Gülen Demokrasisi…

Hanefi Avcı, “Haliçte Yaşayan Simonlar” isimli kitabı okur karşısına çıktıktan yaklaşık bir ay sonra gözaltına alındı.Başına gelecekleri biliyor gibi 30 Eylül günü basın açıklaması yapacağını duyurmuştu.Şimdi cezaevinde hakkında verilecek hükmü bekliyor.Yargısız infazların silahla yapılması dönemi geride bırakılarak daha rafine biçimde yargı yoluyla siyasal linçlere girişildiğini görüyoruz.Kendisine suçlu muamelesi yapılması Devrimci Karargah Örgütü’ne karşı girişilen operasyondan sonra başladı.Ne Edirne ne de Eskişehir Emniyet Müdürlüğü görevlerinde suçlamalara maruz kalmaz iken Cemaat hakkında yazdığı kitabın piyasalara çıkmasının ardından görevden alınması ihtimaline karşılık işinden kendi isteğiyle ayrılması adalet ve polis teşkilatının kimlerin elinde olduğunu işaret etmiyor mu?

Ergenekon Davası ile birlikte ülke çapında başlayan tuhaf olayların sürgit devam gitmesi referandumun hemen ertesinde Okyanus Ötesi güçlere teşekkür eden siyasi liderin döneminde yaşam buluyor.Tayyip Erdoğan’ın Başbakan sıfatını kullanarak kendisi ve Cemaate muhalif güçleri bertaraf etmeye kalkışması “Bitaraf olan bertaraf olur” sözünün de ötesi anlamlar içermekte.Şimdi yumuşak sesleriyle özgürlüğe meftun lafları yumurtlayanlar suçlu ya da suçsuz içeride yatan insanların haklarını başlarının altına koymuş uyuyorlar.

Ergenekon Mahkemeleri’nin Ağır Ceza Mahkemeleri’nin yerini alması garabeti hüküm giymeden ceza yiyenlerin vicdanlarda açtığı yaranın yanında hiç kalır.Adalet ve İçişleri Bakanlıkları Gülen Cemaati’nin bu kadar tesiri altında olmasaydı 3 senede bir boşanma kararı bile çıkaramayan mahkemeler yasaları altüst eder derecesinde hızlı davranamazdı. Siyasileşen yargı zamanla en tehlikeli güç halini alır.Öyle tehlikeli bir oyuncaktır ki o yarın karşısına çıkacağınız adalet terazisi alabildiğine bozuk biçimde hakkınızdaki kararı infaz eder.

Toplumumuz çağdaş kurumlara sahip olamadığından arkaik dönemlerden kalma yapılara sığınıyor.Dini gruplaşmalar halkın özgürlük arayışına,insan gibi yaşam isteklerine karşılık gelen kimlik talebidir.Etnik ya da dini bilincin yerine sınıf bilincinin hala konamaması kendi aklıyla hareket edemeyen bireyleri geri kalmış sosyal kimliklere gark etti.

Oturup kalkıp tumturaklı lafları etmenin artık laubalilik halini aldığı bir döneme adım atıyoruz.Halkın gelir kaynakları sınırlandıkça üstü örtülü polis devleti sislerin ardından daha da aşikar hale geliyor.Bu sis ekonomik krizdir bana kalırsa.Doların değeri 1.48 TL iken seviniyorsak döviz kuru yükseldikçe üzerimizdeki uhrevi baskı iyice artacaktır.Yok eğer kriz ekonomide yok ve büyüme gerçekten yolundaysa yoksul insanların yatağa aç girdiği arka sokaklara neden polis bile gece vakti giremiyor?

Hırsızların kravat takıp gezindiği,üstüne üstlük milyon dolarlık rezidansların hemen satıldığı Türkiye’de cemaatlerin toplum hayatında güçlenerek tek belirleyici konuma ulaşması halktan kopuk siyaseti yaratan ekonomik altyapı ile gelir dağılımı adaletsizliğidir.

