Rus Hamlesi…

Geçen hafta içerisinde İsrail Başbakanı ve Türk Cumhurbaşkanı sırasıyla Moskova’yı ziyaret ettiler. Amaçları açık idi.Bölgede ABD ve Batı ittifakı karşısında denge unsuru sayılabilecek herhangi bir gücü kabul etmemek.Aynı günlerde Amerikan istihbarat birimleri gazetelere Rusların havadan ve karadan Esad ve Baas Rejimi’ne askeri desteğini arttırdıklarını açıkladı.Medyayla görüntüler paylaşıldı.Anlaşılan o ki Rusya, Suriye’nin Akdeniz kıyısında bulunan şehri Lazkiye’ye üs kurmuş ve yakın çevresine savaş uçakları,helikopterler ve askeri malzemeler yığmaya devam ediyor.Rus askerleri zaman zaman muhaliflerle çatışmalara girecek kadar konuya dahil olmuşlar.Önce kendi güvenliklerini iç savaşın ardındansa Esad’a bırakılacak Suriye toprakları için yaşam alanı oluşturmakla meşguller.Bizim açımızdan sorun aynı acil halini sürdürür durumda ancak Suriye halkı yeniden kan,gözyaşı ve acıya boğulacak gibi.Dev güçlerin birbirlerini sınırlama çabaları kanlı stratejiler yarattıkça Ortadoğu coğrafyasından üzerimize vahşet görüntüleri yağmaya devam edecek.

Peki Türkiye bu güç dengesinin neresinde yer alıyor?Cevap üzücü:Hiçbir yerinde!Dış politika Cumhuriyet geleneklerinden ayrıldığından beri manevra kabiliyetimizi her alanda yitirmiş durumdayız.NATO üyeliğinden ötürü ABD’ye açılan üsler kendi savaş uçaklarımızı,kara ve deniz unsurlarımızı izlemeye yarıyor.Amerikan istihbaratı terör örgütleri lehine ve bizim aleyhimize bilgi paylaşımında bulunuyor.1992’de Muavenet destroyerinin vurulması,1993’de Eşref Bitlis’in uçağının düşürülmesi Amerikan savunma stratejilerinin bizim açımızdan emellerini açıkça ortaya koyuyor.1964 yılında İnönü’ye yazılan ünlü Johnson Mektubu müttefiklerin ne kadar dost canlısı! olduklarını sanırım göstermiştir.2003 yılında Süleymaniye ve ardından 2007 yılında Ergenekon, Balyoz,Askeri Casusluk,Amirallere Suikast gibi kirli davalar Türk Silahlı Kuvvetleri’ni maddi ve manevi açılardan yıldırmakla görevli komplolardı. Cemaat-CIA-MİT bu hıyanetin ortakları oldular. İktidar partisi ise tepkimeye girmeyip sureti haktan görünerek aynı oyunda rol alıyordu.Aslında hem Cemaat-hem AKP-hem PKK/HDP üçlüsü Amerika Birleşik Devletleri tarafından kullanılan kukla idiler.İşleri bitince çöpe süpürüleceklerdi.Son zamanlarda yaşananlar bu sözlerimi teyit ediyor.

Şimdi aynı ABD devleti Suriye topraklarında konumlu PKK sayılan PYD’yi IŞİD’e karşı desteklemekle meşgul.Türk dış politikası ise aynı güçlere peşmerge eliyle yardımda bulunmayı sanırım marifet zannetti.MI6-CIA aklı kullanılarak Erdoğan’a buyur edilen Çözüm Süreci PKK’ya kırsalda nefes aldırırken terör dağlardan şehirlere yerleşti.Terörist unsurlar KCK davalarıyla birlikte iyice güçlenip saflarını sıklaştırdı.Örgüt,Kobani Olayları’nın ardından Cizre, Yüksekova, Nusaybin gibi yerlerde ayaklanma provalarına hız verdi.

Daha önemlisi aynı süreç sayesinde örgüt meşruiyet kazanarak halk tabanını genişletti.Kürtçülük davası siyasal bilinçlenme aşamasını tamamlayarak kendi Sierra Maestra’larını yaratmaya başladı. Yaratılan asayişsizlik ve güç boşluğu sonucu Dağlıca gibi bölgelerde askeri üsler konvoy ve karakolların korunmasına değil militanlarca saldırıya uğramasına neden olmaya başladı.Sebep ise basitti: Kırda kaybedilen alan şehirde terörist unsurlara hakimiyet sağlamıştı. Çözüm Süreci ihaneti ise aynı taktiğin gereği Öcalan tarafından Erdoğan’a sunuldu. Mayıs 1993 tarihinde 33 askerin Bingöl’de şehit edilmesi örneğinde görüldüğü gereği örgüt dönemin taktiği gereği geri çekilip zamanı uygun bulunca saldırıya geçmişti.Öcalan’ın devlete karşı Stratejik denge aşamasından Stratejik Saldırı aşaması yetkinliğine ulaşması Çözüm Süreci yüzünden Ak Parti’nin kapatılması  ve Erdoğan’a Yüce Divan yolunu açacak gelişmelerden sadece bir tanesi. Reyhanlı Saldırısı,17-25 Aralık Operasyonları,MİT Tırları,Gezi Parkı Olayları, Aralık 2011 Dağlıca bombalaması gibileriyse diğer siyasi dava dosyaları olarak mahkemelerde yer alacak önemdeler.

Gelelim Rus hamlesinin içerdiği mantığa.Sanırım Amerika ve Rusya Esad konusunda anlaşma noktasına ya yakın veyahut ulaştılar.Öyle ya Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry “Esad’ın hemen gitmesine gerek yok.” mealinde cümleler sard etmeye başladı.İran-Rus ikilisi Irak-Mısır-Lübnan Hizbullahı ile birlikte Batılılara alan hakimiyetlerini daha güçlü biçimde göstermiş oldu.Yakın zamana değin umut bağlanan Cenevre Görüşmeleri’nden sonuç alınamayınca Moskova bölgeye ağırlığını daha fazla koymaya başladı.İran ile P5+1 ülkelerinin nükleer anlaşmaya imza atmaları Suriye konusunda yaşanan süreci iyice hızlandırdı.Peki Suriye sınırları içerisinde Esad-ya da Baas Rejimi- küçük ama önemli bir bölgede varlığını sürdürebilirse diğer siyasi aktörlere yönelik ne gibi gelişmeler yaşanabilir?Cevap: İlk fırsatta Tayyip Erdoğan koltuktan indirilmeye çalışılır.Sebebi ise basit:Artık kendisine ihtiyaç duyulmuyor.Yapması gereken işi tamamladı ve kanalizasyona süpürülme zamanı geldi.

İşte size kısaca anlattıklarım insanların hayatları bahasına kan,gözyaşı ve zulüm üçlüsünün stratejiye geçmiş hali.Son beş yılda çocuklar,anneler,babalar sokaklarda bombalar altında öldürülürken kimse umursamamıştı.Bundan sonra da onların yerini alacak kurbanların kimsenin umurunda olacağını zannetmiyorum. Acımasız bir var olma savaşı bölgede hüküm sürüyor.Haçlı Seferleri ve Moğol İstilası’ndan bu yana tarih bu denli kanlı gelişmeleri Levant’a layık görmemişti. Üstelik kanın zamanla duracağını beklemek gerçekçilikle bağdaşmıyor.Yaşanan bu süreç içerisinde Türk halkının kaderi de kritik eşiğe gelmiş durumda.İnşallah 1 Kasım dertlere derman olur.

