Ne Yapmalı?

Terör bütün yaz boyunca insan hayatına kast etti,kast etmeye de devam ediyor.Seçimlerden sonra azmasının başlıca nedeni Çözüm Süreci’nin buzdolabına konulma durumu ise diğeri HDP’nin barajı aşma şansını yükseltmekti.İkincil sebepler arasında özellikle dış kaynaklı Büyük Ortadoğu Projesi’nin kanlı oyuncağı IŞİD aracılığıyla Suruç’ta gençlere bombalı suikast düzenlenmesi;iç politik alanda Ak Parti’nin tek başına iktidarı elde etmek için yeniden seçim seçeneğine sarılması gibi gelişmeler yatıyordu. Şiddet şiddeti doğururken herkes kendi hesabını yaptı ve koalisyon kurulamadı. Bu arada Erken Seçim olgusu iktidar partisi tarafından sandık güvenliğini sağlama almaya yönelik tedbirleri de beraberinde getirdi.Hatta örgüt ile AKP yeniden görüşüp seçimler için orta yol bile bulunabilir duruma gelindi.

Ben,toplumsal düzenin terörü azdırdığı kanısındayım.Uzun zamandır parasından altı sıfır atılmış bir ekonomiye sahip;topraklarında iki milyona yakın Suriyeli sığınmacıya ev sahipliğini yapan; Yasama-Yürütme-Yargı erklerinin (sermayenin çok küçük bir kesimde toplanması nedeniyle) tek adam etrafında zuhur etmesini hazmedebilen yapıyı ve bunlara benzer hususları silah seslerinin sokakları çınlatmasının başlıca amilleri arasında sayıyorum.Yaşam bunu gerektirdi, tarih önümüze bu seçenekleri sundu.Açların bağırışlarına kulaklarımızı tıkadıkça kendi yoz yanlızlığımıza gömüldük. Soyulduk,dövüldük,aşağılandık sesimiz çıkmadı.Komşularımızın topraklarına terör ihraç ederken yakalandık ama inkar ettik.Yalan söylemekle gerçekler gizlenemiyor.Gerçekler er ya da geç bir gün ortaya çıkıyor.

Toplumsal hayatımız geri kalmış bir çok ülkede olduğu gibi yıllar boyu sömürü,talan ve yalan üzerine kurulu.Atatürk Türkiye’sinden ziyade Baas Rejimi’nin hüküm sürdüğü Ortadoğu ülkelerine benzer özellikler kazandık.Çok partili hayatla başlayan şehirlere yönelik köylü akını tarikatların para kazanıp iktidarların gizli ortakları sayılmaları şansını kendilerine sağladı.Bu durum şehir ormanında fakir ve yalnız bırakılmış halkın devlet tarafından dini yapılanmaların kucağına itilmesi sonucunu doğurdu.Cemiyet hayatı,cemaat hayatına şeyhler sayesinde böyle böyle dönüştü.Aynı süreçte kadınlar ikinci sınıf sayılmaya devam edilirken kadın cinayetleri artarak sürdü.Erkek egemen toplumun zayıflara acıması beklenemezdi.Bin lira asgari ücret alıp sesini çıkarmadan karın tokluğuna çalışanlar aslında iyi bile sabrettiler.

Şimdi kalkıp ülkenin en geri kalmış bölgesinde “30 yıldır neden terör var? diye saf saf  soruyoruz. Sanırım bir tek oralara gidip bakmıyoruz.O  bölgede terör yüzyıllardır mevcut.Ağa-Şıh-Devlet üçlüsü işbirliği halinde töre-toprak-maraba sömürüsünü Osmanlı’dan bu yana sürdürüyor. Beyler sofrası fakirlerin kursaklarındaki lokmalarla bezeniyor.Şehirlere taşınınca durum tabii ki değişmedi.Kırsal kesim insanı şehir hayatının yabancılaştırıcı etkisine karşı çareyi şeyhlerin çıkar kokan salavatlarında buldular.Ağalar kravat takıp,hazine arsasına inşaat diken müteaahhite dönüşmüş kentlerin yeni zenginleri tarikatların baş konukları edilmişti.Ne de olsa Turgut Özal, Tansu Çiller,Tayyip Erdoğan zenginleri severlerdi.Sola karşı milliyetçi ve maneviyatçı gençler yetiştirmek isteyen devletimiz sağ iktidarların tüm liberal darbelerine ses etmedi.Sadaka ekonomisi böylelikle teşkil edildi.Devlet ekonomiden çekildikçe taşeronlaşma hayatın her alanına bulaştı. Ekmek kavgası karşı tarafın hakkını gasbeden iktisadi düzenle kanlı safhalara ulaştı.Borçla,sıcak parayla edinilen sanal zenginlik daha 10 sene geçmeden üretimde kalıcı durgunluk halini yarattı. Stagflasyon gelip boynumuzun üzerine oturdu.

Yukarıdaki sebeplerden ötürü halkın aç ve işsiz bırakılması sokakların huzursuzluğunu tetikliyor. Dini telkinler,kaderciliği şımartmalar da işe yaramaz oldu bu aralar.İnsan gibi yaşama hevesinin kişi onurunu satma bahasına sağlanması yaşanan acımasızlığın en acı fiyatı değil mi?Pazarlarda insan etinin satılması yol açmadı mı madenlerde 300 kişinin birden yok yere ölmesine?Bizi bize düşman eden haksızlıklardan değil mi bakanların rüşvet almak için altına yattıkları 30 yaşındaki zibidilerin serbestçe gezinmeleri.

O yüzden yoksullaştıkça muhafazakar kimlikler edindik,tutucu hale geldikçe terör günlük hayatın ekmeği sayılır oldu.Hırsızlık yapan dolandırıcılar, şarlatanlar, müritler hep şeyhlerini,imamlarını takip ettiler imanlarını değil. Kilisenin papazı dindarları soyanlara karşı cemaate sabır tavsiye ediyor ancak aynı sofrada kendisi de semiriyordu.Çökmenin eşiğine gelmenin sebebini artık aynaya bakarak bulmalıyız.Mide bulandırıcı bir manzara olsa da bakabilmeliyiz vicdanımıza.Ta ki insan olduğumuzu hatırlayabilene kadar.Çünkü kula kulluk etme hevesinden dolayı insan kalabilme erdemini yitirmiş durumdayız. Bilgilerinize…

Savaş Kapıya Dayanmadan…

Günlerdir şehit cenazelerini konuşuyoruz.40 günde 50’den fazla kaybımız var.Üstelik bu acımasız süreç ivme kazanıp tepe noktaya varacak gibi görünüyor.Terörün bilerek tırmandırıldığı bugünlerden en başa doğru dönersek CIA tarafından Deraa’da 2011 Mart ayında başlatılan Suriye İç Savaşı’nı not etmekle işe koyulabiliriz.Eş zamanlı olarak CIA ve İngiliz İstihbarat örgütü MI6 Tayyip Erdoğan’a PKK’ya daha geniş imkanlar sağlanması şartıyla terör örgütüyle masaya oturulmasını salık veriyorlardı.Bu meyanda Çözüm Süreci-Irak İşgali-Suriye İç Savaşı gibi kanlı gelişmeler tıpkı İran’la imzalanan nükleer anlaşma gibi Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) saç ayakları halini aldılar.Ağustos 2011’de BOP ile eş güdüm içerisinde Başbakan Tayyip Erdoğan dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu Şam’a gönderdi. Kamuoyuna açıklanan amaç özünde iyi idi: Ateşkes ilan edilip,bir plan dahilinde muhalefete söz hakkı verilerek akan kanın durdurulması isteniyordu.Peki ne oldu da o günden bu yana istenenin tam tersi yönünde hareket edildi?Politika değişikliğinin sebebi nelerdi?Birlikte tatile gidilen “Kardeşim Esad”‘a bir anda duyulan nefret olan biteni tümüyle açıklıyor muydu?Suriye bizim olanca insani! yardımımıza rağmen fiilen nasıl üçe bölünebildi?