Sosyal sınıflar çağın gerisinde kalan kurumlarla ancak bir döneme kadar baskı altında tutulurlar.Dini kurallar toplumsal hayatın ideolojik çekirdeğini teşkil ederlerse genel uygarlık düzeyi değişimi kendi kurallarını dayatarak sağlar.Üstelik motor gücünü ekonomik altyapının sağladığı beşeri hareketlilik kaos dolu günlere yelken açmaya pek meraklıdır.

Bana kalırsa sosyal değişim evrimin sakin oturaklı adımlarını değil devrim koşullarını hale yola koyarak bir şekilde kıvama ulaşıyor.Bu basıncı sosyal demokrasi ile hafifletmezsek yarın evlerimiz sokaklarımız kadar tekinsiz mekanlar halini alacak.Bahsini ettiğim bireysel terördür yokluk ve yabancılaşmaktan ürer.

Yoksa hala 1970’lerin kavramlarıyla mı düşünüyorum?Bu işi zaman gösterecek…

Normalleşme!

Dili laf yapan,eli kaleme yatkın herkes aynı türküyü söylüyor:”Türkiye normalleşiyor.” Normalleşme diye nitelendirilen tüm gelişmeler ve kritik YAŞ gündeminin ardından yaşanan kilitlenme asker ile hükümet arasındaki kansız husumetin bir üst rütbeye terfi etmesi sonucunu doğurdu. Muhalefetsiz kalmış siyasi iktidarların nelere kadir olabileceğini görüyorsunuz.Yönetemeyen siyasetin çevreden merkeze doğru kaosa can veren karmaşası günbegün daha parlak biçimde belirginleşiyor.

Ekonominin büyüme yönünde ivme kazandığı iddia edilen şu zamanda anılan anlaşmazlık nereden çıktı?Herşey çok iyi gidiyor ise çatışmanın iki tarafı niye uzlaşmaya yanaşmıyorlar?Bana kalırsa toplumda dipten dibe devam eden kutuplaşma potansiyeli ne zamandır devlet zirvesine de ulaşmış durumda.Sokaklar tekinsiz hale geldikçe bu durumun müsebbipleri olup canını kurtarmak isteyen siyaset esnafları her sabah yataklarından “Bugün askeri nasıl itibarsızlaştırırım? sorusuyla uyanıyorlar.Oynadıkları oyunun tehlike derecesinin farkında değiller sanırım.Mahkemelerin kendileri hakkında en adaletli kararı vereceklerine inanıyorum

“Balyoz,İrtica Eylem Planı,Poyrazköy Silahları,Amirallere Suikast,Karargah Evleri” davaları Ergenekon Süreci’nin ülkemize kazandırdığı siyasi promosyonlar.Şu zamanda demokrat olmak için Silahlı Kuvvetleri yermek şart oldu.

Oysa tüm hikaye 2007 yılında yayımlanan 27 Nisan e-muhtırası ile başlamıştı.Aynı yılın Haziran ayında Trabzon’dan yapılan bir ihbarla polis Ümraniye’de bir gecekonduda eliyle koymuş gibi el bombaları ve silahlar buldu.Ardından mağdur rolü oynayan hükümete karşı darbe yapacakları iddiasıyla bazı isimler 2008-Ocak ayında tutuklanmaya başlandı.Bu esnada 1. ve 2. etap Ergenekon Davaları bir ismi ortaya çıkarmıştı:O isim Zekeriya Öz’dü.Gizli tanıklar,usulsüz telefon dinlemeler,tutuklamaların yargısız infaz halini alması gibi durumlar üst perdeden söylenen hukuk garabetleri idiler.Bu tertiplerin ardındaki isim Emniyet ve Adalet Bakanlığı’ndaki F-Tipi yapılanma-MİT-Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve cemaat arkadaşları bana kalırsa.Taraf Gazetesi’ne belgeleri sızdıranlar da aynı gruptan.

