçen seneye göre %21 azalarak 15.8 milyar TL’de kalmış.Bütçe giderleri %7 artarak 93 milyar 546 milyon liraya ulaşırken,gelirler 2009 yılına göre %15 oranında artarak 77 milyar 750 milyon TL olarak gerçekleşmiş.Faiz giderleri ise sadece %4.4 artarak 22 milyar 52 milyon TL. değerinde çapa atmış durumda.Cari transferler 35 milyar 250 milyon iken,personel giderleri 21 milyar 405 milyon. Bütçe’de esas giderleri yaratan üç kalem toplamı tüm giderlerin %84’nü teşkil ediyor.

Israrla söylemek lazım yerel yönetimlerin belli olmayan açık kalemleri genel bütçeye dahil değil.Emlak Vergisi’ndeki büyük artış, büyükşehir belediyelerince salma misali uygulanan ecrimisiller sırf bu açıkları kapatmaya yönelik girişimler.İller Bankası’ndan yerel idarelere ayrılan pay belediyelerin dişinin kavuğuna yetmeyince emlak değerlerinde muazzam artışlar yaşanıyor.Bu ay içerisinde vergilerinizi öderken karşılaşacağınız fatura yüklü olabilir.Başkanlar içlerinden çıkamadıkları borç batağından yeni vergiler ihdas ederek kendilerini kurtarmak istiyorlar.

İç ve dış açıkların düşmesi ya da artması ekonomik değerleri doğrudan etkileyebiliyor.Bütçe açığının artış yönünde eğilim göstermesi bir yandan kamu dengesini bozarken diğer yandan ithal mala olan talebin fazlalaşması dış açığı büyütüyor.Bana kalırsa en tehlikeli gelişme sayılan iç ve dış açık yükselişleri borçlanma gereksinimini,faiz ve yabancı para değerlerini yukarı çekiyor.Siyasi istikrarsızlığın gelişmeleri olumsuz yönde etkilemesinin neden olduğu borç krizleri iktisadi yapıları vururken halkın geçinme koşulları bu gelişmelerden dolayı çok zorlanmakta.AB ülkelerinin 750 milyar avroluk kurtarma ya da istikrar getirme paketi en hayati alanlarda taviz verme zorunluluğuna neden.Avrupa para biriminin zayıflamasını engellemek amacıyla uygulanan destek paketleri üye ülkelerin milli paralarını kaldırıp yerine avroyu getirme reformunun daha hakkından gelemedikleri bir yapı yaratmasından kaynaklanmakta.Mali birliğe geçmeden parasal birliğe geçmeleri kömür ve çelik ittifakının kanayan yarası olmuştur.

Bizimkiler Yunan siyasilere ders vermek için Atina’ya uçarlarken artlarında bıraktıkları referandum soslu,Baykal tatlandırıcılı gündem halkın geçim kavgasını gölgeleyecek biçimde gündelik hayatta yerini alıyor.Yarın bugünden daha fazla ekonomi konuşuyor olacağız bana kalırsa.Hormonlu büyümenin meşum sonuçlarına Atina sokaklarında şahit olurken acaba politikacılarımız hiç Yunanistan’da veya diğer AB ülkelerinde yaşananlardan ders aldılar mı?

İmam…

Hatırlıyorum da Dolmabahçe Sarayı’ndaki çalışma ofisimden dalgın dalgın Boğaziçi’ne,kayıklara,balıkçılara, martılara,gökyüzüne bakıp dua ederdim.İlk defa bu mekana taşındığımda kendimi Osmanlı’nın Cumhuriyet’e miras bıraktığı son padişah gibi hissetmiştim.Şu anda hapishanede olan son padişah Erdoğan…Eşyalarıma,renksiz solmuş dört duvara,parmaklıklara,kaba saba sesleri kulaklarıma kadar gelen gardiyanlara usul usul göz gezdiriyorum.Dualarım lanetli bir kabus haline gelmiş sanki. Sarayın yüzyıllık tarihi ile benim kişisel tarihimin gelip buluştuğu ortaklık geleceğimizin şu anlardan müteşekkil zaman aralıklarından yaratıldığını; mukadderatın hiçbir zaman bilinemeyeceğini bana düşündürüyor.Eninde sonunda Allah’ın dediği oluyor.