Şimdi bir senaryo yazalım.Gerçek mi, yalan mı bizlere zaman gösterecek:İç savaşın başından itibaren Suriye ordusunun geriye çekilmesiyle sınırlarımızın hemen ötesinde herhangi bir otorite bırakılmamış oldu.Kapıların ardına kadar açılması sayesinde içeri buyur edilen mültecilerle birlikte tanımadığımız bir ülkenin sorunları,teröristleri,silahları,iç çatışmaları da ithal edildi. İstanbul,Ankara,Antalya,Hatay,Gaziantep ve diğer sınır illerimizde görüldüğü gibi siyasi ve askeri destek verilen Özgür Suriye Ordusu ya da Suriye Ulusal Konseyi gibi silahlı gruplar ülke içinde hızla konuşlanırken IŞİD,PYD,El-Nusra gibi terör örgütleri bir gecede sınır kapılarımıza dayandı. Üstelik IŞİD artık aramızda yer bulan,Türk vatandaşları tarafından desteklenen örgüt halini aldı. Zamanında devlet politikası adı altında gizlice El-Nusra Cephesi’ne yardım edenler şimdi daha bilenmiş bu yaratıkları bahçe duvarlarının hemen dibinde buluyorlardı.İşte bu tür hainlikler yoluyla Ortadoğu bataklığı Türk topraklarına park etmiş oldu.

Yukarıdaki gelişmelerin hemen öncesinde yine BOP kapsamında ABD, Erdoğan’a Çözüm Süreci’nin uygulanması koşuluyla Başkan seçilmesini teklif etti.Kürtçü siyasetin arayıp da bulamadığı fırsat Oslo Görüşmeleri ile zaten başlatılmıştı.Kaybedecek birşeyi bulunmayan terör örgütü silahla koparamadığı tavizleri masada teker teker kazanabilecekti.Lozan ile başarıyla hayata kavuşan Türk idari yapısı böylelikle Sevr tarz-ı siyasetle Federal Sistem’e çevrilecekti. Dikkat ederseniz Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk gibi davalar 2007 Anayasa Değişikliği ile eş zamanlı biçimde kotarıldılar.Oslo Görüşmeleri’nin hemen akabinde ya da henüz toplantılar bitmeden Cemaat-AKP ikilisi CIA ile birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri’ne komploda bulunuyorlardı.Başka bir açıdan bakarsak Erdoğan ve saz arkadaşları gazozuna ilaç konulmuş genç kız misali başkanlık hayaliyle kandırılmış idiler.

Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında ABD ve Batı ülkeleri İran etkisini kırmak ve Esad’ın zayıflatılmasını sağlamak amacıyla Suriye’nin en az 3 bölgeye ayrılmasını istiyorlardı.Bu iş için biçilmiş kaftan Ak Parti ve Recep Tayyip Erdoğan’dı.Mezhepçi anlayışları nedeniyle bölgede sünni güçleri destekleyen Türk devlet yöneticilerinin siyasi kompleksleri ülkemizi sınırları ötesinde maceralara girecek kadar pervasız hale getirilebiliyordu.Kanı kanla yıkama heveskarlığı MİT tırları aracılığıyla Suriye’ye silah taşımakla arşa ulaşmıştı.

Suriye İç Savaşı ile PKK’nın siyasallaşması olgusunu yine eşzamanlı biçimde değerlendirebiliriz. Çözüm Süreci palavrasının ülkemizi getirip koyduğu noktada Medeniyetler İttifakı eş başkanı seçilmekle övünen Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki AKP ile arkasındaki küresel güçler bilerek PKK’nın meşrulaşmasını sağlamışlardır.Dikkat edilirse Kıbrıs adasında Rum ve Türk taraflar arasında başlatılan görüşmeler Suriye’nin kuzeyinde yaratılan Kürt Koridoru’nun  enerji ikmal güvenliğini sağlamaya yönelik politikalardan sadece bir tanesidir.Yüzmeyen savaş gemisi diyebileceğimiz Kıbrıs üzerinde yaşayan Türk kesiminin elinden yaşam ve savunma hakları alındığında küvözdeki Kürt devletçiği daha rahat nefes alabilecektir.Öyleyse Türk varlığına her alanda saldırıda bulunulması emperyalizm için stratejik adımlardan en önemlilerindendir.Batı devletleri Türk toprakları parçalanırsa emellerine çok daha kolaylıkla ulaşabilirler.

7 Haziran seçimlerinin ardından yaşananlar ve erken seçime gidilmesi kararı birbirinden ayrı düşünülemeyen gelişmelerin doğal sonuçları oldular.İç çelişkilerimiz ile birlikte toplumsal sorunlarımızı zamanında gideremeyip dış dünya koşullarını doğru biçimde tanımlayamadığımızdan milli çıkarlar etrafında siyaset üretme konusunda sıkıntılar yaşamaya başladık.Küresel truva atı sayabileceğimiz Ak Parti işte bu siyasetsizliğin en büyük sorumlusudur.

Eylül ayında NATO ittifakı Avrupa ülkeleri ile eşgüdüm içerisinde Bulgaristan ve Almanya’da hava indirme ve yardım tatbikatı düzenleyecek.Haberlerde bu askeri gösterinin Rusya’ya karşı yapıldığı bildiriliyor.Yine şu aralar Karadeniz ülkeleri kendi aralarında tatbikata katılıyorlar.Türkiye, kıyıları bulunduğu deniz çevresindeki ülkelerle dostluk içinde askeri gelişmeleri takip ediyor. Senaryomuzun devamında Rusya ile iyi ilişkiler kurmaya çalışan ülkemize karşı NATO tatbikatının Türk devletine yönelik düşmanca tutumla yapıldığını ihtimal dahilinde değerlendirebiliriz.Tıpkı İncirlik’ten kalkan Amerikan uçaklarının Diyarbakır’ı, Hakkari’yi, Malatya’yı vurabilme olasılığı bulunduğu gibi.Yine savaşın tetiklemesiyle yükselen dolar kurunun 9 liraya yaklaşan değerler kazanabileceğini, ağırlaşan ekonomik koşullar ve buhranın beraberinde toprak kaybını getirebileceğini öne sürebiliriz.