Komplo teorilerinden biraz başımızı kaldırırsak göreceğimiz resim şu olur: Türkiye’de rant dağıtım mekanizmasıyla sermaye el değiştirirken orta sınıf çöküyor.Üstelik medeni dünyaya ait değer yargıları cemaatleşmenin getirdiği yozlaşma yüzünden bir bir tüketilmekte.Yoksullaşmanın tüm süreçle at başı gitmesi bize en büyük tehlikeyi işaret etmektedir:O tehlike orta sınıfın beli kırılmasıdır.Özal’ın ortadirek diye adlandırdığı toplumu taşıyan omurga aşırı yoksulluk yükünün altında eziliyor.Geçim koşullarının savaş zamanını andırması üst düzey kavgaların gerçekçiliğini yitirmesine yol açıyor.En zengin ile en fakir arasındaki gelir farkının 8 kata ulaşması yukarıda anlatılan tablonun baş aktörü kanımca.Sosyal ilişkileri bu denli zehirleyen yoksullaşma özel sektörü de kredi bağımlısı haline getirmiştir.Borçlanmaya meftun bir ekonomik altyapı üstyapı kurumlarını sarsmaya devam ederken üstelik.Etnik bilincin bu denli keskinleşmesini kanserli hale gelmiş sosyal bünyede aramamız gerekmez mi?Yoksulluk depreminin yarattığı artçı dalga Türk-Kürt kutuplaşması kılığına girip yıkıcı biçimde sahillerimize vuruyor.

Sermaye kesiminin halka peşin satan tüccarın rahatlığıyla bankalarını kullanarak borç vermesi uçuruma doğru giden bozuk bir ekonominin yol işaretleri değil mi?Bizlerin bu kadar gamlı baykuşluk yapması yanılma payını ısrarla istemekle eşdeğer.Samimiyetle yanılmak istediğim zamanlardayız.

Tırmandırma Stratejisi…

Yaşanan her toplumsal olayda adım adım yaklaştığımız kanlı hesaplaşmanın izlerini görüyoruz.Pazar gecesi İnegöl’de,dün Hatay-Dörtyol’da yaşanan tehlikeli milliyetçilik sokaktaki iki grup arasındaki alacak-verecek davasına indirilemeyecek kadar önemli işaretler taşıyor bana kalırsa.Bir yandan “Balyoz Darbe Planı” nedeni ile tekrar tekrar gözaltına alınıp serbest bırakılan ve yeniden tutuklama emriyle çağrılan askerler;diğer yandan referandum gülmecesinin tuzaklara ram ettiği siyasetçiler…Her ikisi de krizin yarattığı sosyal patlamayı görmezden gelerek kendi dertlerine düşmüş durumdalar.

Peki tüm bunların arka planında ne gibi uzun erimli stratejiler var?
1-ABD,Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt Devleti kurmak için bölgedeki en organize güç TSK’yı çeşitli yöntemler kullanarak zayıflatma çabasında. Ergenekon Davası, AKP ile ABD’nin hükümete yakın polis ve adalet unsurları ile MİT teşkilatı kullanılarak bir araya geldiği tertiplerin kod adı sanki.Her tutuklama kararında hastaneye yatan emeklilerden nasıl darbe lideri devşirilecek merak ederim?
2-Türkiye açısından Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ni uygulamak amacıyla Medeniyetler İttifakı eşbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan daha iyi bir isim akla gelmiyor.Abdullah Gül,Bülent Arınç,Hüseyin Çelik vb… Türk büyükleri halka ılımlı İslamı yavaş yavaş alıştırmak için en uygun siyasi kimlikler.
3-2001 yılı öncesinde başlayan ve ardından devam eden krizlerle çökertilip dışa bağımlı hale getirilen ekonominin yarattığı kaos, toplumsal hareketlilik için en uygun beşeri iklimi yaratmaktadır.Şehit cenazelerinin yeniden gelmeye başlamasıyla işsizliğin kol gezdiği Anadolu bozkırında kutuplaşma artarken şiddete meftun gruplaşmalar bu sayede yanaşık düzende bir araya getirileceklerdir.