2010 yılındaki anayasa değişikliği ve referandum çabalarım girdiğim çıkmaz sokaktan bırakın kurtulmayı başıma daha büyük dertler açmıştı.Sabırların tükendiği,kavgaların kıyasıya arttığı o yıllar Türkiye’si ekonomik krizlerin halkın başından bir türlü kalkmadığı dönemdi aslında.İktidar olmayı bir türlü beceremiyorduk.Ergenekon Davası bile askerlerle girdiğimiz koltuk kavgasında bize sırtını dönmüştü.Bütün önemli noktalara ulaştığımız halde gene de karşımıza muhalefet bab’ından herhangi bir odak çıkıyor biz ona gücümüzü hasrederken açlığın,işsizliğin ve tüm bu yaşananların sebebi toplumsal buhranın hükümeti için için kemirdiğini göremiyorduk.İşin aslı gerçekleri itiraf etmek işimize gelmiyordu.8 senelik iktidarımız boyunca yokluk alabildiğine genişlemişti.Küresel Kriz’le iyiden iyiye sarsılan,sıcak paraya meftun ekonomiyi ayakta tutmak varlıkları satmaktan başka bir çare bırakmamıştı bizlere. Zengin-yoksul ayırımı arttıkça gökleri delen rezidans inşaatları şehirde hakimiyet kuruyor,böylesi tezatlığın -açılımlardan dolayı yaşandığı zannedilen kutuplaşma- fakirlikten dolayı olduğunu kabullenmek cesaret istiyordu.Oysa siyasetin yumuşak yüzlü çirkinliği cesaretimizi çoktan budayıp atmıştı.Yokluğun fay hattından kükreyerek büyüyen derin deprem toplumsal hayatı altüst ederken üstelik.

Üzerimize aldığımız riskin gücü tekelleştirmek amacına yaradığını hemen hemen herkes kabul etmiş,beni sıkı sıkıya takip eden kitleler bile ufak yollu homurdanmaya başlamıştı.Zira hep bahsettiğimiz iyileşme bir türlü onlara yansımıyordu.Halka anlattığımız hikaye sona eriyordu işte.Şimdi düşünüyorum da bize düşen seçime gitmek iken o yolu geciktirmek uğruna girdiğimiz referandum çıkmazı yaşadığımız akıl tutulmasından başka bir şey değildi. Yanlışlıklar katarının sıra halinde birbirini takip ettiği iktidarımın son 3 senesi 22 Temmuz Seçimleri’nde itibaren yola koyulmuştu.Anlaşılan kendimi ülkemin tek hakimi zannederken muhalefetle giriştiğim kıyasıya kavga hapishaneye bir kez daha düşmemek içinmiş.Özgürlüğümü var eden Başbakanlık koltuğunu korumak için giriştiğim o korkulu kavga kapkara bir sabahla sona ermişti.Bu çaresizliği anladığımızda ise geçmiş olsun demek düşmüştü hepimize.Ne yazık, korkularım geleceğimi bir kez daha yaratmıştı.

İpekçi,Mumcu,Dink…

1 Şubat 1979:Abdi İpekçi-Milliyet;24 Ocak 1993:Uğur Mumcu-Cumhuriyet;19 Ocak 2007:Hrant Dink-Agos…Üç gazeteci,üç suikast…Hemen hemen 14 sene var bu üç cinayet arasında.Olayların diğer ilginç noktasıysa perde arkasındakiler haricinde sadece iki tetikçinin -Mehmet Ali Ağca ile Ogün Samast- isimlerinin biliniyor olması.Uğur Mumcu’nun arabasına bomba koyanlar hala karanlıkta…Tıpkı Muammer Aksoy,Turan Dursun, Çetin Emeç,Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok cinayetleri gibi…

Öldürülen aydınlar çağdaş ve bağımsız Türkiye sevdasını tüm yüreklerde tutuşturmak heveslisiydiler.Gençlerin düşüncelerine barikat koyanların amansız düşmanı,tarikat ve cemaatlere şiddetle karşı,dinin siyasallaşmasına engel olan laiklik ilkesinin yılmaz savaşçılarıydılar.Şimdi yoklar…Onların yerine nefes alanlarsa yüreklerindeki insanlık düşmanlığını hayata kurşun yağdırarak sundular.Cezalarını çekip hayatlarına devam edecekler. Mehmet Ali Ağca nasıl lüks otellerde ağırlanıyorsa öyle ağırlanıp kahramanlar gibi karşılanacaklar,tabii yakalanırlarsa.