Senaryomuza son verirken bir konuya dikkat çekmek isterim.İstihbarat örgütlerinin saha çalışması yaptığı Türk yurdunda kardeşçe yaşama azmimizi koruduğumuz sürece her türlü saldırıya karşı başımız dik kendimizi savunabiliriz. Sanıyorum yaşanacak bir savaş bizim ulusal bilincimizi daha keskin hale getirecektir.Daha umutlu ve aydınlık günler dileklerimle…

Ak Parti’nin Devletleşmesi…

2002 yılı Kasım ayından bu yana Ak Parti’li iktidarlar tarafından yönetiliyoruz.Kasım ayında Erken Seçim yapılırsa adı geçen parti yeni hükümetin kapısını açan yegane anahtar olacak.İstifa eden bir hükümetle birlikte devlet çarkları yağlanmamaktan dolayı gıcırdarken dişlilerden en önemlisi sayılan AKP seçimde kendisini istikrar unsuru olarak sunacak.Üstelik 7 Haziran sonrasında yenilginin hıncını almak amacıyla ülkeyi kaosa teslim etmekten kaçınmıyor.Türkiye’yi yönetirken devleti konsolide etme başarısına erişen AKP gökyüzünden yere bir günde inmedi. Kendisini yaratan iç ve dış koşullar varlığını korumasını da sağladılar.

İki cümlede anlattığım olayın ekonomi-politik geçmişi ise belirli iktisadi ögeleri bünyesinde barındırıyor.Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana üretim altyapısı ve ilişkileri feodalite aşamasından sanayileşme aşamasına henüz kavuşmamış bulunan ülkemizde devletin yoksul köylüleri toprak sahibi yapacağına tarım alanlarını terk etmeye zorlamasıyla merkezkaç hareketler güçlerini şehirlerde toplamaya başladı.Eş zamanlı biçimde çok partili hayata geçilmesiyle birlikte aynı zihni iklim siyasete ağırlığını koymaya yöneldi.Haddinden fazla haki renkli demokrasinin varlığına rağmen kısıtlı olanaklarıyla küllerinden kendisini yaratan güçlerden birisi bağımsızlık yanlısı Kürt Hareketleri ise diğeri din referanslı ve devlet destekli ancak Cumhuriyet döneminde kolları kesilen muhafazakarlığın merkeze taşınma çabalarıdır.

Askeri darbelerin sol anlayışı toplum hayatından silip atması sonucu topraklarını terk etmiş yeni şehirli insanlar köy hayatının basitliğini ararken büyük kentlerin karmaşasından kaçarak yaşam alanlarını tarikat-cemaat ve cami çevrelerinde kurmak zorunda bırakıldı.Cumhuriyet kurumlarına yönelik sübut bulan karşı devrime rağmen sağ iktidarlar oy kazanma kaygısıyla tehlikeye ses çıkarmadılar.Osmanlı toplumunun çok kültürlü hayatı yüzyılın başlarından itibaren savaşlar, göçler, katliamlar ile budanırken kurulan yeni devletin vatandaşları tek merkezli kimlik edinme baskısına karşın aidiyetlerine daha sıkı biçimde sarıldılar.Kürt Ayrılıkçı Hareketi ve İslam referanslı siyaset odakları 1920’lerin 30’lu yıllarda Kemalist devletin yarattığı bu yeni duruma cevaz vermeyip içe kapanarak varlıklarını korumayı yeğlediler.Uygun zaman ve ortamı buluncaya kadar yeraltına çekildiler.Tarihin sürgit akışı onları tekrar ortaya çıkardı.Osmanlı yönetiminde yüzyıllar boyu toprağa ve fethe dayalı  üretim ve paylaşım biçiminin yarattığı üstyapı kurumları siyasi aktörleriyle birlikte iktidar yarışına liberal Demokrat Parti aracılığıyla yeniden adım attı. Aslında hiç kenara çekilmemişler sadece kısa bir ara vermişlerdi.

Çok partili hayatın devamında siyasal İslam ve onun kutsal savaşçıları Soğuk Savaş döneminde ABD tarafından uygulanan Yeşil Kuşak Stratejisi’nin istenmeyen çocukları olarak kabul edilebilirler.Devlet ve toplum hayatına dayatılan ABD merkezli melez muhafazakarlık çift kutuplu dünyada sosyalizmi engelleyen en etkili silah sayıldı.Bu duruma karşılık Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra sol düşüncenin Kürtçülüğe kaymasının esas nedeni yeni dönemin kendileri açısından yarattığı ideolojik açmaz olduğu söylenebilir.Askerler aynı dönemde Türkiye’de sağa cevaz verirken sol yetim çocuk misali kenara atılmıştır.27 Mayıs İhtilali belki bu genellemenin bir parça dışında bırakılabilir.Ancak arkasından gelen 12 Mart,12 Eylül,28 Şubat,27 Nisan’ları yaratmıştır.

Ülkemizde ekonomik altyapının baskın feodal özellikleri nedeniyle baştacı edilen muhafazakar anlayış üretim araçlarının artı değerini paylaşırken üstyapı kurumlarını etkileme konusunda çok önemli yere sahip olmuştur.Bu süreçte İslam düşüncesi hiç hak etmediği halde yaşanan çarpıklıklara gölge gibi sunulmaktadır.Yukarıda değindiğim çarpık durum halen devam etmektedir. Sistemin tıkanmasının başlıca sebeplerini üretim altyapısında,iktisadi ilişkilerde ve paylaşım bozukluğunun artmasında aramak gerekmektedir. Toplumsal değişimin motor gücü iktisadi faktör çıktıları küçük bir kesimin elinde toplandıkça yozlaşan değer yargılarının üstünü sahte dindarlık kaplamakta ve kutuplaşma artmaktadır.

Adalet ve Kalkınma Partisi, 1960’ların sonlarından bu yana siyasi alanda faaliyet göstermiş ve kapatılan Milli Nizam,Milli Selamet,Refah ve Fazilet isimli partilerin devamıdır. Milli Görüş Hareketi’ni meydana getiren kurucu kadro dini hassasiyetleri yüksek kitlelerin oylarına talip olmakla yetinmemiş    1990’ların başlarından itibaren Refah Partisi ile birlikte Adil Düzen uygulamasını yerel yönetimlerde geçerli kılmaya çalışmıştır.Cemaat-Tarikat-Cami ilişkileri zamanla yerel yönetimler eliyle güçlendirilmiş kamuya ait kaynaklar parti yakınlarına dağıtılmaya devam etmiştir.Değişen bir şey olmamış eski dönemin alaturka kapitalistlerinin yerini yeni dönemin ılımlı İslam müteahhitleri almıştır.Düzen aynı kalmış hırsızlık;yolsuzluk toplumu çürütürken siyasetin ana gelir kapısı olma özelliğini korumuştur.

2007 ve 2011 seçimlerinde oylarını arttırıp yarışı başarıyla geride bırakan Ak Parti devleti ele geçirmeden iktidar olmayacağını kavrayınca kamu aygıtına yönelmiştir.Burada karşısına Fethullah Gülen Cemaati çıkmıştır.Aralarında yaşanan güç kavgası seçilmiş iktidarın atanmışlara karşı müdahalesini gerektirmiş Emniyet,Yargı,Ordu,İstihbarat ve diğer sinir merkezleri parti-devlet modeline dönüşerek tarafsızlıklarını hızla yitirmişlerdir.Devleti ele geçiren AKP eski dönemde devlete ait görülen refleksleri hızla edinme yoluna gitmiştir.

