24 OCAK 1993…

Bugün,Uğur Mumcu’nun öldürülüşünün 17. yıldönümü…Kolay değil, sevdiklerinin,okuyucularının Mumcu olmadan geçirdiği o kadar sene Türkiye’nin en sıkıntılı dönemlerine denk geliyor.Yaşasaydı,Tayyip Erdoğan ve AKP sultasına en güzel tezlerle karşı çıkanların başında gelirdi bana kalırsa.TEKEL işçilerinin yanında sarsılmadan durur,gider Fethullah Gülen’i bulur röportaj yapardı.Bülent Arınç ve şürekasının suratına doğruları en temelli iddialarla çarpardı.Tıpkı Hasan Mezarcı’ya yaptığı gibi.Yaranmak kelimesinin hayata düşen anlamına nice kalemden şahit olduysak,gazetecilikte dürüstlüğü Uğur Mumcu’dan öğrendik.Yazarın gerçekleri akıl süzgecinden geçirip Gözlem köşesine aktarması sayesinde olaylara bakış açımızı yazılarından hala etkileniyor.Resmi tetikçiler daha fazla yaşamasına izin vermediler.İzin verselerdi halkın nefes alan ciğerlerinden birisi olurdu.Kimbilir,belki de Ergenekon Davası’ndan kendi deyimiyle parasız yatılı içeride tutulurdu.

Ortadoğu ve ülkemizdeki birçok karanlık ilişkiyi kalpaksız Kuvay-i Milliyeci sayılan bu kalemden öğreniyoruz.Oysa bağımsız ve onurlu bir Türkiye sevdasından başka bir derdi yoktu Mumcu’nun.Yaşarken çektiği sıkıntıların, uğradığı iftiraların muhalif yazar kimliğinden kaynaklandığı çok iyi biliyordu,hatta öldürüleceğini de.

1993 Yılında Öldürülen Bazı İsimler:Eşref Bitlis-Şubat,Ahmet Cem Ersever-Ekim,Bahtiyar Aydın-Haziran, Bingöl’de 33 asker-Mayıs,Turgut Özal-Nisan,Uğur Mumcu-Ocak,Mehmet Sincar-Eylül,Adnan Kahveci-Şubat…

Tanınmış bu insanlar sadece benim hatırladıklarım.Özal ve 33 askerimizi bilerek kattım yazıya.Turgut Özal ortadan kaldırıldıktan sonra Susurluk adıyla bildiğimiz kontrgerillanın sivil ayağı harekete geçmeye başladı.Turgut Özal, Eşref Bitlis,Uğur Mumcu terörle yapılacak kirli savaşta Susurluk çetesine engel çıkaracaklardı.Kalemleri derin devlet tarafından kırıldığı zaman ülkemiz bir daha eskisi gibi olmayacaktı.Ardından Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel,Başbakan Tansu Çiller göreve getirildiler.1993 yılında devletin üst kademesi yeniden şekillendirildi.Hatta DYP Kongresi’ne Caspar Weinberger bile katıldı.Ne demişti Bill Clinton,”Bazı ülkeleri kaderine terk edemezsiniz,Türkiye gibi…” Kürt Sorunu’nun şiddet yoluyla çözülmesinin miladını 1993 yılı teşkil ediyor.O tarihlerden itibaren girdiğimiz korku sarmalı önceki yılları aratmaya başladı.

Bu kadar olay saydım MİT’in adı sanı duyulmadı.Ergenekon Davası’nda da Mumcu,Bitlis,Özal cinayetlerinde de… İstihbarat teşkilatımız zamanla siyasileştikçe karanlık olaylarda daha fazla bulunmaya başladı.Solculara baskın yaparak,muhalifleri izleyerek,işkenceli sorgularla insanların hayatlarını karartarak korkulu efsane heline geldi…
Oysa MİT,kendi gölgesinden çekinen bir durumda.Adana yöresi CIA’den soruluyor.Başbakan’a ait istihbarat birimi MİT’çileri aradan çıkarıyor.İstihbarata karşı koymayı bırakın, önceleri Ordu tarafından izlenen teşkilat şimdilerde Silahlı Kuvvetleri izliyor.Müsteşarın silik kişiliği sayesinde Türk milli istihbaratı Demokratik Açılım sürecinde Habur’dan geçen PKK’lılara taşımacılık yapmak zorunda bırakıldı.Bayrak ve Kura’n-ı Kerim üzerine yemin ederek göreve gelenler,yaptıkları işin şerefinin farkında değiller sanırım.Her ülkenin istihbaratçıları karanlık kişiliklerden müteşekkildir.Ama Şah Dönemi SAVAK’ını benzeyen bir geçmişe sahip MİT,kendi ülkesinde iktidar partisine yaranmak için Taraf Gazetesi başta olmak üzere yandaş medyaya servis yapıyorsa ortada bir garabet vardır.