Bu cinayetlerde devlet bağlantısı var mı?Kafası bozulanın eline silahı alıp gidip gazeteci vurması tek başına işlenecek kadar töre cinayeti izleri taşımıyor.Yukarıda saydıklarım incelikle hesaplanmış kaçma girişiminden tutun kurbanları sıkı sıkıya takibe,silah temininden tutun lojistik desteğe kadar örgüt bağlantısı içeren siyasi cinayetler .İç ya da dış istihbarat örgütlerinin taşeronları kullandığı bir kanlı çerçeve bu.Adına kontrgerilla diyebiliriz veya Susurluk,JİTEM ya da TİT…SAVAK,CIA,MOSSAD… daha sayayım mı?

Hukuk devletinin anayasası olan can güvenliğinin hoyrat ellerde yok edilmesi; insana ait en değerli varlığın göz göre göre kanlı pusulara teslim edilmesidir.Siyasi çalkantıların artış eğilimine gönenmesi görevleri sadece yazı yazıp,haber vermek olan gazetecilere saldırmak cüretini bol kılmakta.

Ekonomik kriz, toplumu Haiti depremi benzeri şiddetle sarsıyor.Sarsılan üstyapı kendini koruma refleksi olarak sanal gündem maddelerini imal ederken kaosun gitgide yaygınlaştığı günlerimiz yeni ve gerçek siyasal cinayetlerin meşum habercileri…Kurt dumanlı havayı severmiş,karanlık köşelerinde plan kurgulayanlar kendileri için en uygun zamanı kolluyorlar.

Dökme Kurşun’un Yıldönümü…

İsrail’in 2008 yılının 27 Aralık tarihinde başlattığı ve bir aya yakın süren Dökme Kurşun katliamı 1434 Gazzeli’nin ölümü ile sonuçlanmıştı.Bu sayının üçte biri ise maalesef çocuk.Yaralıların sayısı 2500 civarında iken Hamas bahanesiyle yapılan saldırı Başbakan Olmert’in Ankara ziyaretinin hemen ardından gerçekleştirildi.Bu saate kadar Suriye-İsrail görüşmelerinde arabulucu rolü edinen Türkiye ile İsrail arasına karakedi girmiş oldu.Önce Şubat ayında yaşanan Davos tartışması,ardından Anadolu Şahini Tatbikatı’na İsrail tarafını davet etmemek,TRT’nin Ayrılık dizisi gibi konular sorunların üstüne tuz biber ekti.

İsrail devletinin Filistin ve tüm Ortadoğu’da hüküm süren saldırgan tavrı kendini koruma bahanesinde öte bir paranoyayı içeriyor.En son İran’ın nükleer silahlara sahip olma ihtimalini bahane ederek kamuoyu oluşturma çabaları sağcı Netanyahu hükümeti işbaşına geldiğinden beri artarak sürmekte.Filistinli Arapların aleyhine gelişen Yahudi yerleşimlerinin genişletilmesi olası bir Filistin-İsrail barışının önündeki engellerden sadece birisi.İsrail saldırganlığının II.Dünya Savaşı’ndaki Yahudi gettolarına benzer biçimde Filistinlileri ambargo ve toplu tecrit altında tutması o dönem yaşadıkları travmaları kendilerinden zayıf gördükleri insanlara yaşatmaktan başka bir anlama gelmiyor.ABD işgali altındaki Ortadoğu topraklarında işgalle beraber yerelleştirilen savaşlar,iç çatışma konularına şiddet yoluyla çözüm bulunması ve terörist eylemler GOP ile gitgide büyüyen kanlı sorunların dışarıdan desteklendiğinin göstergesi.

İran’da Haziran seçimlerinden sonraki kargaşanın giderek artması nükleer silah görüşmelerinde ABD-İsrail tarafının elini güçlendirmekten başka bir işe yaramıyor.Dini yönetimin ceberrutluğunu savunacak değilim ama Hatemi-Ahmedinejad ikilisine karşı büyüyen muhalefet cephesi İran devletinin dış saldırılara karşı kendini koruma refkleksini zayıflatmaktadır.