Anadolu sermayesinin dindar temsilcileri kamudan kaynaklanan rantın tadını alınca koltuktan ayrılmak istememektedirler.Devlete ele geçirme heveslerinin nedeni bu rantın sürekliliğini sağlamaktan geçmektedir.Nakit akışları parti-devlet sayesinde ihalelerin yandaşlara dağıtılmasına bağlıdır. Sıcak paranın karı küresel piyasa rüzgarları karşısında hızla erirken devlet eliyle zengin yaratma anlayışı hiç değişmemektedir.Borçla sağlanan tüketim çılgınlığı yoksulluğun yaygınlaşmasını sağlamış yaşanan ekmek kavgası giderek büyümüştür.Neo-liberal çağ Milli Görüş gömleğinin üzerine Davut yıldızını iliştirmiştir.2001 Krizi’nden bu yana dışarıya borçlanan Türkiye sürekli cari açık vererek büyüme yanılgısına düşmüş bu durum yabancı ve yerli! bankaları halka ait varlıkların son sahipleri haline getirmiştir.

Ak Parti olgusu yukarıda özetle anlattığım küresel çarpık ekonominin içerideki truva atıdır.AB ve IMF çapaları tarayınca bunların yerini Körfez devletlerinin petro-dolarları almıştır.Sermaye karını alıp çekip giderken yoksullaşıyoruz. Kendisini muhafazakar sayan bir iktidar döneminde kök salan yozlaşma hali adaletsiz gelir dağılımının en belirgin işaretlerini sunuyor.Paranın sahipleri olan efendiler ise emeğiyle geçinenlere insan gibi yaşama hakkını tanımıyorlar.Ak Parti zenginlerin gemisinde çımacılık yapmaktan öteye gidemiyor.

Savaşın Sonu…

Türkiye güney komşusundaki iç savaş nedeniyle çıkmaza girmiş durumda.Amerika ve Batılı devletlerin değirmenine su taşıyan Ak Parti politikaları nedeniyle ülkemiz 2 milyon mülteci ile başetmek zorunda kaldı.Savaş devam ettiği sürece ülkemize sığınan insan sayısındaki artış sürecek. Üstüne üstlük kapımızda nurtopu gibi Kürt devleti kurulmak üzere.Irak topraklarında yaşanan senaryo neredeyse aynı şekilde Suriye’de hayata geçiriliyor.İşin kötü yanı Türk devleti kapısındaki düşmana karşı ne yapacağını şaşırmış hale düşürüldü.Atılan her adım içeriden ve dışarıdan tepkiyle karşılanıyor.Çözüm Süreci denilen palavranınsa Suriye’deki Kürt yapılanması temellerini sağlamlaştırınca ne aşamaya kavuşacağını Allah bilir.

Terör örgütü bile Ak Partili iktidarlardan daha fazla stratejik zekaya sahip. Adamlar Irak ve Suriye’de sıkışınca Türkiye’de barış ilan ettiler.Ateşkes döneminde savaş alanlarındaki mevzilerini güçlendirdiler.İş kendilerinin istedikleri kıvama gelince ise şehir ayaklanmaları başlatacaklar.Bu siyasal tepkimenin hızlandırıcıları ise CIA-MI6-MOSSAD ve BND oldular. Ergenekon,Balyoz,Amirallere Suikast davalarının arka planında Türk devletinin savunma reflekslerini felç etmek yatıyordu.Paralel Yapı ile mücadele adı altında adalet sistemine ve polise düzenlenen operasyonlar benzer saikler ve yukarıda anılan istihbarat örgütleriyle işbirliği halinde gerçekleştirildi.Sıra Milli İstihbarat Teşkilatı’na gelirse sakın şaşırmayın.

Mezhepçilik yaparak halkını ayıranlar dış politikada benzer gafletlerin içine düştüler.”Yeni Türkiye” deyimi aynı sebeple bana hep yumuşak sesli liberallerin 2.Cumhuriyet  saçmalığını hatırlatıyor.Kemalist devlet ve ordudan nefret edenler ülkelerini ateşe atmakta beis görmediler.

Nerelerde hata ettik acaba?Kanımca en büyük hatayı geleneksel devlet politikalarını terk ederek yaptık.Bu sebeple “Ortadoğu’da oyun kurucu güç olacağız” hayalleriyle kalkışılan atakların kısa sürede süngüsü düştü.Şimdi kimsenin lafını dinlemediği güvenilmez bir ülke olduk çıktık.Bir zamanlar Esad ile gidilen tatillerin yerini savaşan unsurlara silah,mühimmat,ilaç,yiyecek sunma yanlışları aldı.Baas rejimi ise düşünülenden daha fazla direnç gösterdi.Şimdi Batılı ülkeler IŞİD sayesinde müslümanların birbirlerini boğazlamalarını keyifle seyrediyorlar.Küresel güçlerin taşeronluğunu yapan AKP bu işin içinden nasıl çıkacağının kavgasını veriyor.Seçimlerin ardından hükümetsiz kalan ülke yönetimi en hassas dönemde koalisyon partilerinin iç hesaplarına kurban edilecek.Erken Genel Seçim seçeneği mevcut durumda herhangi bir çözüm kapısını kimseye aralamayacak.

Adım adım çalışılan bir planın her safhasını yıllar içerisinde hep birlikte izledik.Borç para verilerek kamu varlıklarını satmak zorunda bırakılan bir ülke.Halkının yarısını bendensin diye ayırıp diğer yarısına benden değilsin diyerek her fırsatta hakaret eden bir Cumhurbaşkanı.Sonuç ortada…

Kendi ikbali için gözünü kırpmadan memleketini ateşe atan siyasetçilerin akıbetini herkes tahmin edebilir.Büyük Ortadoğu Projesi’nin yakıcı aşamaları ülkemize  yaklaştıkça Tayyip Erdoğan ile işi biten Batı kendisine nasıl bir son hazırlayacak merak ediyorum.Biliyorsunuz “kullan-at” siyasetçiler emperyalizm için en harika seçenektir.Lider kadrosunun basiretsizliği sonucu Ak Parti mensupları Suriye,ekonomik gerileme ve Çözüm Süreci nedeniyle halkın arasına çıkamayacak duruma gelebilirler.Yazık olacak ülkemize…

Stanley Fischer…

Stanley Fischer FED Başkan yardımcılığını sürdürüyor halihazırda.Bir önceki görevi İsrail Merkez Bankası Başkanlığı idi.Ocak 2014 tarihinde Barack Obama tarafından Rothschild ailesine ait bulunan Federal Reserve Bank’e ataması yapılmış.Başarıları ile parmak ısırtan bir ekonomi dahisi kendileri.2001 yılı öncesinde IMF Başkan Yardımcısı iken iktidar partisi üyeleri ve Merkez Bankası,Hazine gibi kurumlar ile birlikte ülkemizde günlük sabit kur uygulamasına geçişi sağlayarak 2000 Kasım ve 2001 Şubat devalüasyonlarının altyapısını hazırladı. Teorik düzeyi çok sağlam bir iktisatçı olduğu böylelikle ortaya çıktı.Bu başarısından sonra Citigroup Başkan Yardımcılığı görevine ardından İsrail Merkez Bankası’na atanarak bir anlamda ödüllendirildi. Anlaşılan o ki yapması gereken işi başarıyla halletmiş.