Kürtlerin Devletleşmesi…

Arap Baharı Ortadoğu topraklarında zuhur ettiğinden bu yana Suriye’de daha bir iki sene önce var olmayan Kürt devleti gözümüzün önünde adım adım yaratılıyor.Komşunun komşuya kurşun sıktığı;acı,kan ve gözyaşı dolu bir süreç içerisindeyiz.Batı dünyası bölgesel fay hatlarını ustalıkla tetikliyor. Hristiyan devletler terör örgütleri yaratıp ayaklanmalar çıkarma, ekonomik kriz ve ambargolar yoluyla yangına benzin dökmek amacıyla sahip oldukları her türlü imkanı kullanıyorlar.Böylelikle mezhep çatışmaları tüm İslam coğrafyasını kapsama alanına alıyor. Savaşan tarafların yalnızca İslam dinine mensup bulunması garabeti devletler arasındaki acımasız çıkar kavgasının sonuçlarından sadece bir tanesi.Yazılanlara bakılırsa hedef açık: İran,Irak,Suriye ve Türkiye devletlerinden toprak kopararak devşirilecek olan Kürt devleti üzerinden Büyük İsrail’i kurmak.

Geleneksel dış politikayı terke ederek neo-Osmanlıcılık yapan Ak Parti iktidarı yüzünden komşu ülkelerle aramız uzun zamandır açık.Bölge devletleriyle aramızdaki ihtilafların yaygınlaşan terör eylemleri yüzünden büyümesi Türkiye’nin iç barışını doğrudan etkiliyor.İran ile P5+1 ülkelerinin nükleer anlaşmaya varmaları bile Büyük Ortadoğu Projesi ile bağlantılı bir gelişme.Bizde sahada uygulanan BOP sebebiyle kotarılan Çözüm Süreci saçmalığı vardı. Halka yalanlar döşenerek sunulmuştu.Gerçekler kısa süre içerisinde ortaya saçıldı.İran halkına kendi devletleri ölümcül düzeyde yalanlar bezerken orta vadede bir Kürt ayaklanması İran coğrafyasında beklenebilir duruma geldi.

Batı ekonomileri ile ambargo kıskacında kalmadan ticaret yapmak İran’ın şimdilik işine geliyor.Biz 60 yıl önce aynı hatayı yapıp Amerika’ya yaşamsal tavizler vermiş idik.Ve gün geldi ulusal çıkarlarımızı savunamaz duruma düştük.1.Körfez Savaşı’nın ardından Kuzey Irak’ta özerk Kürt yönetimi devşirildi bir şey yapamadık.Hatta ve hatta Eşref Bitlis gibi kuvvet komutanları bizzat CIA ajanı Elisabeth Shelton’ın emriyle yok edildi.Ondan önce Uğur Mumcu aynı gizli el marifetiyle öldürülmüştü.Belki de İslam referanslı cinayetlerin ya da faili meçhullerin bir çoğu Pentagon orijinli suikastlerle gerçekleştirildi. Kontrgerilla el kitabına uygun olarak hayata geçirilen özel savaş pratiğinin ülkemiz üzerinde yıllardır uygulanmasında bir NATO örgütü sayılan Gladio’nun kimbilir ne kadar payı bulunuyor!

Yaşanan kirli savaşın temel nedeni yıllardır şiddet sarmalına girmiş bulunan Kürt Sorunu’dur. Kontrgerilla,Ergenekon,koruculuk sistemi,itirafçılar… gibi yasadışı işler aynı sorundan türeyen siyasal şiddetin toplum hayatını esir almasının doğal sonuçlarıdır.Mensupları etnik bilinç kazanmış olan bağımsızlık hareketleri siyasal alanda kendilerini ifade edemedikleri takdirde önünde sonunda silaha baş vuruyorlar.Kürt Siyasal Hareketi’nin terör örgütleri ile içli dışlı bulunmasının özünde Doğu’da var olan Ağa-Şeyh-Devlet üçgeninin halkı sömürmesi gerçeği yatıyor.Feodalite ve toprağa dayalı üretim ilişkileri PKK denen belayı maalesef yaratmıştır. Sömürülen bir halkın yöneticilerinden intikam almasıdır terör örgütü.Üyeleri arasında aşiret ilişkilerine benzer biçimde önderliğin kişiliğinde bir yok olmuşlukları vardır.Kürt çocukları Amerikan çıkarları için dağlarda telef olurlarken halkıyla aynı dili konuşan siyasiler keyif sürmektedirler.Örgütün başında bulunan isimler ise terörden nasiplendiği ağalıklarını her fırsatta konuşturuyorlar.Kısacası ekonomi-politik temelli terör etnik şiddeti yaratmıştır.Bölgede var olan siyasal töre silahla varlığını sürdürmektedir.Emperyalizm ise Kürt kanıyla Kürt devleti kurmaya çalışıyor.Benim asıl şaşırdığım konu ise bu.

Karanlık Adımlar…

Bugün ŞanlıUrfa,Suruç’da kadın olduğu tahmin edilen intihar saldırganı Amara Kültür Merkezi’nde düzenlenen toplantı esnasında kendisini patlattı.Sonuç: 31 ölü,100’e yakın yaralı… Yapılan gösterinin Kobani için destek eylemi olduğunu söyleniyor.Sanıyorum istenen amaç hasıl olunmuştur. Tanımadığımız, oturup konuşsak anlaşamayacağımız insanlar berbat biçimde hayatını kaybetti.Kör terör böyle bir şey işte.Pazar günü Irak’ta 120 kişi gene bir intihar saldırısında  yaşamdan koparılmıştı.

Ortadoğu topraklarında kanlı bir el müslüman canı bahasına Kürt topraklarını genişletiyor.Batılı devletlerin yürüttüğü Büyük İsrail Projesi ya da Büyük Ortadoğu Projesi komşularımızda Kürt Koridoru yaratarak hayat buluyor.Çözüm Süreci denilen kandırmaca aynı projenin Türkiye ayağı. Madem süreç sayesinde tek bir asker cenazesi gelmiyor neden hızla yeni kalekollar inşa ediliyor?Aslında PKK adı verilen terör örgütü Batı kamuoyunda IŞİD ile mücadele için parlatılıp durulurken Ankara Ortadoğu’da kaybedilmiş davanın izini sürüyor.Savaş milyonlarca mülteci ile birlikte sınırlarımızın içine kaymışken MİT tırları aracılığıyla yangına benzin dökmenin acı faturasını tüm ülke ödüyor. Kimilerinin beğenmediği “Yurtta sulh, cihanda sulh.” şiarına ne kadar muhtaç bir halimiz mevcut.Üstelik PKK denilen örgütte bulunan siyasi zeka bizde yok.Stratejik ve moral açıdan tıkanıp kalmış durumdayız.Ekonomik gidişat artan savaş giderleri sebebiyle enflasyon ve faizleri azdırıp durgunluk aşamasına yaklaşmakta.