Türkiye’deki kozmik oda,devlet sırrı,suikast odaklı kargaşa dolu gündem Okyanus ötesindeki planların buradaki izdüşümleri.Aralık ayında Erdoğan -Obama görüşmesinin hemen ardından DTP’nin kapatılmasıyla başlayan süreç,sokak eylemleri, şimdi de suikast gerekçesiyle TSK’yı baskı altına alma girişimleri asimetrik psikolojik savaştan öte milli varlığımızın zayıflamış bir siyasi iktidar tarafından rehin alınması anlamına geliyor.Bu içi boş tartışmaların ardında büyüyen ekonomik kriz küresel güçlerin saldırgan planlarına destek olmaktadır.Yokluktan dolayı gitgide büyüyen etnik kimlik kutuplaşması Açılım adı altında senaryo olarak yazılıp sahneye konmuştur.Aklımızı başımıza devşirmenin zamanı;tüm bunların sonunda gelen gideni arattıracak gibi görünüyor.

Paranın İktidarı…

Meclis Genel Kurulu, Demokratik Açılım hakkındaki genel görüşmeyi şu saatlerde hala sürdürüyor.Muhalefet liderlerinin ardından kürsüye çıkan Başbakan konuşmasını henüz tamamladı.Açılım hakkında söylenmedik söz kalmadığı için kalan iş kapalı kapıları açıp somut projelerle meydanlara çıkmaktan ibarettir.Kürt halkının haklarını arttırmak amaçlı ve PKK terörüne karşı kansız çözüm girişimleri ABD’nin 2011 yılına kadar Irak’tan asker çekmesiyle eş zamanlı başlatıldı.İçeriden çok dış saiklerle gerçekleştirilen Açılım süreci savaş öncesi yapılan ateşkes görüşmelerine benzer görüntüler taşıyor.Kendi içinde çelişkiler taşısa bile AKP, Meclis görüşmelerinde Kürt Açılımını sürdürmek konusunda kararlı olduğu izlenimi veriyor.Bu tartışmaların arkasında erken bir seçim ya da referandum olursa şaşırmamak gerekir.

Kürt halkının teröre ve töreye kurban gitmiş her yaştan hayatın kurtuluş reçetesini dağda araması cehalet kadar çaresizlik duygusunu da içerisinde barındırmaktadır.Bu arayış içerisinde bir umut diye sarıldığı örgüt ise savaşı gündelik hayatın ölüm pratiği yapıp şiddetin kol gezmesine neden oldu.Devletin bu kirli savaşa korkunç bir boyut katarak aslan payıyla dahil olması ayran aklımıza terörsüz bir Türkiye olmayacağına dair bir inanç mıhlamıştır. Şimdi terör travmamızın tedavi amaçlı yeniden kanatılması olumlu bir sonuca kavuşacak mı, orası kocaman bir soru işareti.

Ekonomik demokrasinin toplumsal yaşantımızdan düzenli aralıklarla yapılan darbeler sayesinde uzaklaştırılması siyasetin gölgesini hukuk kurumlarının üzerine daha yeni salmadı ki.AKP’nin gölge oyununu kamuoyuna açık bir cesaretle oynama hevesi kendi başına iş açma ihtimali taşıyorsa bu gerçek demokrasi kültürümüzün derin sulardan sığ kıyılara kayması kadar iktidar partisinin muktedir olamayıp olayları yönetemez hale gelmesinden de kaynaklanmaktadır. Çiçek ya da böcek dinlemeleri son demlerini yaşayan siyasi erkin koltuğa yapışma mücadelesini yeni bir boyuta taşımasından başka bir anlama gelmiyor.Devlet-Hükümet arasında yaratılan bu darbeli yapı halk arasına da sızdığı için gerçeklerin ideolojik suçlamalardan bigane kalarak gözlere sokulması görevi biz kalem aşığı yarı aydınlara düşüyor.