Kriz’in geri kalanını tamamlama işini ise bizim beceriksiz ve ar damarı çatlamış siyasetçilere bıraktı.Ak Parti’nin yaratıcısı 28 Şubat Post-Modern Darbesi ise banisi Üçlü Koalisyon Hükümeti oldu.Dışarıdan atanan tek seçici ise Stanley Ficsher’di.Kasım 2002 Genel Seçimleri’nde denize düşen halk yılana sarıldı.

Ficsher denilen adamı suçlayarak bir yere varamayız.Türk ekonomisinde o dönem yaratılan kaosun asıl sorumlusu Türkiye Cumhuriyet Devleti idi.Artarda gelen siyasi ve ekonomik krizler 17 Ağustos Depremi;Rusya ve Uzakdoğu Krizleri ile elele vermiş enflasyon almış başını gitmişti.Bütçe açığı Hazine borçlanmalarını arttırmış maaşları ödeyecek para bulamayan kamu kesimi yüksek faiz karşılığında bankalara muhtaç duruma düşmüştü. Sermayeleri patronları tarafından iç edilen özel bankalar da eksik kalan bu resmi tamamlamış oldu.Kusursuz fırtına 19 Şubat 2001’de yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında patlak verdi.

O döneme kadar Sabit Kur Rejimi ile günlük belirlenen dolar fiyatı bu toplantının ardından aldı başını gitti. Türk Lirası ısrarlı biçimde değerli tutulduğundan kur serbest yükselişe başladı.Tıpkı FED faiz arttırımı ile doların tüm gelişen ülke paralarına karşı şimdi yaptığı gibi.O dönem kamu aşırı borçlu idi.Bugün özel kesim yüksek dış borca sahip.Halk bankalara kredi borçlusu iken bankalar yurtdışına döviz borçlusu durumda.Sadece bankalar değil şirketler kesimi de hane halkını aratacak düzeyde döviz kredisi kullanıyor.

Şubat 2001 Çalkantısı ise derinden derine etkisini devam ettiriyor.Aynı sebeple paramızdan altı sıfır atıldı. Yüksek enflasyon ve durgunluk çıkmazına ise üretim düzeyindeki kısıtlamalar sebebiyle girmiş bulunuyoruz.12 senedir ülkeyi yöneten AKP iktidarı doların ucuz ve bol bulunmasından dolayı dış açık vererek suni büyüme sağladı.Yaşanan bu hormonlu büyümenin asıl sancısını ise gençler ve işsizler çekiyor.Cumhuriyet dönemlerinde ortalama %4.6 olan GSMH artışı AKP döneminde %3-4’lere revan olmuş durumda.Büyüyemeyen aynı zamanda dış borca muhtaç bulunan iktisadi yapı üretimin önünde duran en büyük engel durumunda.Tasarruf açığımız ancak üreterek kapatılma zorunda iken paramızın zayıflaması alım gücünü ve toplam talebi olumsuz etkiler hale geldi. Mal ve hizmet piyasalarında uzun süredir yaşanan ve kamu ile özel kesimin birlikte yaptığı gizli zamlar furyası yüksek fiyat düzeyinin kalıcılığını garantiledi.Hayat pahalılığı hem vatandaşın hem de Merkez Bankası’nın önceliği iken görevini yapamayan Erdem Başçı tıpkı Ali Babacan gibi ekonomide istikrarsızlık unsuru oldu.

Kısacası Stanley Fischer IMF’de görevini ifa ederken ülkemizde çalkantıya uygun zemini hazırladı ve çekti gitti.O ve yerli yardımcılarının ekonomide yarattığı fırtına Türk halkına sonuçları çok acı olabilecek çoklu tercih yanlışlarını ise beraberinde getirdi.Ne tesadüf ki aynı Fischer şimdi faiz arttırmaya hazırlanan FED’de başkan yardımcısı.Bakalım çıkaracağı bu krizden sonra hangi göreve terfi edecek?

Nereden Çıktı Bu Grevler?

Bursa’da bir haftaya yakın zamandır devam eden grevler şaşırtıcı geliyor kimilerine.Öyle ya Nisan ayında rekorlar kıran otomotiv sektörü yeni yatırım ve planlarla üretim ve ihracatı arttırarak Türkiye’yi küresel otomotiv devlerinin yatırım haritalarına güçlü biçimde ekleyecekti.Neyse çalkantı fazla sürmedi.Kısa bir aradan sonra Renault dışındaki fabrikalarda işçiler işbaşı yaptı.TOFAŞ,FIAT ile Coşkunöz fabrikaları üretime kaldıkları yerden devam ettiler.Yan sanayiden parça gelmeyen FORD fabrikaları da yeniden tezgah açtı.Perşembe günü Renault ve MAKO çalışanlarına ek olarak Ankara’da bulunan Türk Traktör fabrikası işçileri grev yapanlar arasına katıldı.Benzer sebeplerden kaynaklanan farklı bölgelerdeki grev hareketleri bunlar.İşçi davranışlarının tamamen para kaynaklı olduğunu söylemek içinse henüz erken.Maaşlarını zamanında alan sigortalı ve sendikalı emekçiler iş durdurma eylemi yapılan fabrikalarda çalışan kişiler.Huzursuzluğun sebebini Nisan ayında sözleşme imzalayan Bosch işçilerinin yüksek zam almalarında aramak hepimiz için kolay yol.Bosch firmasında sözleşmelere imza atan 191 kişinin aldığı zam farkları tartışma konusu.Renault ve FIAT ile diğer fabrikalarda çalışanlar arasında gerginliğin sebebi bu kadar basitse sorun kolaylıkla çözülür.

Bu arada Tokat ilinde Pancar Üreticileri kongresinde kavga eden taraflar arasında kalan torununu kurtarmaya çalışan çiftçi polisten tekme yemiş. Bağlantısız görünen olaylar zincirinden sizlere zulümlü bir halka daha.Ekonomi-politik temelli diğer haberi ekleyeyim haber dağarcığınıza.0-17 yaş aralığındaki Türk gençleri OECD ortalamalarına göre en yoksul konumda yer alıyorlarmış.Bu oranla 34 ülke içerisinde son sıradayız.En zengin ve en yoksul arasındaki gelir farkı ise 15 kata ulaşmış durumda.Fazlası var eksiği yok rakamların. Hürriyet Gazetesi’de sayfa bulmuş haberler bunlar.

Uzun zamandır dipten gelen dalgadan bahsediyorum sizlere.Yoksulluğun azgın öfkesiydi tarif etmek istediğim. Akşam yatağa aç girip sabah doğru düzgün kahvaltı etmeden iş aramaya çıkan insanlardı.Küreselleşme çağında fakirlik alabildiğine artarken ülkemiz bu duruma istisna teşkil etmiyor. Meksika,Şili,Brezilya,Yunanistan farklı toplumların benzer kaderleri paylaştığı ülkeler. Buralarda da işsizlik-yoksulluk ikilisi olanca hızıyla hükmünü sürdürüyor.Eylül 2008 Lehman Brother’s Krizi tetikledi yaygın ekonomik gerilemeyi.1929 Büyük Buhran ile kıyaslandı çoğu zaman şimdiki küresel kriz.