Geçen günler içerisinde Amerikan Savunma Bakan Yardımcısı bayan Ankara’da İncirlik Üssü’nün kullanılması amacıyla istişarelerde bulunmuştu.Benim iddiam o ki istediklerini alamayınca görev IŞİD terör örgütüne düştü. Amerikalılar kendileriyle ortak hareket edilmemesinin intikamını masum insanları öldürmekle aldı.Savaşın tüm bölgeye yayılması için yapılan manevralar işin içine Türkiye ve İran’ı katmaktan geçiyor.Kürt bölgelerinde patlayan her bomba bizi savaşa bir adım daha yaklaştırıyor.Suriye ve Irak diyarlarında beslenen yangın Türk topraklarında hüküm sürecek kanlı hesaplaşmaları gündeme getiriyor.

Bombalı saldırının IŞİD tarafından gerçekleştirilmesi şaşırtıcı değil. Cerablus,Kamışlı,Kobani, Afrin,İdlib şeridinin Kürt güçlerce bir kısmının ele geçirildiği ve bir kısmının ele geçirilmek istendiği için müstakbel Kürt Konfederasyonu’nun Türkiye ayağı saldırı açısından tercih edildi. İran,İngiliz, Amerikan,İsrail,Fransız ya da Alman ortak girişim grubu da bu cinayetleri işlemiş olabilir.Artık pek bir şey fark etmiyor.Derin devletin etkisi olabilir; ihtimal dahilindedir.Diyarbakır’da HDP mitinginde yaşandığı gibi bazı karanlık güçlerin destekleriyle intihar eylemcisi planını gerçekleştirmiştir. Sokaklarda kaos yaşanması birilerinin işine gelir.Kanı kanla yıkamanın en acımasız biçimde görüldüğü zamanlarda meşum kurtarıcılar meydanları doldurur.Halk cellatına aşık olmaya başlar.Yaşamak kaygısı tüm isteklerin üstüne çıkar. Arkasından tanklar yürür.Asker silah kuşanır.Kardeş kavgası bir süreliğine durur.Umarım bu ihtimal gerçekleşme aşamasına gelmez.Dilerim içeride siyasi davalarla pasifize edilmiş Silahlı Kuvvetler dışarıda kullanamadığı korkunç  gücünü kendi halkına göstermeye başlamaz.

Savaşın Sonu…

Türkiye güney komşusundaki iç savaş nedeniyle çıkmaza girmiş durumda.Amerika ve Batılı devletlerin değirmenine su taşıyan Ak Parti politikaları nedeniyle ülkemiz 2 milyon mülteci ile başetmek zorunda kaldı.Savaş devam ettiği sürece ülkemize sığınan insan sayısındaki artış sürecek. Üstüne üstlük kapımızda nurtopu gibi Kürt devleti kurulmak üzere.Irak topraklarında yaşanan senaryo neredeyse aynı şekilde Suriye’de hayata geçiriliyor.İşin kötü yanı Türk devleti kapısındaki düşmana karşı ne yapacağını şaşırmış hale düşürüldü.Atılan her adım içeriden ve dışarıdan tepkiyle karşılanıyor.Çözüm Süreci denilen palavranınsa Suriye’deki Kürt yapılanması temellerini sağlamlaştırınca ne aşamaya kavuşacağını Allah bilir.

Terör örgütü bile Ak Partili iktidarlardan daha fazla stratejik zekaya sahip. Adamlar Irak ve Suriye’de sıkışınca Türkiye’de barış ilan ettiler.Ateşkes döneminde savaş alanlarındaki mevzilerini güçlendirdiler.İş kendilerinin istedikleri kıvama gelince ise şehir ayaklanmaları başlatacaklar.Bu siyasal tepkimenin hızlandırıcıları ise CIA-MI6-MOSSAD ve BND oldular. Ergenekon,Balyoz,Amirallere Suikast davalarının arka planında Türk devletinin savunma reflekslerini felç etmek yatıyordu.Paralel Yapı ile mücadele adı altında adalet sistemine ve polise düzenlenen operasyonlar benzer saikler ve yukarıda anılan istihbarat örgütleriyle işbirliği halinde gerçekleştirildi.Sıra Milli İstihbarat Teşkilatı’na gelirse sakın şaşırmayın.

Mezhepçilik yaparak halkını ayıranlar dış politikada benzer gafletlerin içine düştüler.”Yeni Türkiye” deyimi aynı sebeple bana hep yumuşak sesli liberallerin 2.Cumhuriyet  saçmalığını hatırlatıyor.Kemalist devlet ve ordudan nefret edenler ülkelerini ateşe atmakta beis görmediler.

Nerelerde hata ettik acaba?Kanımca en büyük hatayı geleneksel devlet politikalarını terk ederek yaptık.Bu sebeple “Ortadoğu’da oyun kurucu güç olacağız” hayalleriyle kalkışılan atakların kısa sürede süngüsü düştü.Şimdi kimsenin lafını dinlemediği güvenilmez bir ülke olduk çıktık.Bir zamanlar Esad ile gidilen tatillerin yerini savaşan unsurlara silah,mühimmat,ilaç,yiyecek sunma yanlışları aldı.Baas rejimi ise düşünülenden daha fazla direnç gösterdi.Şimdi Batılı ülkeler IŞİD sayesinde müslümanların birbirlerini boğazlamalarını keyifle seyrediyorlar.Küresel güçlerin taşeronluğunu yapan AKP bu işin içinden nasıl çıkacağının kavgasını veriyor.Seçimlerin ardından hükümetsiz kalan ülke yönetimi en hassas dönemde koalisyon partilerinin iç hesaplarına kurban edilecek.Erken Genel Seçim seçeneği mevcut durumda herhangi bir çözüm kapısını kimseye aralamayacak.

Adım adım çalışılan bir planın her safhasını yıllar içerisinde hep birlikte izledik.Borç para verilerek kamu varlıklarını satmak zorunda bırakılan bir ülke.Halkının yarısını bendensin diye ayırıp diğer yarısına benden değilsin diyerek her fırsatta hakaret eden bir Cumhurbaşkanı.Sonuç ortada…

Kendi ikbali için gözünü kırpmadan memleketini ateşe atan siyasetçilerin akıbetini herkes tahmin edebilir.Büyük Ortadoğu Projesi’nin yakıcı aşamaları ülkemize  yaklaştıkça Tayyip Erdoğan ile işi biten Batı kendisine nasıl bir son hazırlayacak merak ediyorum.Biliyorsunuz “kullan-at” siyasetçiler emperyalizm için en harika seçenektir.Lider kadrosunun basiretsizliği sonucu Ak Parti mensupları Suriye,ekonomik gerileme ve Çözüm Süreci nedeniyle halkın arasına çıkamayacak duruma gelebilirler.Yazık olacak ülkemize…

Mezhep Savaşları…

İran,ABD öncülüğündeki Batı devletleriyle nükleer anlaşmazlık konusunu bir süredir müzakere ediyordu.Geçen hafta içerisinde anlaşmaya varan taraflar diplomatik yolları çatışmanın önlenmesini sağlamada başarıyla kullanmış oldular.İmza atılan çerçeve metine bakılırsa komşumuz nükleer araştırma merkezlerinin,santrallerin ve ağır su reaktörlerinin sayı ve işlevlerini azaltacak.Buna karşılık 2012 yılından bu yana üzerinde hüküm süren ambargo baskısı hafifletilecek.Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Tahran’ın nükleer çalışmalarını ayrıntılı şekilde denetleyebilecek.