Kontrgerilla kozmik odalarda aranmaz.Bunu yapana kargalar bile güler.Gazetelere psikolojik savaş odaklı haberler servis eden,her çevreden önemli insanları satın alan,içeride ve dışarıda Gladio benzeri benzeri bağlantılara dayanan yaşayan en örgütlü terör gücüdür kontrgerilla.Seferberlik Tetkik Kurulu-ÖKK sadece bu işlerin pratiğinde yer alan kurumlardır.Bu stratejilerin teorisyenleri çokuluslu siyasilerin bağlı bulunduğu istihbarat kuruluşlarından (CIA_MOSSAD-MI6) tutun mafyaya,Vatikan’daki din adamlarından Londra bankerlerine kadar dayanır.

Anlatmaya çalıştığım bu tip konular aslında palavralarla yan yana durur.Çünkü iş ciddileştikçe gerçeklerle yalanlar el ele verir,olaylar ve kişiler efsane haline getirilirler.”İpekçi Cinayeti” bu düşüncemin sadece bir örneği. Ağca,Abdi İpekçi’yi öldürmekten dolayı sadece 10 sene hapis yattı.Gasp suçu bile insan öldürmekten daha fazla cezayı getiriyor.Hrant Dink suikastı,Metin Göktepe olayı,Manisa’daki gençlere işkence edilmesi bu topraklarda hayatın ne kadar ucuz olduğunun göstergeleri sadece.

Bana göre çıplak gerçek şu:Dünya,yeniden şekillendirilirken terörle savaş ve ekonomik kriz kaldıraç vazifesi görüyorlar.Yıllardır gözümüzün önünde oynanan kanlı oyun bize ait isimlerle götürülse de savaşın yarattığı yeni dinamikler krizlerle el ele verip halkları birbirlerine düşman etmekteler.İç çatışmaların Ortadoğu-Yakın Asya ve Afrika’da bu denli yoğunlaşması başka neyin habercileri?GOP ile kurulmak istenen Yeni Dünya Düzeni,Soğuk Savaş döneminde komunizm tehdidinin yerine İslam toplumu ve fikirlerini koymuştur.Bu girişimlerin Türkiye’deki temsilcileri ise AKP ile Recep Tayyip Erdoğan…Başbakan’ın Medeniyetler İttifakı’na eş başkan seçilmesi göz boyamaktan başka bir anlama gelmiyor.Afganistan,Pakistan,Irak,Yemen şimdi de İran… İnsan sormadan edemiyor sıra bize ne zaman gelecek diye?Ve vazgeçmiyor Uğur Mumcu’ları özlemekten…

Düşüncelerimde samimiyim. Tüm söylediklerimde yanılıyorsam kalkar özür dilerim.Ama Türkiye’nin getirildiği ortam göz önüne alınırsa keşke yanılsam derim…

İpekçi,Mumcu,Dink…

1 Şubat 1979:Abdi İpekçi-Milliyet;24 Ocak 1993:Uğur Mumcu-Cumhuriyet;19 Ocak 2007:Hrant Dink-Agos…Üç gazeteci,üç suikast…Hemen hemen 14 sene var bu üç cinayet arasında.Olayların diğer ilginç noktasıysa perde arkasındakiler haricinde sadece iki tetikçinin -Mehmet Ali Ağca ile Ogün Samast- isimlerinin biliniyor olması.Uğur Mumcu’nun arabasına bomba koyanlar hala karanlıkta…Tıpkı Muammer Aksoy,Turan Dursun, Çetin Emeç,Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok cinayetleri gibi…

Öldürülen aydınlar çağdaş ve bağımsız Türkiye sevdasını tüm yüreklerde tutuşturmak heveslisiydiler.Gençlerin düşüncelerine barikat koyanların amansız düşmanı,tarikat ve cemaatlere şiddetle karşı,dinin siyasallaşmasına engel olan laiklik ilkesinin yılmaz savaşçılarıydılar.Şimdi yoklar…Onların yerine nefes alanlarsa yüreklerindeki insanlık düşmanlığını hayata kurşun yağdırarak sundular.Cezalarını çekip hayatlarına devam edecekler. Mehmet Ali Ağca nasıl lüks otellerde ağırlanıyorsa öyle ağırlanıp kahramanlar gibi karşılanacaklar,tabii yakalanırlarsa.