Bizim Kara Çarşamba’mız ise  unutuldu gitti.Oysa biz hala 2001 Krizi’ni tecrübe etmekteyiz.Yok pahasına satılan kamu varlıkları;tarımda üretim ve girdi artışının sakatlanması;çiftçilerin madenlerde ölmeleri; paranın birkaç kişi elinde toplanması..Tüm bunların sebebi devam eden Şubat 2001 Krizi.Batan banka ve kamu kesimi borçlarını devletten halka tahvil ederek sorunu çözdüğümüzü zannettik.2002 yılında bu yana iktidarda bulunan küresel sermayenin rant ortağı AKP ise mevcut durumun anlaşılmasını önlemek için Kemal Derviş politikalarını ısrarla sürdürdü.2005 yılında yeni liraya geçerek milli paramızdan altı sıfır attı.Bunu gerçekleştirirken bile fakirleşmeyi zenginleşme gibi sunma uyanıklığını gösterdi.Oysa sıfırları atılan para krediye temlik gösterilmekten başka bir işe yaramıyor.Bugüne kadar dolar karşısında değeri suni biçimde korunan Türk Lirası zamanla gerçek değerine geliyor.Kuru düşük tutarak faizleri yükselterek ülkeye sıcak para çekme kumarının son noktasına ulaştık.Ürettiğimizden fazla tükettiğimiz için cari açık veriyoruz.Özel kesimin bankalara,bankaların ise yurtdışına olan borçları çok yüksek.

2015 yılından itibaren  dış borç ödeme kabiliyetimiz sınanacak maalesef.Anlaşılan Yunan halkının başına gelenler bize ders olmamış.Bu saatten sonra Körfez ülkelerinden devşirilen saltanat petro-dolarları da krizi derinleştirmekten başka bir işe yaramayacak.Şiddetlenen krizle birlikte vergi gelirleri düşen kamu kesimi borçlanma imkanlarını zorlayıp kuruyan havuzdan para çekmeye başlayacak.Mevcut durgunluğa eklenecek stagflasyon hali bankalara yüklü miktarda borçlu durumda bulunan halkımız için 2001 öncesine geri dönüş anlamına geliyor.

Kısa keseyim Balkan havası olsun.Bursa’da işi durduran işçi,Tokat’ta tekme yiyen çiftçi,evinde boş oturan işsiz.Tüm bunlar bugüne kadar görmediğimiz kadar şiddette yaşanacak büyük bir krizin öncü göstergeleri sayılabilir. Derinleştikçe toplumdaki fay hatlarını kıran ekonomik sarsıntıdır tüm bu yaşananlar.İktidar ise gerçeklerin pek farkında değil.Başkanlık deyip,HDP deyip,Diyanet deyip kendi çalıp kendi oynuyor.Uzay çağında denize havaalanı inşa etmenin sonsuz mağrurluğu içinde koltuğu muhalefete bırakmak istemiyor.Bana kalırsa bir kaç vatanseverin dışında vatandaşın durumu kimsenin umurunda değil.Hatta halkın kendisi bile önemsemiyor mevcut gelişmeleri. Boşvermenin tehlikeli sessizliği içinde seçimlerin bitmesini bekliyoruz.Aç kalan kesimler çaresiz biçimde haklarını elleriyle alacaklar.Gidişat onu gösteriyor.

Yeşillenmiş Sermaye…

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu geçen hafta sonu yapılan kongrede 4. Sanayi Çağı’nın geldiğini müjdelemiş.Bir toplantıda dönemin Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın resmi korumalarından önce davranıp Bakan’ın koltuğunu tutmasıyla akıllara kazanan Hisarcıklıoğlu AK Parti’ye yakın işadamlarından sadece bir tanesi. Ancak gelecek günlerden haber vererek üretim süreçleri hakkında öngörülerde bulunması  önemli.Çünkü kendisi binlerce üyesi bulunan KOBİ’lerin çatı örgütünün başında.Genel Kurul’da bankalara da yüklenen TOBB Başkanı bankaların ellerini vicdanlarına koymalarının gerektiğini belirtmiş. KOBİ’lere ait olup sebepsiz yere vadesi gelmeden çağrılan kredilerinden bahsetmiş olsa gerek.

Konumuza geçelim:Adalet ve Kalkınma Partisi liberal muhafazakar kimliğe sahip olduğunu ileri süren bir lider partisi. Kendi içinde büyük çaplı koalisyon denebilir.Bu partinin ekonomik altyapısında üçlü bir örgütlenme mevcut:
1-Belediyeler ve onlara yakın şirketler;
2-Anadolu’da kurulu küçük ve orta ölçekli işletmeler;
3-Tarikat ve cemaatlerin bünyelerinde kurdukları meslek örgütleri,sendikalar,vakıf ve diğer girişimler.

Yerel Yönetimler;Ak Parti’den önce Refah Partisi döneminde kazanılan güç alanları olup kamuya ait rantın dağıtılmasında ilk derecede öneme sahiplerdir. Hizmet ve mal temininde belediyelere ait anonim şirketler kurarak kendilerine yakın işadamlarına ortak havuza teberru(rüşvet) karşılığında ihale verme uyanıklığı Adil Düzen siyasetinin uygulama eşiğidir.Ak Parti yönetiminde rüşvetin kitleselleşmesine, yolsuzluğun duble yollar halini almasına Refah Partisi’nden miras alınan ihale alışkanlıklarının büyük katkısı vardır.ANAP iktidarı boyunca yeterince rüşvete bulanan yerel yönetimler dindar başkanlar eliyle işsiz güçsüz takımını zengin etmede önemli roller üstlenmişlerdir.

İşte Ak Parti seçkinlerini teşkil eden büyük sermaye Adil Düzen adıyla belediye müteahhitlerine rant sağlanarak doldurulan havuzdan benzer suretle devşirildi.İhale yarışına Parti ya da TÜRGEV’e (Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı) verilen rüşvetlerle katılmak işadamlarının öncelikleri arasına alındı.Albayrak ailesi ve benzeri grupların zenginliği Milli Görüş mücahiti oldukları zamanlardan kalma ittifakların karlı bir ürünü oldu.

Anadolu coğrafyasında bulunan irili ufaklı KOBİ’leri ise Turgut Özal tarafından hayata geçirilen dışa açılma ve serbest piyasa uygulamalarının yarattığı muhafazakar yan ürünler olarak nitelendirebiliriz. Ahilik geleneğine kısmen bağlı kalmış ancak gidişat hakkında fikir ve söz sahibi olmak isteyen eşraf diyebiliriz kendilerine.Babalarının yaptığı gibi kasaba çevresinde düşük karlı ticaret ile yetinmeyen üretim alanına girmek isteyen ikinci kuşak bunlar.Kar etme söz konusu olunca ilkelerini geriye alabilecek kadar pragmatist; teknolojiyi uygulayabilecek derecede gelişime açık; eğitim düzeyi nispeten yüksek insanlardan müteşekkil Ak Parti’nin omurgasını oluşturan bu kesim.Anadolu insanının muhafazakar yaşamı korumasından yana milliyetçilik düzeyine sahipler. Aynı zamanda dünyanın gidişatı hakkında kaygıları bulunan taşranın iş hayatına gönderdikleri temsilcileridir.