Halk tarafından sevinçle karşılanan mutabakatın Farslıları dünyaya daha açık hale getireceği aşikar.İlaç,gıda ve tıbbi malzeme ile sınırlandırılan dış ticaret yerini tüm mal ve hizmetlerin halka ulaşmasının sağlanacağı serbestliğe bırakacak.Petrol ihracatı zaman içerisinde artacak.Varılan mutabakatla Ruhani Yönetimi ABD ile İsrail ittifakına karşı zafer mi kazandı?Ya da bu anlaşma bir tür Pirus Zaferi’mi?Büyük Ortadoğu Projesi(BOP) kapsamında bölgemizde yürütülen kanlı oyun yeni bir aşamaya mı geldi?Tüm bunları zaman gösterecek.

ABD önderliğindeki Batı 11 Eylül Saldırıları’ndan bu yana Ortadoğu üzerinde iki temel strateji uyguladı.Bush döneminde doğrudan askeri müdahale uygulamak;Obama yönetiminde mezhep ayrılıklarından büyüyen iç çatışmalar çıkarmak.İkincisinin adını Arap Baharı olarak biliyoruz.

10 gündür Yemen topraklarına Arap Birliği ülkelerinin ABD izniyle uyguladığı müdahaleyi izliyoruz.İlk aşamada amaç Şii-Sünni çatışmasını dindirmek.Diğer hedef ise petrol ve ticaret yollarını güvence altına almayı sağlamaya yönelik girişim olarak kamuoyuna sunuluyor.Operasyon’un gizli kalan kısmı ise BOP’un güncelleştirilip aşama kaydetmesi gerçeğinden başka bir şey değil.Batılılar asker ve para kaybetmesinler maksadıyla yerli halkın birbirlerini katletmesine uygun ortam yaratıyorlar.El-Kaide,Eş-Şebap,IŞİD,Boko Haram,El-Nusra ve benzeri terör örgütleri ABD Koalisyonu yetersiz kaldığı zaman gün yüzüne çıkarılıyorlar.Bu örgütler kendilerine düşen kanlı görevi başarıyla ifa ediyorlar.

Bizde ise Arap Baharı Kürt Sorunu’na yönelik Çözüm Süreci adıyla maruf.Batı devletleri bölgedeki saldırılarına karşı koymada en organize güç olan Türk Silahlı Kuvvetleri’ni 1 Mart 2003 tarihinde reddedilen tezkere yüzünden affetmedi.Neo-Con Paul Wolfowitz verdiği röportajda ülkemizin özür dilemesini bile istemişti.ABD, Silahlı Kuvvetlerimiz üzerindeki hıncını Ergenekon,Balyoz,İrtica Eylem Planı komploları sayesinde aldı.Amaç hasıl olunmuş terörist suçlamalarına maruz kalan Genelkurmay hayati konularda karar alamaz noktaya getirilmişti.Bu oyunda başrol oynayan küresel Truva atı Ak Parti idi.Yardımcı oyuncu rolünde ise Fethullah Gülen Cemaati sultası altındaki hakim-savcı-polis saçayağı bulunuyordu.Cemaatle işi biten CIA bu sefer 17-25 Aralık Soruşturmaları ile Adana’da yakalanan MİT tırları yoluyla AKP kılıcını Cemaatin boynuna sürmeye başladı.Polise yapılan operasyon başka ne anlama geliyor?

Şimdi meşum sıra istihbarat teşkilatına geldi dayandı.Aslında proje 7 Şubat 2012 tarihinde Hakan Fidan’ın savcılığa ifade vermeye çağrılmasıyla başlamadı.2005 Oslo Görüşmeleri ile Çözüm Süreci kandırmacasına yönelik ilk adım atıldı.Suriye ve Irak’ta mücadele eden PKK Türk topraklarında askeri açıdan rahatlasın diye hükümete zeytin dalı uzatmıştı.Şeytanla heves içinde el sıkışan Ak Parti böylelikle CIA tuzağına düşürülmüş oldu.Aynı süreçte 2009 Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi göle maya çalmaktan başka bir anlama gelmeyip akim kaldı.Peki 2013 Mayıs ayından bu yana barış sürecini çatışmasızlık halini yaşıyorsak Kobani Olayları’nda neden 50’den fazla Kürt vatandaşımız öldürüldü?Tekin olmayan bir sessizlik sancağı Türkiye’nin üzerinde dalgalanıyor.

Böylelikle sıra adalet çalışanlarına geldi.Hukuksuzluğun arşa vardığı bugünlerde Çağlayan Adliye Sarayı’nda savcımız şehit edildi.Avukat kılığına giren bir terörist ile arkadaşı yabancı örgütlere taşeronluk yaparak savcıyı katlettiler.Polis ve istihbarat teşkilatları etkisiz kılındığından DHKP-C’liler bu kadar kolay cinayet işleyebildi.Operasyonun kendisi de faciaydı.

Kısacası kanlı Büyük Ortadoğu Projesi Türkiye’de bir çok aşamayı başarıyla atlatarak hayat buluyor.Devletin güvenlik mekanizmasının felç edilmesi gelişmelerin en önemli sebeplerinden birisi.Diğer asli faktör ise büyüyerek süren ekonomik kriz.Devam eden Çözüm Süreci kandırmacası ile AKP ve Karşıtları kutuplaşması krizi senkronize götürmeye yardımcı unsurlar.İkincisi çok daha tehlikeli bir gelişmeyi Sünni-Alevi çatışmasını içeriyor.Her sabah yeni bir güne uyandığımızda krizlere gebe Türkiye ile karşılaşıyoruz.Allah sonumuzu hayır etsin.

Yemen…

10  ülkenin işbirliği halinde Yemen’e saldırı başlattığı yeni tür mezhep savaşına şahit oluyoruz.Şii-Sünni karşıtlığına dayandırılan Kararlılık Fırtınası Harekatı müslümanı müslümana kırdırma acımasızlığının bir başka örneği.İslam Alemi açısından yüz karasıdır bu operasyon.Aynı zamanda ABD’nin Saddam Hüseyin’i kışkırtarak İran’a saldırttığı ve 8 sene süren İran-Irak Çatışması’na benzer yönler de içeriyor.Uzun lafın kısası yaşanan kargaşanın arka planında Hristiyan ülkeler var.Bölge, onların sahneye koyduğu Büyük Ortadoğu Projesi’nin(BOP)farklı aşamalarını tecrübe etmekte.Kamuoyuna söylenen yalan ise operasyonun Sünni ülkeler bloğunun İran’ı Ortadoğu’da geriletme çabası olması.