Bu cinayetlerde devlet bağlantısı var mı?Kafası bozulanın eline silahı alıp gidip gazeteci vurması tek başına işlenecek kadar töre cinayeti izleri taşımıyor.Yukarıda saydıklarım incelikle hesaplanmış kaçma girişiminden tutun kurbanları sıkı sıkıya takibe,silah temininden tutun lojistik desteğe kadar örgüt bağlantısı içeren siyasi cinayetler .İç ya da dış istihbarat örgütlerinin taşeronları kullandığı bir kanlı çerçeve bu.Adına kontrgerilla diyebiliriz veya Susurluk,JİTEM ya da TİT…SAVAK,CIA,MOSSAD… daha sayayım mı?

Hukuk devletinin anayasası olan can güvenliğinin hoyrat ellerde yok edilmesi; insana ait en değerli varlığın göz göre göre kanlı pusulara teslim edilmesidir.Siyasi çalkantıların artış eğilimine gönenmesi görevleri sadece yazı yazıp,haber vermek olan gazetecilere saldırmak cüretini bol kılmakta.

Ekonomik kriz, toplumu Haiti depremi benzeri şiddetle sarsıyor.Sarsılan üstyapı kendini koruma refleksi olarak sanal gündem maddelerini imal ederken kaosun gitgide yaygınlaştığı günlerimiz yeni ve gerçek siyasal cinayetlerin meşum habercileri…Kurt dumanlı havayı severmiş,karanlık köşelerinde plan kurgulayanlar kendileri için en uygun zamanı kolluyorlar.

Çürük Mesih…

Sabahtan beri gazeteci diliyle Abdi İpekçi’nin katili, Papa Suikasti zanlısı M.Ali Ağca’nın serbest bırakılış sürecine şahit olduk.Haber kanalları uzun uzun Ağca’nın nereye götürüldüğünü,kimler tarafından karşılandığını,ne yiyip ne içtiğini, ilk demecinde neler söylediğini gün boyu ekranlara taşıdı.Akşam olunca otele çekilen eski hükümlü taze mesih dinleniyor.Kolay değil, ömrünün 30 seneden fazlasını ya hapiste ya da firarda geçiren Ağca’nın akıl hastası olması doğal.Ama avukatlarının,akrabalarının konuştuğu lafları duyunca toplu bir akıl tutulmasına düştüklerini rahatlıkla öne sürebilirim.Ağca’nın hastalıklı beyni birilerinin tetikçisi olarak kullanıldığı için insanları ve olayları kolaylıkla manipüle edebiliyor.Beni şaşırtan konu etrafındaki insanların söylenen yalanlara kendilerinin de inanması oldu.

Eğer “İpekçi Cinayeti” konuşulmak isteniyorsa doğru adreslerden birisi Yalçın Özbey,yok konu “Papa Suikastı” ise artık hayatta olmayan Bekir Çelenk.Tüm bunları birleştiren isimse Uğur Mumcu…Kitaplarında değindiği gerçeklere buralarda hala ulaşılmış değil. Herkes ayran budalası gibi Ağca’nın ağzına bakarken Mumcu belgelerle gerçek gazetecilik örneğini sergiledi.Yazdıkları ölümünden sonra kitaplaştırılınca bu konularla ilgili bilinmeyen nice gerçek elimize ulaştı.24 Ocak 1993 tarihinde öldürülünceye kadar yılmadan karanlık isimleri araştırdı durdu.Üst katları rahatsız eden gerçeklere ulaşınca ortadan kaldırıldı.Öldürüleceğini bilen ve korkmadan olayların üzerine böylesine cesaretle giden birisine hayran olunmaz mı?Türkiye’ye Uğur Mumcu gibi bir kalem kolay kolay gelmez.

Zor günlerden geçiyoruz.Bir yanda ekonomik krizin sarstığı iktidar yorgunu atanmış hükümet,diğer yanda açlık ve yoksulluğa karşı direnen halk.Bir yanda parmak sayısı kadar olan zenginler sofrası diğer yanda paylaşılamayan ekmekten dolayı kıskançlıkla örülmüş iç çekmeler.Bu rezalet daha nereye kadar sürer?Taşeronlaşmanın her yana yayıldığı çalışma hayatının haksızlıklar üzerine kurulmuş olması veya doktorların,avukatların,eczacıların,işçi ve memurların ayağa kalktığı bir Türkiye tablosu Ağca’nın salıverilmesinden daha önemli değil mi?Kulaklarının üzerine açılımları yastık yapıp yatanlar kara kışa bulanmış ülkemin gerçek zanlıları.

Şimdi anayasa değişiklikleri için uğraşıyorlar.Amaç,erken seçimi ötelemek için referandumu öne sürmek.Açların sesini duymamak için gündem oynatmalarla bizleri oyalayanlar dış gezilerden başlarını bir alsalar gerçekler korku imparatorluklarının üzerine yıkılacak.Zaman çabuk geçiyor…2010 yılı geçen seneyi aratacağa benziyor.