İşte size varlık-yokluk kavgasının bana çizdirdiği kısa Türkiye portresi. Bu betimleme sadece iç ve dış düşmanlıklara akıl erdirip suçu onlara atarak sorunun özüne inememenin çaresizliğini de içeriyor.Ülkemiz bir yandan bireysel terör sayesinde çatışma heveslisi insanların bollaştığı kışla tipi demokrasi günlerine geri dönerken diğer yandan üretimin tıkanması, üstelik adil biçimde paylaşılmaması yüzünden sosyal hayatında cemaatleşme şarkısını en üst perdeden söylemekte.

Rant ekonomisinin gelip dayandığı nokta böylesi çatışma dolu geceler değil mi?Hataları başkalarında arayarak kendimizi kandırmanın yolunu dış düşman fenomeniyle gideremeyiz.Şapkayı önümüze koyup düşünmenin tam zamanı.Barış gemisi henüz kalkmadan yetişip binmek gerekir.

Erken Seçim 8 Ağustos 2010 Tarihinde Yapılabilir…

Kulağıma gelen bir istihbaratı sizlerle paylaşayım,haksız çıkarsam sizlerden şimdiden özür dilerim.Söylentilere göre baskın bir Erken Genel Seçim 8 Ağustos 2010 tarihinde yapılması planlanıyor.Halen, IMF ile Mayıs ayında yeniden anlaşma ihtimali bulunan iktidar partisi elde edeceği döviz varlığını Hazine’nin seçim harcamalarını karşılamak üzere kullanacak.Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,Anayasa değişiklikleri sürecinde ihtiyaç duyduğu desteği bulamazsa yoksullukla boğuşan geniş toplumsal kesimlerin ağzına bir parmak çalarak seçim rüşvetleriyle 2012 Cumhurbaşkanlığı seçimini garanti almaya çalışacak.Siyasi açıdan ömrünü dolduran AKP lideri olası seçim yenilgisinin sigortası olarak Cumhurbaşkanlığı makamını görüyor.İhtimaller hesabının çoklu bilinmezliği gözönüne alındığında Cumhurbaşkanı koltuğunda Abdullah Gül’ün yerine Recep Tayyip Erdoğan’ı görebiliriz.

Ergenekon Davası’nın yöneticilerimiz için neden hayati önem arz ettiği kaos dolu günlerimizin tozu dumanı arasında daha iyi günışığına çıktı.Siyasi partilere kapatma davası açılmasını zorlaştıran Anayasa değişiklikleri gerçekte reform tadında değişiklikleri değil siyasilerin kendilerini koruma saikiyle yapılmış eğretilikler gibi duruyor. Siyasi arenada koltuğu koruma davasından varlığı koruma savaşına dönüşen çaresiz çırpınmalar sosyal kesimler düzeyinde zengin-yoksul kavgasının birebir izdüşümü sanki.Her akşam çocuklarına bir lokma ekmek götürme derdine düşen insanların geleceğinden çalmak iktidar tarafından atılan her adımda sefillik düzeyindeki pazarlıkları içinde barındırıyor.

Bu diyarlarda erken öten horozu kesip,doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış.Ne diyelim,dürüst adamlardan eğri iş beklemek yakışık almaz, tıpkı yanlış adamlardan doğru iş çıkmayacağı gibi.Bekleyelim görelim… Mevlam ne eylerse güzel eyler…

Referandum Çarpması…

Türkiye erken seçimi engelleme kaygısıyla iktidar tarafından kotarılan hızlı bir referandum sürecine giriyor.Halk yararına gözüken bir kaç uygulama dışında Anayasa değişikliklerinin Yargı erkini hadım etmeye yönelik olduğu da herkesin bildiği bir sır.Hükümet karşısında muhalif tavır takınan kamu çalışanları ya sürülüyor ya da mahkemelere gönderiliyorlar.Osman Kaçmaz, Ömer Faruk Eminağaoğlu,Saldıray Berk ve daha niceleri…

Ergenekon Davası’nın yargıya truva atı gibi sokulması sayesinde mahkemeler hiçbir zaman olmadığı kadar yozlaşıp,siyasallaşmıştır.Adliye binası yapıyorum diye kendini yargı reformu yanlısı gösterenler dokunulmazlıkları kaldırsalar daha iyi yapmazlar mı? Böylelikle Meclis gündeminde bekleyen 605 dokunulmazlık dosyasının muhatapları haklarını savunma yoluna gitmiş olurlar.Kürsü dokunulmazlığı dışında suç içeren eylemde bulunma imtiyazını milletvekili sıfatını taşıyanlardan kaldırmak reform kafalı yöneticilerimizde yok mu acaba?