Suudi saltanat ailesi işlerine gelmediği yönetimleri alaşağı etmekte çok mahir.Gazeteler,bu harekatın Suudi Arabistan’ın Yemen’e düzenlediği ilk müdahale olmadığını yazıyor.Ülke,Arap Baharı’nın başından bu yana tam bir barut fıçısı.Eski Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih çatışmalardan dolayı iktidarı bırakıp kaçtı.Şimdiki liderse baş destekçisi Riyad’da boy gösteriyor.Otoritersizlikten dolayı El-Kaide 1990’lardan itibaren Yemen’de üstlenmiş durumda.Amerikan İHA’ları El-Kaide militanlarını vurmak amacıyla binlerce masum insanı aynı topraklarda öldürdü.Batı Koalisyonu şimdi de Arabistan ve diğer Sünni ülkeleri buraya saldırtarak iç savaşın şiddetlenmesini sağlıyor.

ABD ve Batılı Ortakları ekonomilerinin yetmediği yerde İslam karşıtı saltanat ailelerini piyon olarak öne sürüyorlar.Üstelik böylesi bir yol onlar açısından daha az maliyetli ve bizim açımızdan daha kanlı bir savaş.Petrol ya da İran işin zahiri tarafı.Konunun özünde İslam Alemi’ni tamamen yok etme amacı mevcut.Medeniyetler Çatışması’nın ete kemiğe bürünmüş hali olan BOP Ortadoğu’yu kanla şekillendirme girişimlerine yeni mevziler yaratmaya devam ediyor.

Suriye,Mısır,Yemen,Pakistan,Irak,Libya…Şimdi sıra kimde?Arap Baharı’yla birlikte bizlere iyi gözüken bir çok gelişme kanla karışık tabloya dönüştü. Sakın ola Kürt Baharı sayılan Çözüm Süreci de Türkiye’yi iç savaşa sürüklemek için ABD ve ortaklarınca kotarılan BOP’un bir başka siyasi aşaması olmasın?

Kim Haklı?

Geçen hafta referandum rüzgarını arkasına almış iktidar lideri ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun sadece 10 dakika görüşmesini yere göğe sığdıramayanlar olmuştu.Türban sorunu ve anayasa değişiklikleri hakkında umut pompalayan haberler arka arkaya gazete sütunlarına yansıdı.Yalancı baharın ardından sertleşen siyasi rüzgarlar halkın esas gündemini kenara bırakarak başkalarından medet uman Kürt Açılımı safhasına ulaştı.

ABD,KDP,BDP,PKK,AKP,MİT… kafa karıştıran görüşme ve gelişmelerin sıkıntılarımıza herhangi bir anlamlı katkısı oldu mu sizlerce?Silahları bırakmadan zamana oynayan terör örgütüyle el ele hareket eden, anadilde eğitim için bastıran BDP;onların yanında Irak devletini 3 parçaya bölen ABD ve durumdan vazife çıkaran KDP var.İktidar kanadının gelgitlerinin istenilen sonuca kavuşmasına ihtimal vermiyorum.Nedeni ise çok basit bir ilkeye dayanıyor:İstenilenler ile verilecekler arasındaki muazzam fark.AKP kanadı gelecek yıldaki Genel Seçimler’e kadar zaman kazanma çabası içinde.

Dağlardaki ölümlerin azalması hepimizin lehine.Şehit cenazelerinin bir süredir kesilmesi ortamı iyice yumuşatsa bile bizler yalancı baharlarla kandırılmaktan bıktık artık.Demokratik Açılım adı altında içi boş kalan girişimlerin gelecek günlerimize kanlı gelişmeleri getirmesi hep ihtimal dahilinde duruyor.

Kürt Sorunu sadece siyasi iktidarın sorunu değil,hepimizin sorunu.Buna rağmen muhalefet partilerinin atılan her adımda nasırlarına basılırcasına bağırmaları iktidara daha fazla manevra alanı sağlıyor.Ana muhalefetteki CHP liderinin acemi söylemleri sağlam politika üretememelerinden kaynaklanırken MHP’nin ideolojik katılığı BDP eş başkanlığına taş çıkartacak cinsten.Umudumuz kala kala MİT müsteşarı ile İçişleri Bakanı’nın ABD ve Kuzey Irak temaslarına kaldıysa yandı gülüm keten helva.

Sizlerle şu düşüncemi paylaşmak isterim.Batı Trakya’daki Türklere dil ve dinlerini yaşama özgürlüklerini istisnasız her alanda vermesini Yunanistan’dan ne kadar bekliyorsak Kürt kardeşlerimiz için de aynı çabayı birlikte göstermeliyiz.Onları azınlık statüsüne koyduğumuzdan dolayı çıkmamalı bu çaba;vicdanlarımızın mahşeri terazisinde sağlam şekilde tartılarak çağdaş yasa maddelerine dönüşmeli.Doğu’nun kekik kokan dağlarında terörden yaşam bularak büyüyen her acı Batı coğrafyasının umut dolu sahillerine bayrakla sarılı tabutları getirip bırakmakta.

Siyasi problemlerini silahla çözmeye çalışanlara karşı mücadele her alanda amansız biçimde yapılmalı.Burada en hassaslık içeren nokta halkımızın sağduyulu hareket etme kabiliyetine duyulan güven.Demokratik hakların halkın bir kısmına verilip diğerinden sakınılması yokluğun getirdiği kutuplaşmaları azdıracak mahiyette.Yarı ömründen fazlasını Kürt Sorunu ve PKK gündemi ile geçirmiş orta yaşlı bir vatandaş olarak içimdeki dinmeyen öfkenin karşı tarafta da aynı yoğunlukta var olduğunu kabul etmeliyim.Halk nezdinde taban bulmuş siyasi hareketlerin sosyolojik derinliğini doğru tahlil etmek gerekir.Etnik bilinç olgusu siyasal olgunlaşmasını yasal partilerde tamamlayamazsa sınırların yakınında ya da hemen ötesinde terör kamplarına militan sağlar hale geliyor.

Bizler eline silah alıp dağa çıkan insanların vahşi yaratıklar,canavarlar gibi hayal ediyorduk.Onların insan olduklarını,bizler gibi birer aileye sahip bulunduklarını,ölmek için göze aldıkları siyasi amaçları yüreklerinde taşıdıklarını aklımıza getirmedik. Sultantopu,Dağlıca,33 Er… buralardan büyüyen acılarla öfkeden kör olmuştu yüreğimiz.Yüreğimizle düşündüğümüz için aklımızla hissedemedik gerçekleri.Komşumuzla aramız çok iyi iken Diyarbakır,Hakkari,Mardin,Şırnak sokaklarında taş atan çocukları ileride terör kuyusuna düşeceklerini bile bile hapislere attık. Psikolojik travmaların sadece bizlere özgü acılar olduğunu sandık.Köyleri boşaltılanları,işkence edilenleri,gece yarısı ev aramasına maruz bırakılanları aklımızın bir köşesine tıktık.

Bölgede askerlik yapsaydım bu fikirleri hala savunur muydum benim için büyük bir soru işareti olarak duruyor bu konu.Yine de benzer cümleleri kuracağımdan emin olabilirsiniz. Çünkü savaş tüm haklılıkları yok edecek kadar kötü bir deneyim.Gencecik insanların eline silah verip:
“İşte düşman.Git onu öldür!” demek haklının veya haksızın kalmadığı, cehenneme dönüşen çatışma ortamında anlam ifade etmiyor.İnsan hayatının bir değer içermemesi bizzat teröre hayat öpücüğü vermekle eş manada.Ölümlerle büyüyen her zafer zamanla kalıcı yenilgileri getirip önümüze koyuyor maalesef.