Anadolu KOBİ’lerinden bağımsız düşünemeyeceğimiz Kutsal İttifak baronları fakirlerin kursaklarından lokmalarını çalarken dini kullanmanın eşsiz maharetine sahipler.Bahsettiğim kitlesel aldatma aşamasında devreye tarikatlar giriyor.Herbiri kendilerine özgü bir din adası sayılan tarikatların siyasal İslam anlayışının cami avlusundan;dergahlara; oradan parti kulislerine yansımasında din adamları ve şeyhler rol oynamışlardır.Yine onlar sayesinde Yeşil Sermaye’nin liberal aslanları holdingler kurarak girişimciliğin tadına varıp gurbetçiler ya da küçük sermayedarlardan topladıkları parayı iç etmişlerdir. Fadıl Akgündüz,Sayha Holding, Yimpaş, Kombassan,İhlas Finans gibi İslam referanslı kişi ve kurumlar milleti dolandırıp kaçmışlardır.

Kısacası TOBB Genel Kurulu’nda konuşan Başkan Hisarcıklıoğlu 4. Nesil Sanayi konusunda uyarılarda bulunurken ait olduğu camianın ufkuna hitap etmemiştir.Din kavramının ideolojik kılığa sokulup iktidar aracı kılınmasından tutun yıllardır halkın fakirleştirilmesinden büyüyen ur; toplumun yozlaşırken giderek muhafazakar görünüm alması halidir.Bilgi ve akıldan yoksunluk hayatın her alanını dertlere boğarken Kutsal İttifak bünyesinde bulunanlar meleklerin cinsiyetini tartışmayı sürdürüyorlar.Başkan Hisarcıklıoğlu bu gidişle daha çok bakanın sandalyesi çeker.

Seçimlerden Sonra…

Siyasetle biraz ilgilenenler 7 Haziran’da HDP’nin barajı geçip geçemeyeceğine odaklanmış durumda. Özetle; Başkanlık Sistemi ve eve paketlenmiş Anayasa’nın şansı Kürt Hareketi’nin oy oranına bağlı. CHP ve MHP’nin alışılmış seçim beklentileri ise heyecan yaratacak noktada değil.Bahsettiğim konu üretmeyen ekonominin siyasetinden kaynaklanan doğal bir sonuç.Para bir kaç kişinin elinde toplandıkça siyasal erk tek adamları ortaya salıyor.Adil gelir dağılımını sağlamadan hukukun üstünlüğü siyasetini uzak gezegenlerde keşfedebiliriz buralarda ise biraz zor.

Orta sınıfın daralmasını sağlayan yılların sürüp getirdiği gelir erozyonu gerçeği.Ortadireği küçülten sebepler arasında yüksek enflasyon ve doların değer kazanması halleri öncelik taşıyor.Siz parasından altı sıfır atıldıktan sonra normalleşen bir ülke gördünüz mü?Başımıza gelenler geri kalmışlıktan mütevellit rant edinme hastalığını işaret ediyor.Yoksulluk ikliminde her dem geçim sıkıntı mevsim normalleri arasında duruyor.

Kürt Hareketi’nin siyasal bilinç edinerek toplumsal mevzi kazanmasında Kürt Sorunu kaldıraç vazifesi gördü.Sosyalist alternatifin yokluğu etnik kimlik siyasetinin yolunu Kürtlere açtı.Bizim solcularımız ise solculuk niyetine Kürtçülük yaptılar.Halk bu yüzden onlardan uzak durup kendisini sağ partilere teslim etti. Darbelerin ezip geçtiği Türk solu yaşamak için benliğini nefret ettiği ırkçılığa satmak zorunda kaldı.

Gene dönüp dolaşıp orta sınıfın gerilemesinden bahsedeceğim sizlere.Soğuk Savaş’ın bitmesi ile merkeze yerleşen kimlik arayışları Türkiye’de İslam ve Kürt Sorunu üzerinde buharı hala tüten sol siyasetsizlikten kaynaklandı.Liberal aslanlar haline geldikçe tüketime meftun oluyor;parasızlıktan borca bağımlı kalma hali hepimizin üzerinde yıkıcı etkide bulunuyordu.24 Ocak Kararları ile serbestlik kazanan aşiret ekonomisi Özalizm ile birlikte ortadireği tüketime sevk etti.Muhafazakar kitlenin dünya nimetlerine dayanan dertleri olması 32 Sayılı Kararname ile dövize endeksli bir yön kazandı.Gümrük ve Ticaret Bakanlığı genelgesinde ekonomiyi desteklemek için Rıza Sarraf gibi tiplere geçiş üstünlüğü sağlaması aşiret liberalizminin alaturka kapitalizme dönüştüğünün soylu bir işareti sayılabilir.Para ve altını bavula koy gel sınırlarımız size 24 saat açık.Yozlaştıkça muhafazakar kılıklara bürünmek aç kalmamak için avucunu sokaktan gelip geçenlere açan dilencileri bana hatırlatıyor.Olmayacak duaya amin diyoruz sanki.Seçimlerden sonra gene avucumuzu yalayacağız.

İslamileştiremediklerimizden misiniz?

Sovyetler Birliği çöktü; tarih daha hızlı akar oldu topraklarımızda.Soğuk Savaş döneminde geçerli çift kutuplu düzen göreli sakinliğini  mezhepsel ve etnik savaşlara bırakarak sahneden çekildi. ABD öncülüğünde Batı ülkeleri İslam coğrafyası ve Konfüçyusçu Çin devletini baskı altına almaya başladılar.Bir zamanların Yeşil Kuşak Teorisi’nin taşeron mücahitleri Yeni Dünya Düzeni’nde terörist ilan edildiler.Afganistan işgali,İran İslam Devrimi gibi gelişmeler yukarıda anılan strateji içinde sebep-sonuç ilişkisini yaratıp siyasallaşmış dini hareketleri besleyen tarihi süreçler oldular.Türkiye 1980 ve öncelerinde geçerli bu dış politik anlayışın etkisinden kendisini kolaylıkla sıyıramadı.Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra da Soğuk Savaş’ta geçerli parametrelerle hareket etmeye devam etti.Çok partili sürece geçişten itibaren askeri darbelerin ideolojik dini hareketlere katkısını geometrik artış derecesinde diyebiliriz.

Erken dönem Cumhuriyet yönetiminde  devlet eliyle toplumun dönüştürülmesi hedeflenmişti. Mustafa Kemal ve arkadaşları Osmanlı bakiyesi geleneksel sosyo-ekonomik düzeni değiştirmek için altyapıda etkili önlemlere giriştiler.1900’lerin başlarından itibaren hayat bulan yenileşme hareketleri Demokrat Parti iktidarının hemen öncesinde meydana gelen 1946 ekonomik krizine kadar süregeldi.İlk olarak tek parti yönetiminin tutucuları 1920 ve 30’ların devrimci adımlarını geriletmeye başladılar.Toprak Reformu girişimi Aydın ve çevresinde köy sahibi olan Adnan Menderes ve arkadaşlarını Demokrat Partiyi kurmaya götürdü.Eş zamanlı biçimde 2.Dünya Savaşı sona ermiş; Birleşmiş Milletler, NATO,Avrupa Çelik ve Kömür Birliği gibi siyasi ve ekonomik kuruluşlar dünya üzerinde yerlerini almaya başlamışlardı.