IMF anlaşması,Soykırım Tasarısı,şimdi de referandum… halkın yoklukla bezeli gündemine gelip taş gibi oturan siyasilerin seçilememe sancıları demokratik hak talebine dönüşemiyor bir türlü.Diplerde dolaşan, gelir paylaşımı kavgasının fay kırıkları üzerinde yükselen derin dalga ülkemiz sahillerini vururken sivil muhalefetin kolu kanadı kırılmış,Ergenekon Davası’nın meşum gölgesi yargı erkinin üzerine düşmüştür.

Dünyamız yeniliklere doğru hızla koşarken değişimin dinamiğini ekonomik temelli paylaşım kavgası olarak göremezsek krizlerin din iman bırakmayan sarsıntıları sosyal bünyemizin peşini bırakmayacak gibi görünüyor.

Haysiyet…

Onur kavramı insanoğlunu başı dik,ayakları üstünde yaşatan yegane duygu. O’nu kaybettiğiniz zaman ölmeniz evladır.Kula kulluk etmek,dünya menfaati için inancını satmak,kendinden olmayanı karalamak aşağılık adamların izlediği yollardan sadece birkaçı.Doğru bildiğini söylemeyi boynunun borcu olarak bilenlere her çağda ne zulümler uygulandı.Onlar inandıkları dava uğruna bedenlerinin yakılmasını,işkenceye maruz kalmayı göze aldılar.Bu sayede insanlık ailesi olarak medeniyet denilen ortak mirasın meyvelerini topluyoruz.

Yaşadığımız günlerin yokluğa bezeli karanlık yüzünde TSK/Yargı-Hükümet arasındaki gerginlik ön planda duruyor.Darbe Belgesi’nin doğru çıkmasının ardından vicdandan bahsedenler suçsuz insanların yok yere hapislere atılıp tekrar serbest bırakılmalarını hangi yüzle açıklayacaklar?Ergenekon Davası’nda yazılan 6 iddianame ardından hala davaların genişletilerek sürdürülmesini hukukun temel kavramlarına nasıl sığdıracaklar?Yüzsüzlüğün geçer akçe olduğu cemaatler ve tarikatlarda köşe başlarını tutmuş,İslamiyeti kendi menfaatleri için kullanan din bezirganlarının ABD’de,Avrupa’da gezinmelerini sadece bilgi ve görgülerini arttırmak için mi olduğunu söyleyecekler?CIA merkezli düşünce kuruluşlarında severek görev almalarını ne gibi gerekçelere saklayacaklar?

Halk,açlıkla imtihan edilirken rahat koltuklarında ülke yönettiklerini zannedenlerin Türkiye’yi ne hale getirdikleri ortada.Yabancı istihbarat kuruluşlarının yardımları sayesinde topluma baskı yapma yolunda bu kadar ileri gitmelerinin sonunu ömrümüz yeterse hep beraber göreceğiz.O zaman Darbe Belgeleri’nin sokaklarda yatanların yüzlerinden okunacak kadar sahici birer sosyal adaletsizlik belgesi olduklarını anlayacaklar. Olaylara at gözlüğüyle bakanlara duyurulur…

Bond Çantalı Pazarlıklar…

Çankaya Köşkü’nde dün düzenlenen zirve,iki tarafın şantaj dosyalarını birbirlerine sunduğu müzakere masasını anımsatıyor.Sivil iktidar ile silahlı irade arasında yasadışı telefon dinlemelerinden tutun,gizli yapılan takiplere, özel ilişkileri not etmeye dayanan kötücül bir pazarlık mevcut. Gammazlığa yüz sürdüren zirvenin halihazırdaki sonucu komutanların serbest bırakılmasıdır.Ve bence gerçek Ergenekon budur!…

Ergenekon: Malzemelerinden çalınmış insanların memleket idaresinde söz sahibi olması hali.İşte,sizlere hep bahsettiğim ve toplumun her hücresine sirayet eden yozlaşma…İşlenen suçlara sessiz kalmakla hepimiz sorumlu sayılırız.