Toplumsal hayatımızda ekonomik sıkıntıların kanattığı yaralara etnik bilinçlenme silahını kuşanmış terör acısı tuz biber ekiyor.Namlular birbirlerine çevrili iken barış ne kadar mümkün?Etnik karşıtlık etnik çatışmaya meyil verirken birbirimizin yürek dilini konuşamama acizliği dağların güzelim sabahlarına su içen ceylanları değil,umutları mayınlara mahkum kalmış cesetleri hediye ediyor.

Son Yüz Senemiz…

I.Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte yıkılan imparatorlukların yerini milli devletler aldı.II. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş deneyimini yaşayan dünya halkları 100 seneden kısa süre içerisinde Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bir çok devletin yeniden hayat bulmasına tanık oldular.Bu sürecin devamı niteliğindeki Mikro Savaşlar dönemi yakın ve uzak coğrafyamızda kanlı bilançolara geçit verdi.Milyonlarca insan etnik ya da dinsel savaşlarda katledilirken geride kalan çok daha fazla sayıda olanlar yaşadığı toprakları terk etmeye zorlanarak mülteci haline getirildiler.

Aşırılıklar Çağı’nda -Eric Hobsbawm’dan mülhem- karşısında dengeleyici herhangi bir unsur bırakmayan ABD mikro savaşları Ortadoğu ile Asya’ya yaymakta sakınca görmedi.Bu süreçte küresel paylaşım politikalarına 11 Eylül Saldırıları ile birlikte İslam dünyası’ndaki geri kalmışlığı kılıf olarak giydiren küresel güç kendisine yardımcı sıfatıyla El-Kaide gibi örgütleri seçmekten kaçınmadı.Yaşananlar gösteriyor ki tıpkı Taliban gibi El-Kaide de CIA destekli Pakistan istihbaratının Sovyet İşgali altındaki Afganistan’da yarattığı Yeşil Kuşak Teorisi’nden kalma kötücül mirastır.Türkiye bu kanlı coğrafyanın tam ortasında üstelik.

10.000 yıllık yerleşik hayata geçiş maceramızı bir yana koyduğumuzda son 20 senede ne kadar çok acıyı bir arada yaşamışız.Kanlı değişim dönemlerinde geçmişe dönüp bakmak olayları irdelemek açısından önemli işleve sahip.Etrafımıza sürüp giden karmaşıklıktan başımızı kaldırırsak tarihin kırıldığı anlardan bir yenisine şahitlik ediyoruz diyebiliriz.Bitti denilen milli devletlerin yerine neyin konacağı somutlaştırılmadan boz bulanık ortamdan kurtulamayacağız anlaşılan.

Irak,Afganistan,Pakistan,İran,Yemen,Sudan,Somali,Türkiye…Daha sayayım mı?Kanın oluk oluk aktığı periferimizde devlet otoritesinin yitirildiği Neo-Fetret Dönemi yaşıyoruz sanki.”Kalıpları yıkıyoruz!” diyerek yerine yenisine koyamayacağımız değerlerin erozyona uğratılması yozlaşmanın yarattığı toplumsal bilinç kaybına derinlik kazandırıyor.

Muazzam büyüklükte toprak kaybıyla sonuçlanan ilk dünya savaşı bize Türkiye Cumhuriyeti’ni kazandırırken II.Dünya Savaşı ertesi bu diyarlara çok partili hayat buyur edildi.Soğuk Savaş döneminde baskıcı devlet erkinin sınırlandırması çabalarına karşılık -darbelere rağmen- cılız demokratik gelenekle yolunu bulmaya çalışan yönetimler sadece genel oy tanımına uyan biçimsel demokrasi sayesinde iktidara getirildiler.Aşağı yukarı 60 senelik çok partili siyasal tecrübenin yarı zamanında etnik kimlik isteklerinden büyüyüp şiddete mahkum edilen Kürt Sorunu’yla başbaşa yaşadık.Siyasi taleplerin silahla kazanılması tercihi devlet gücünün giderek militerleşmesine sebep olan gelişmelerin önünü açtı.

Demokratikleşmenin gerisinde yatan en önemli güç sayabileceğimiz sanayi devriminin dengeli biçimde kotarılıp sınıf bilincine sahip şehirleşmiş orta tabaka yaratılamadığı sürece Türk modernleşme projesi cemaatleşip içe kapanan toplum yapısına ek olarak dış etkilere -Okyanus ötesi odaklar- açık bir kimlik ediniyor.

12 Eylül Referandumu’nun hemen ardından ülkemizde yaşanan tartışmalara göz atarsak dev adımlarla değişen dünyamıza ayak uydurmaya çalışan halkımızın sınıf bilincinin örselenmesinden dolayı bastırılmış etnik ya da dinsel kimlikleriyle yeniden var olma sancılarına tanık olduğumuzu söyleyebilirim.Üstelik hızla gelişen Anadolu sermayesi varken bu düşüncemi dillendirmem biraz bilmeyen cesareti bile olsa.

Tarımsal Kapitalizm Dönemi’nden Sanayi Kapitalizmi’ne sağlıklı biçimde geçemeyen kırsal kesim insanı şehir hayatında da devlet merkezli rant dağıtımı işine katılma geleneğini devam ettirmeye halen niyetli.Köyde kalmış olması gereken ağalık müessesesinin yerini seçimle iş başına gelen başbakanlar,bakanlar,belediye başkanları ya da bürokrasi kökenli valiler,emniyet müdürlerinin aldığı çok partili hayat adil gelir dağılımını bir türlü sağlayamadığı gibi demokratikleşmenin çorak kalmasına yol açtı. Sadece AB istiyor diye reformlar kotarmak zorunda kalan ülkemizin zamanı gelince tam üye yapılacağını düşünmek hayal gibi bir şey.

Değişimin motor gücünü düzenleyen ekonomik altyapı Cumhuriyet boyunca siyasi iradenin bilinçli biçimde Türk topraklarında sermaye kesimine sürekli imkanlar sağlaması yüzünden yoksullukların, yoksunlukların çoğalmasına yol açtı.Geçmiş 250 senede Endüstri Devrimi’nden geri kalmamız garabeti yanında -matbaanın icadı kadar önemli sayılan- İnternet Devrimi’ni ıskalıyoruz.

Yaşadığımız şu zamanda gerçek gündeme farkındalık getirmeme ayıbı gelecekteki günlerde geriye dönüp baktığımızda çağımızı yönlendiren yenilikleri kaçırmamızda en önemli sebep olarak sunulacak bana kalırsa.

Bana kalırsa krizlerin büyütüp hiçbir zaman gündemden düşürmediği esas konu hala tam anlamıyla kıvamını bulamamış orta sınıfın belinin kırılmasıdır.Mahalle veya köy hayatından kalabalık şehirlere göç ettirilen halkımız unutmak zorunda bırakıldıkları etnik ya da dini kimliklerini düştükleri yoksulluk girdabıyla birlikte yeniden talep ediyorlar. Ekonomik büyüme masallarına hala inanıyorsanız toplum çapında gitgide büyüyen -silahlanma ve uyuşturucu kullanımına yakından bağlı- bireysel terörü göz ardı etmemeniz gerekir.Yozlaşan gelenekler terörü yaratırken dinin inanç alanından çıkarılıp ideoloji haline getirilmesi siyasi talepleri muhafazakarlaşma yönünde olan kitleleri linç kültürüne yakın kılmaktadır.