Son ders:Türkiye’de tek güç vardır…Paranın gücü…O güç darbe yaptırır,sıkıyönetim ilan eder,açılımlara karar verir, bizim düştüğümüz hallere güler…Güleryüzünün ardında yatan kanlı güç savaştan nemalanır, fakirleşmemizden kalkınır ve bunların kavgasını bizlere yaptırır.Benim fakir aklım ise bu yapıyı nasıl değiştirebiliriz sorusuyla uykularımı böler.Ayrıca,dağlara çıkan gençlerin cesetleri mezarlıklarda boy boy yatarken ne için öldüklerini bilememelerinin acısını şehit ailelerinin de çekiyor olması kendimize yaptığımız o en büyük haksızlığın göstergesi değil mi?

Krizle Gelen Krizle Gider…

Başlık, Deniz Baykal’ın söylediği “AKP ile gelen APS ile gider” cümlesine benzer biçimde yazılsa da CHP Lideri’ne sahip olan anlam ve popülizm sığlığını taşımıyor.İşin türkçesi şu:2001 Ekonomik Krizi, 2002 seçimlerinde koalisyon partilerini silip süpüren AKP iktidarına kapıyı açtı.2008 Ekonomik Krizi’ni çifte kavrulmuş yaşayan seçmenler iktidarın performansını yakın zamanda yapılma ihtimali olan seçimlerde değerlendirecektir sanırım. Güçsüzlüğünü ortaya Darbe Belgeleri saçıp gereğini yapmadan oturmakla ispat eden siyasi irade şimdi de bürokrasi içerisinde kendisine karşı olan isimleri bertaraf etmeye çalışıyor.

Krizin dut yemiş bülbülü olma çaresizliği iktidar kanadı politikacılarını mikrofonu eline her aldığında vaaz verme sevdalısı yapıyor.Ne zamandır sahte açılımlarla oyaladıkları halkın evine ekmek götürememesi onlar için hiç mühim değildir.İkbal derdine düşmeleri son perdeye doğru olanca hızla koşmalarına neden oluyor.Korkuları eni konu damıtıp bizlere acı ilaç diye içirmeye kalkmaları casus kulaklar,yokluğa düşürme,psikolojik baskı altına alma girişimleri Made in USA tarzı nostaljileri anımsatıyor.Andıç demokrasisinin kulaklara hoş gelmeyen darbelenmeleri hakim, albay,savcı tutuklayıp,dinleyerek çözülmez.Ekonomik demokrasiyi kotarıp, gelir dağılımını insan gibi yaşama imkanlarına bağlama basiretini içerir.İçerir de nerede bizde o yürek, akıl,cesaret.Derin çalkantıların salladığı Türkiye gemisi bilinmez bir limana demir atmadan evvel erken seçim yollarına çıkmak elzem olmuştur.Boy boyladık,soy soyladık…

2010 Bütçesi Krizden Çıkış İşareti mi?

2009 yılının sonuna yaklaşırken 2010 yılı bütçesi öngörülen rakamlarıyla Meclis gündemine geliyor.Usulen yapılan tavsamış nutuklar arasında bütçe gündemin gereksiz yığıntıları arasına karışmamalı.Bana kalırsa can alıcı soru şu:Kriz nedeniyle 2009 yılı için yeniden belirlenen büyüme,enflasyon,cari açık,kur,bütçe açığı kalemleri bozulma yönündeki eğilimine 2010 yılında da devam edecek mi?Vergi artışı sağlanmadan 50 milyar TL bütçe açığını yakalamak dışarıdan gelecek bir kaynağa güvenildiğini gösteriyor.Dış piyasalardaki olumlu yönde gelişmelere göre hesabı yapılan rakamlar 45 milyar dolarlık dış ticaret açığı ile bağlanmış.Olağan dönemler baz alınarak olağanüstü dönemlerin atlatılma çabası bizi güç duruma düşürecek gibi.Erken bir genel seçim ihtimali siyasi istikrarsızlıkla ekonomik krizin el ele vermesi ile sonuçlanabilir.