Benzerlikler 12 Mart döneminde MİT Müsteşarı Fuat Doğu’nun Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’u “Balon Darbe Planı” ile suçlamasına benziyor.Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın has adamı olan Doğu,Marmara Köşkü’ndeki MGK toplantısında Mahir Kaynak sayesinde izlediği darbecilere karşı bu dosyayı Batur’un önüne fırlatırken hemen ardından 12 Mart Muhtırası yaşandı.Sol siyasetin hadım edildiği,eli silahlı katillerin sokaklara düştüğü,bamtelini titreten kardeş kavgasıyla gitgide 12 Eylül’lere yelken açıldığı kanlı zamanların hatırasıdır meşum Mart ayı toplantısı…

Döviz krizlerinin ardı ardına yaşandığı,12 Mart Müdahalesi ve Kıbrıs savaşından sonra iyice güçlenen kontrgerilla ile CIA’nın elele verip komünizm korkusuyla halkı terörle bellediği bir zaman diliminden söz ediyorum.Ergenekon ekonomisinin temelleri daha o dönemde sağlamından atılmış;işveren sendikaları -özellikle TÜSİAD- Ecevit hükümeti aleyhine gazete ilanlarıyla iktidara gözdağı vermişlerdi.Çalışan kesimin Özalizm zamanına kadar yokluk ve terörle mücadele ettiği 70’li yıllar…Darbenin bonusu olan Özal…Serbest piyasa ekonomisinin tatlı tombulu.Demirel ile birlikte Çiller’lerin,Yılmaz’ların,Erdoğanlar’ın genetik babası…Böylelikle sermayenin iyice semirdiği ara dönemlerde çağ atlayan Türkiye! her darbe öncesi döviz merkezli krizlere maruz bırakıldı.Tüketim odaklı israf ekonomisi verimli olmayı bir türlü öğrenemedi.

El elde baş başta olmamızın sebebi kısaca bunlar.Rasyonel ekonomi-politik anlayışın yurt çapında hayata geçirilememesi,örgütsüz toplum karşılığında örgütlü faşizm.Hukukun güçlüden yana olduğu bir yapıdan bahsediyorum.Şerefin ayaklar altına alındığı,dürüst olmanın enayilikle kıyaslandığı Türkiyem.Yanlış yapıyoruz…

Sancı…

Pazartesi sabahı Balyoz Operasyonu’nun dallanıp budaklandığı bir güne uyandık.Ergenekon bağlantılı Balyoz Darbe Planı’na iştirak ettikleri iddiasıyla suçlanan emekli komutanlar İbrahim Fırtına,Özden Örnek,Çetin Doğan,Engin Alan,Ergin Saygun ile görevdeki subaylar birer birer gözaltına alındılar.Kozmik Oda aramasına benzer bir baskınla yakalanan askerler hükümete karşı darbe teşebbüsüne dahil olmaları sebebiyle ifade veriyorlar.

Ergenekon Soruşturması 2007 yılının Haziran’ından bu yana sürüyor. 2008 Ocak ayında Veli Küçük içeri alındı.Hemen ardından Doğu Perinçek,İlhan Selçuk,Oktay Yıldırım,Muzaffer Tekin,Hurşit Tolon,İbrahim Şahin,Adil Serdar Saçan,Mustafa Balbay,Tuncay Özkan,Mehmet Haberal,Mustafa Özbek gibi aralarında rektörlerin, doktorların, subayların,sendikacıların, polis ve gazetecilerin bulunduğu isimler tutuklanıp hapse atıldılar. Tutukluluk süreleri hükümlülük süresinden daha fazla olan bir hukuk garabeti dava boyunca sürdürülürken gözdağı verilmek istenen kesimlerin telefonları dinlendi, evleri arandı,polis zoruyla özel hayatlarına girildi. Mahremiyet diye bir kavram tel tel dökülüyorsa bunun sebebi Demokrat Parti dönemi Tahkikat Komisyon’una benzeyen Ergenekon Davası soruşturmaları oldu. Hükümeti yıkmaya teşebbüs etmek için silahlı örgüt kurmakla suçlanan kişiler Poyrazköy,Zir Vadisi ve Ümraniye’de bulunan silahlar ve bunlara ilave edilen fiziki deliller gösterilerek içeride tutuluyorlar.Danıştay Saldırısı’nın Ergenekon’a eklenmesiyle kapsamı genişleyen tutuklamalar zinciri Kafes Eylem Planı,Islak İmzalı Darbe Belgesi,Balyoz,İsmailağa Cemaati Soruşturması gibi bağlantılı konuları içine alıp Türkiye çapına ulaştı.