Geleneksel toplum yanlıları Demokrat Parti yönetiminde  Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte kaybettikleri ayrıcalıkları geri almaya başladılar.Evvel emirde Köy Enstitüleri’nin yerini İmam Hatip Liseleri aldı.Halk dinini yaşasın diye Kur’an kursları açıldı,tarikat ve cemaatler hükümet üzerinde baskı sahibi kuruluşlar haline geldiler.Ekonomik kalkınma tarikatların güçlenmesini hızlandırıyor; sanayileşmenin doğal sonucu sayılan köyden kente göç gerçeği gecekondu tipi siyasal İslam’ın çimentosunu karıyordu.

Sosyalizm çatırdamaya başladıkça dini akımlar ideoloji halini almaya başladılar.Devletin derin eliyle kotarılan askeri müdahaleler siyasal İslam’ın gelişmesini yavaşlatıyor ama bir türlü durduramıyordu.Kapitalist özellikler kazanan ekonomik altyapı toplumun çehresini değiştiriyor; şehirleşen köylü ve Anadolu’da zenginleşen eşraf dindarlık ile liberal muhafazakarlık kimliklerini eş anlı biçimde kullanabiliyordu.Orta sınıf beslenip güçlendikçe Türkiye modernleşiyor; muhafazakarlık  yerini liberalliğe bırakıyordu.Krizler geleneksel değerleri ön plana çıkartıyor ancak normalleşme dönemlerinde kapitalizm dini değerleri slogan düzeyinde yeniden indirgiyordu.

Merkez ve çevre arasında yaşanan kavga kamudan devşirilen kaynağı parsellemek içindi.Ekonomi kamu öncelikli değil özel sektör öncelikli hale geldikçe siyasal İslam orta sınıfın gerilemesinden güç alarak gecekondulara yerleşiyordu.Küçük ve Orta Ölçekli işletme sahipleri kendilerine benzer siyasileri artık yönetimde görmek istiyorlardı.Kredi pastasından pay almak amacıyla dindarların iktidar olması şart idi.Orta sınıf fakirleşirken siyasal İslam rant pastasını paylaşma vaatlerinden ötürü bu denli gelişip büyüyebildi.

Burada karşımıza çıkan sonuç  şu olabilir:Cumhuriyet döneminde orta sınıf gerekli mali ve siyasi derinliğe sahip kılınamadı.Gelir dağılımı bozuldukça aşırı akımlar güçlenip merkeze yerleşme hususunda meşruiyet kazandılar.Siyasal İslam geçmiş dönem merkez sağ partiler gibi batılı ticaret rüzgarlarını arkasına alan değil;yeni nesil yeşil sermayedarlar  tarafından bütçelendirilen kuruluşlar konfederasyonu halini aldı.Hükümete yakın vakıf ve dernekler;işveren ve işçi örgütleri;üniversite ile baro ve meslek odalarında yerleşik ideolojik dini akımlar  zaman içerisinde kendi iktidarlarını yarattı.Aynı eko-sistem bünyesinde Gülen Cemaati de var idi;İskenderpaşa Dergahı da;Süleymancılar  da bulunuyordu.Türk orta sınıfı yeterince zenginleşmediğinden taşralılar kentli sayılma kıvamına bir türlü varamıyor;bireyi kutsayan liberalizm alaturka kapitalizmle birlikte kırsal kesim insanını dindarlığa mecbur kılıyordu.Netekim sol çökmüş idi.

Siyasal İslam bir günlük hikaye değil elbette.Topraklarımızda vücut bulan ağa-aşiret-şeyh merkezli geleneksel toplumun Osmanlı’dan bizlere miras kalan kötücül bakiyesi.Mali anlamda hatırı sayılır sermayeye sahip sosyal bir hareket aynı zamanda.Modernleşmemizin başarısı köylüyü kente taşımaksa bunu başardık.Ancak şehirli orta sınıfı yaratmak konusunda hiç de başarılı değiliz. Yeterince beslenemeyen insanların çok olduğu Yeni Türkiye için birey kabul edilme bir kilo pirzoladan daha değerli değil.Açlığın hüküm sürdüğü sokaklarda kula kulluk etme sakilliği kol geziyor.AKP bu nedenle sebep değil sonuç.Tayyip Erdoğan başkanlık sosuyla gizlenen fakirleşmemizin Türk tipi siyasal İslam menşeili ürünüdür.Sosyal hareketler açlık ve savaşlardan mütevellit.Bizde de olan biten bu.

Yollar Taksim’e Çıkmıyor…

Gayrimenkul pazarlığı yapmak için bu sabah  Silivri’ye gitmem gerekiyordu.Beni almaya gelecek yakınlarım eve ulaşamadı.Sebep?Mecidiyeköy girişi polis tarafından Çevre Yolu’ndan itibaren kesilmiş.Metro,metrobüs,vapur… canlı cansız tüm ulaşım araçları iptal edilmiş.”Tamam, böyle buyurdu Tayyip” dedik, düştük yola.E-5’e çıkalım gerisi Allah kerim.Fakat o ne?Önüm arkam sobe. Cevizlibağ’a ulaşmak için Zincirlikuyu üzerinden  Çevre Yolu güzergahına dönülmek zorunda. Otobüsler asfalt ortasında yolcu indiriyor,yolcu alıyor;işlerine gitmek isteyenler yollara dökülmüş çabalayıp duruyorlar.Hastası,yolcusu,turisti  Taksim Sendromu’na kurban edilmiş halde.

Anlaşılan o ki 1 Mayıs Emek Bayramı bizim buralarda 23 Nisan benzeri kutlamalarla yad edilmek isteniyor.Sol siyasetin evrensel muhalifliği,direnci,dünyayı değiştirme çabası devlet tarafından hala provokasyon girişimleri olarak değerlendiriliyor.Oysa Gezi Parkı Hareketi sokakları, parkları, mahalleleri, ağaçları halka yasaklamaktan yana tavır alanlar tarafından kendi elleriyle yaratılmıştı. Sürekli darbe yapılacak korkusu içinde bocalayan siyasetçiler sokağa çıkma yasağını çaktırmadan uyguluyorlar.Bugün yaşananların başka bir anlamı yok.

Üretimin tüketime yetmediği  dönemdeyiz.Üstelik AKP ile hayat bulan sıcak parayla büyüme rüyası kendi iktidar sürelerinde kabusa dönüşmek üzere.Muhalefet tarafından asgari ücret üzerinden devşirilen vaatler açlık sınırında yaşayan kesimlere cazip geliyor.Millet kemer sıkmak zorunda. Aybaşı bir türlü gelmek bilmiyor.Borç borçla kapatılmak zorunda kalınıyor.Bankalar ev ve arabaların tek sahibi.Bu durumda bayram bizim neyimize?

Gelir dağılımında adalet tesis edilmeden Taksim’e çıkma çabaları beyhude.Fakirlik geniş  yatakta akan azgın bir nehir gibi önüne gelen her seti yıkacak güce sahip.Bu yüzden 1 Mayıs Emek Bayramı açların sesini duymak istemeyenlerce sokağa çıkma yasağı tadında kutlanıyor.