Soğuk Savaş Dönemi’nin Yeşil Kuşak Teorisi’nin sahneyi terkedip yerini Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ne bırakması İslam coğrafyasında kanla yazılan tarihin kırılma anlarını bizlere hatırlatırken yaşanan olaylar insana korku veren kötücül senaryonun yeniden çevrildiğinin kanıtı sanki.

Küresel Finansal Kapitalizm dönemi 2008 Krizi ile birlikte çeper değiştiriyor.Savaşların ülkeleri -özellikle ABD ve İngiltere- mali açıdan zora sokması borca meftun ekonomik altyapının çıkmaz sokak levhası. Dünya çapında ikinci dip dalganın yaşanıp yaşanmayacağı tartışılırken 2011 ve 2012 yılları bizim açımızdan önemli sorunları beraberinde getirecek oysa.Bu topraklarda çoğumuz yukarıda adı geçen senelerde Tayyip Erdoğan’ın Başkan veya Cumhurbaşkanı seçilip seçilmeyeceğini tartışıp dururken Bilgi Çağı’nı tıpkı Sanayi Devrimi dönemini ıskaladığımız gibi ıskalayacağız.Halkın cahil bırakılmasından medet umanların kimlerin hesabına çalıştığını bilemem ama insan kaynaklarımızın umarsızca heba edilmesi din görünümlü şirk toplumunun temellerini atıyor sağlamından .

Karmakarışık gündem maddelerini alt alta yazıp sonra bir kenara fırlatıp attığımızda halkın yoksullukla yaşadığı savaşı Altınşehir’in, Esenyurt’un, Bağcılar’ın polisin bile gündüz gözüyle giremediği arka sokakları açıkça anlatıyor.Sokakların söylediklerini dikkatlice dinlediğimizde fitili ateşlenmiş bombanın üzerinde oturuyorsunuz dediklerini duyar gibi oluyorum.

İslam Dünyası ve Biz Neden Bu Durumdayız?

Çağımızın özellikle son otuz yılın baş döndürücü ve kanlı gelişmelerine birer birer şahitlik ettik halen de ediyoruz.Kasım 1989’da Soğuk Savaş’ın bittiğini tüm dünyaya ilan eden Berlin Duvarı’nın yıkılması şaşkınlığını yaşadık.1991 yılında iki kutuplu dünyanın süper gücü sayılan Sovyetler Birliği parçalanarak Bağımsız Devletler Topluluğu’na dönüştü.Aynı sene ABD tek süper güç halinde ayakta kalma başarısını Kuveyt işgali bahanesini öne sürerek Irak’a saldırmakla kutladı.O zamana kadar başımıza fena şekilde dert olan Kürt Sorunu’nun Körfez Harekatı’ndan sonra siyasal güç kazanarak komşu topraklarda yarı özerk devlet halini alması tırmanan terörle birlikte yaklaşan tehlikenin ilk ciddi işareti sayılabilirdi.Bosna Hersek,Afganistan,Ruanda,Cezayir,Somali… gibi ülkelerde yaşanan iç savaşlar korkunç düzeye ulaşan insanlık trajedilerini medya aracılığıyla her gün evlerimize kadar getirdiler.Ne yazık ki Fukuyama gibi yazarların tarihin sonu diye ilan edip liberal ilkelerin tüm ülkelerde hüküm süreceği barış döneminin başlayacağını iddia etmelerine rağmen kanlı mı kanlı geçici bir ateşkese adım atmış idik.Aslında başımıza geleceklerden daha haberdar bile değilmişiz.

Bu tarihlerden itibaren Medeniyetler Çatışması kitabının yazarı Huntington ‘u garip bir şekilde haklı çıkaran mikro savaşlar gezegenimizde yaşanmaya başlandı.Savaşların büyük kısmının İslam Dünyası sınırları içerisinde sürüp gitmesi karşımızdaki gücün bizleri önce zayıf ve bilgisiz bırakıp ardından birbirine düşman kitleler haline getirerek savaşmasını sağlamak gibi basit bir fikre dayanıyordu.Böl-Yönet politikası gerçek gücüne Batı Dünyası’nda yüzyıllardır hüküm süren kötücül diplomatik mirasın Fransız İhtilali’yle beraber İslam topraklarına milliyetçilik tohumlarını ekmesi sayesinde ulaştı.

Sanayi Toplumu’nun kitle üretimine dayanan ekonomik gelişmesi yeni pazarlar arayışını yaratırken başta Osmanlı olmak üzere tüm İslam Dünyası’nın böylesi bir yaşam devrimi karşısındaki çaresizliği,en önemli örnek sayılan matbaanın gelişi dahil,fikirlerimizi yenileyecek her değişikliğin muhafazakar ümmetçi toplumlarda din düşmanı addedilmesi nedenine bağlanıyordu.Özünde ekonomik tutuculuğun siyasi iktidar ile el ele vermesi sonucu ait olduğu dönemin teknolojik bilgi üretimine, girişimci sermayedar sınıfına,kapitülasyonlarla sağlanmış ayrıcalıklarına dayanan ekonomileri karşısında salt esnaf ve tarım üreticilerine kısmen de ticarete dayanan kitleden müteşekkil müslüman halk böylesi haksız rekabete karşı koyamazdı.İslam Dünyası’nda inanılmaz bir fikri çoraklığın hüküm sürdüğü yüzyıllarda gelişmek için savaşlara bel bağlayan kapitalist ülkelere karşı fütuhatın getirdiği düşünce altyapısıyla rekabete girişmek insanlığın değişime aşık uygarlık anlayışına aykırı idi.

Soğuk Savaş döneminden miras kalan Yeşil Kuşak Teorisi’nin gerçeklere ram olduğu 2010’lu yılları yaşıyoruz.Bana kalırsa yeni binyıla 1980’lerden itibaren geçmiş bulunduk.Bu süre zarfında Türkiye sosyal laboratuvar olarak kullanılma halini Afganistan ve Pakistan ile birlikte üst düzeyde yaşadı.Zira Sovyetler Birliği’ne sınır olmak gibi kötü bir özelliğimiz vardı. Deney hayvanı gibi kullanıldığımız süre içerisinde muhafazakarlaştırılıp cemaat biçiminde derdest edilmiş Türk toplumu yozlaşmanın getirdiği düşünsel fakirliği idrak etmekten alabildiğine uzak tutuldu.Konuya ara vermek bahasına size bir soru sormak isterim:Sürekli değiştirilen sanal gündemlerle uyutulan gerçek gündem halkın değişim arayışını yanlış adreslerde aramaya kalkmasının nedeni olamaz mı?

Devam edelim.İnsanlığın kullukla yer değiştirdiği,inancın ticari meta haline getirildiği ideolojilerin sonu diye adlandırılan dönem dinin mutasyona uğramış halde geri dönmesiyle son buldu.Terör,kula kul haline getirilmiş İslamlık açısından bu tür gömlek değişiminin silahla söylenen nefret şarkısı idi.Bilgi toplumu olmaktan garip bir zevkle uzaklaşan, mensubu olduğunu övünerek iddia ettiği İslam dininin ilkelerine alabildiğine yabancı yalnız bırakılmış müslüman kitle ile karşı karşıyayız artık.