Bu konuda faturanın aslan payını her zaman olduğu gibi vatandaş ödeyecek.Dolaylı vergilerin,enflasyon salmasının kursaklardan lokma çalacağı günlere gelmemiz dış kaynağa aşırı bağımlı olmamızdan kaynaklanıyor.Tasarruf oranının bir türlü istenen düzeye ulaşamaması ülkeyi uçan kuşa borçlu kıldı.Yatırım ve üretim rakamlarının geçici şekilde uyarılması ise daha sonunu görmediğimiz krizin geçici tedbirlerle izale çabasından başka bir anlama gelmiyor.Ne zamandır buralarda gamlı baykuşluk yapıyoruz ama görünen tek gerçek yoksulluğun derinleşerek arttığı.Kara paranın yasal parayı kovması gibi sanal gündem maddeleri gerçek gündemi gözlerden ırak tutuyor.

Irak deyince aklıma ABD geldi.Çakma Nobelli Başkan Obama ,Tayyip Erdoğan’ı çalışma ziyaretine davet etmiş idi. Dün de telefonla Abdullah Gül ile görüşmüş.Bakalım Başbakan oralara gidip geldikten sonra neler yumurtlayacak?Ev ödevlerinin yeni maddelerini hangi vaaz girişimleriyle halka satacak, merak ediyorum.Biliyorsunuz kendisi iyi satıcıdır.

Mektup Kardeşliği…

Geçen hafta, Açılım hakkında Ana Muhalefet Lideri ile Başbakan arasında mektup tartışması yaşandı.Ancak kendi kendine gelin güvey olan bizler ve siyasiler tarafından ortaya karışık gündem sayesindeyse konu çarçabuk unutuldu gitti.Kaosun matematiği olmaz diye düşünürsek yaşanan belirsizlik ve diyalogsuzluk ortamında tüm kurumlar üzerine düşen edimleri yerine getirmekte sıkıntıda kalıyorlar.İki tarafın kendi gündemlerini birbirlerine dayatmaları altından kalkılamayan sonuçları beraberinde getirebilir.

Malum, Meclis bugün,Abdullah Gül’ün konuşmasıyla yeni yasama yılı için açılış oturumunu yapacak.DTP’lilerin ifade verme krizi, sınır ötesi harekat tezkeresi,açılımlar…gibi konular ekonomik kaynaklı depremin öncü sarsıntıları.Bana kalırsa yöneten ve yönetilen arasında yaşanan uçurum halk nezdinde tartışmaların önemini azaltıyor.Unutmaya hevesli balık hafızamızla yaşadığımız günleri anlamlandırmaktan uzak kalıyoruz.

Açılım sürecinde yaşanan kamplaşmalara karşı ciddi herhangi bir tedbir alınamadı.Her alanda ciddi kan ve zaman kayıpları yaşıyoruz.Dünya değişirken değişememe sancılarını yaşamak sadece bize özgü bir durum olmasa gerek.Kaosun bize özgü olan kısmı yanlış adamları doğru mevkilere seçmek olabilir.

Fakirlik Dili ve Edebiyatı…

Beyler sofrasında bilinmez açlığın ne olduğu?Çocukluklarının fakirliğiyle beter azmış midelerini, tüyü bitmedik yetimin hakkı bile doyuramaz.Hani ne zamandır buralarda hep fazla bilgi gerektiren yazılar kalemliyoruz: Kıbrıs, Dolar, Açılım…Halkın arasına girdiğiniz zaman hayat memat kavgasıyla muharip olan gazilerin umurunda bile değil bizim gibi yedek yazarların çizdiği Türkiye tasvirleri.Çokbilmişliğimizi zaman sınayacak, eğer bir sene sonra da aynı konuları yazıyorsak ya biz ilerlememişiz ya da değişen hiçbir şey olmamış bu diyarlarda.

Dünya’da krizle gelişen dinamik bir süreç yaşanıyor.Uluslararası sistem kriz boyunca savaşlarla,yokluklarla sınanacağımız günlerin tezkeresini hazırlamakta.Ekmek arası açılımların sahibi kıçı dışarıdan kurulmuş siyasilerin tuzaklarına karşı dikkatli olmak gerekir diye düşünüyorum.Umut diye sarıldığımız seçilmiş hırsızların oy yalayıcısı artık olmayalım.Tuzun bile koktuğu bu malzemeden taptaze aş çıkarmak yiyebilecek mide ister.

Umarım,yazdıklarımın ulaşabildiği sevgili okurlar yarının bugünden daha iyi olabileceği umutlarını korurlar.Yazarak yaşamak dileklerimle…İyi haftalar!