11 Eylül Saldırıları’nın ardından Saddam Hüseyin tehdidini öne sürerek geçen sefer yarım bıraktığı işi tamamlayan ABD nefret kültürünü başarıyla yaratarak tüm müslüman coğrafyayı bizim açımızdan Dar’ül Harp haline getirmiştir.Üstelik savaşlarla başı alabildiğine belada kalmış halkların kaçabildiği her alan kuşatılmış durumda.Medeniyetler İttifakı kandırmacasının Türkiye Başbakanı eliyle sürdürülmek istenmesi, Pennsylvania’da CIA koruması altında yaşayan Fethullah Gülen sayesinde cemaat yapılanmasının Türkiye’de üst seviyeye ulaşması yüzyıllardır Anadolu ve diğer coğrafyalarda galibiyetini ilan eden böylesi beşeri sermayenin başarısı olsa gerek.Birey olamayıp kul kalmak çürümüşlüğüne verilen yanıt cemaatleşmedir.

Liberalleşme ile serbest pazar halini alıp boyut değiştiren devlet merkezli rant üreten ekonomik yapı Anadolu’nun girişimci insanını son 30 senede ticarete katarken;GATT ve Uruguay Raundu’nun devamı sayabileceğimiz 1996 tarihli Gümrük Birliği anlaşması yurtdışından gümrüksüz mal ve hizmetleri rahatlıkla ithal etmemize yol açtı.Bu ekonomi politikasıyla insanımız yüzyıllardır yaşadığı haksız rekabeti bir kez daha yaşamaktadır. Çin,Hindistan,Brezilya gibi geleneksel yapılarını kapitalizm ile uyumlu hale getiren BRIC ülkelerinin pazarları ortak mal ve hizmetler için çeşitlilik arz ederlerken müslüman ülkeler pahalı harcamalarının çok azını araştırma-geliştirme yatırımlarına ayırmaktadırlar.

Toplumun sosyo-ekonomik fay hattı diyebileceğimiz dış etkilere alabildiğine açık iç pazarımız sayesinde ranta dayanan ekonomi en uygun partiyi iktidar yapmıştır.AKP kurucuları hem cemaat-tarikat üyeleri olup aynı zamanda ticari alanda başarı kazanan bir ekole mensuplar.Özal Kuşağı’nın yeni zenginlerine göre muhafazakarlıkları ile övünen yeni tür azınlık zihniyetine sahipler aynı zamanda.Geçen zaman içerisinde kaynakların sınırlılığına rağmen zenginleşmelerini muhafazarkarlıklarında gerçeğe dönüştürenler parayla tahvil ettikleri imanlarını azınlık haklarına ait gibi görünen ümmetçi-laik garip bir dünyevi anlayışla arındırmaktadırlar.Dünya nimetlerini paylaşma konusunda öncüllerinin gerisinde kalan muhafazakar kitle varoluşunu yok ederek rant üreten bu yapıya teslim olmaktadır.Ya bizdensin ya da karşı taraftan anlayışıyla azınlık zihniyeti kristalize edilmektedir.İhaleleri kendi yandaşlarına paylaştırmaktan tutun,devlet kadrolarına adamlarını atamalarına kadar devleti konsolide etmek isteyen daha bütüncül bir tehdidi işaret etmekteyim.

Cemaatleşme olgusunun altında yatan neden olarak paylaşım kavgasını inanç alanları sınırlarına çekmek olarak farz edersek Batı ülkelerinin Ortadoğu toplumlarına benzer İslam ülkesi yaratma hayali Türkiye örneğinde olduğu gibi güçlenmektedir.Oynanan oyuna en uygun insan profili sayılan düşünmekten ziyade inanan beşeri malzeme Anadolu topraklarında hüküm sürmektedir.Bu kadar adaletsiz gelir dağılımının yaratacağı siyasetin faşizme sürüklenmesini engellemek mümkün değil bana kalırsa.Referandum bu süreçte daha beter bir karmaşa yaratmak öte bir işleve sahip değil.

Tırmandırma Stratejisi…

Yaşanan her toplumsal olayda adım adım yaklaştığımız kanlı hesaplaşmanın izlerini görüyoruz.Pazar gecesi İnegöl’de,dün Hatay-Dörtyol’da yaşanan tehlikeli milliyetçilik sokaktaki iki grup arasındaki alacak-verecek davasına indirilemeyecek kadar önemli işaretler taşıyor bana kalırsa.Bir yandan “Balyoz Darbe Planı” nedeni ile tekrar tekrar gözaltına alınıp serbest bırakılan ve yeniden tutuklama emriyle çağrılan askerler;diğer yandan referandum gülmecesinin tuzaklara ram ettiği siyasetçiler…Her ikisi de krizin yarattığı sosyal patlamayı görmezden gelerek kendi dertlerine düşmüş durumdalar.

Peki tüm bunların arka planında ne gibi uzun erimli stratejiler var?
1-ABD,Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt Devleti kurmak için bölgedeki en organize güç TSK’yı çeşitli yöntemler kullanarak zayıflatma çabasında. Ergenekon Davası, AKP ile ABD’nin hükümete yakın polis ve adalet unsurları ile MİT teşkilatı kullanılarak bir araya geldiği tertiplerin kod adı sanki.Her tutuklama kararında hastaneye yatan emeklilerden nasıl darbe lideri devşirilecek merak ederim?
2-Türkiye açısından Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ni uygulamak amacıyla Medeniyetler İttifakı eşbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan daha iyi bir isim akla gelmiyor.Abdullah Gül,Bülent Arınç,Hüseyin Çelik vb… Türk büyükleri halka ılımlı İslamı yavaş yavaş alıştırmak için en uygun siyasi kimlikler.
3-2001 yılı öncesinde başlayan ve ardından devam eden krizlerle çökertilip dışa bağımlı hale getirilen ekonominin yarattığı kaos, toplumsal hareketlilik için en uygun beşeri iklimi yaratmaktadır.Şehit cenazelerinin yeniden gelmeye başlamasıyla işsizliğin kol gezdiği Anadolu bozkırında kutuplaşma artarken şiddete meftun gruplaşmalar bu sayede yanaşık düzende bir araya getirileceklerdir.

İşte size varlık-yokluk kavgasının bana çizdirdiği kısa Türkiye portresi. Bu betimleme sadece iç ve dış düşmanlıklara akıl erdirip suçu onlara atarak sorunun özüne inememenin çaresizliğini de içeriyor.Ülkemiz bir yandan bireysel terör sayesinde çatışma heveslisi insanların bollaştığı kışla tipi demokrasi günlerine geri dönerken diğer yandan üretimin tıkanması, üstelik adil biçimde paylaşılmaması yüzünden sosyal hayatında cemaatleşme şarkısını en üst perdeden söylemekte.

Rant ekonomisinin gelip dayandığı nokta böylesi çatışma dolu geceler değil mi?Hataları başkalarında arayarak kendimizi kandırmanın yolunu dış düşman fenomeniyle gideremeyiz.Şapkayı önümüze koyup düşünmenin tam zamanı.Barış gemisi henüz kalkmadan yetişip binmek gerekir.