2007 Nisan’ında yayımlanan e-muhtıradan sonra başlayan Ergenekon Davası siyasi iktidarın kendisine muhalefet edenleri sindirmeye çalıştığı bir Truva atı bana kalırsa.İktidar olup muktedir olamayanların sığınacakları liman haline gelen bu sindirme girişimi sivil darbe olarak adlandırılabilecek duruma ulaştı.Ortada 2003-2004 yıllarında bahsi geçen darbe girişimleri iddiaları var idiyse neden bugüne kadar neden beklendi?Hukukun siyasallaşması sonucunda militarizm sokaklarımıza geri dönecek.Belki de devam eden tutuklamalar zinciri yarın İlker Başbuğ’u,Yaşar Büyükanıt’ı, Işık Koşaner’i hedef alacak.Bu duruma gelinmesinde AKP ve lideri Tayyip Erdoğan’ın sorumlulukları büyük.Kurmayları tarafından yanlış yönlendirilen Başbakan,en büyük günahı temsilcisi olduğu milletin Silahlı Kuvvetleri’nin kendi iktidarına karşı olduğunu ileri sürerek halkı ona karşı kışkırtmakla yaptı.Oynanan tehlikeli kumarın sonucunu göremeyecek kadar basiretten uzaklaşmış bir iktidarla karşı karşıyayız.

Peki, tüm bunların sebebi ne?Sosyal olaylar, karmaşık ve çok boyutludur, tek bir nedene indirgenemez.Ekonomik krizin derinleşmesi hukuk, siyaset, toplum gibi üstyapı kurumlarını oldukça etkiledi.Son 30 yılda yaşanan teknoloji devrimine,göçle geldikleri şehir hayatının girift ilişkileri eklendiğinde gereken donanıma sahip olmayan bireyler kendilerine ait ne varsa yabancılık çekmeye başladılar.Emeklerini ucuza satmaları,her gün baş etmeye çalıştıkları günlük hayat zorlukları sosyal gelişmelere karşı direnmelerine sebep oldu.Bunu içine kapanma ve zihni taassup izledi.Bir yanda dizilerde yaşanan hayatlar diğer yanda diz boyu zorluklar geleceğe güvenle bakmalarına engel teşkil ediyordu.Halkın yoklukla sınandığı bu ergenekon ekonomisi kendilerinden olana rant sunuyor olmayanı ise dışarıda bırakıyordu.Cemaat ve tarikatların güç periferisinin sendika ve üniversite gibi sivil toplum örgütlerinin önüne geçmesi sahip oldukları ekonomik canlılıkla gitgide artmakta idi.12 Eylül Dönemi’nde atılan filizler Özal ile gelişirken şimdiki kaos o zamanlardan bize miras bırakıldı.Özelleştirmelerle yağma edilen kamu kaynakları geniş kesimlere ait olan varlıkların özel sektörün elinde toplanmasına yol açarken rantı paylaşma hevesinin üretimin önüne geçmesini öngören sosyo-ekonomik modelde okumayan,düşünmeyen insan malzemesi yozlaşmaya terk edildiler.Bir lokma bir hırka fikrinden hareket edip tüketim toplumunun asgari geçim imkanlarından uzak bırakılma safhasına varılan yolda hak arama yöntemleri çağdaş hukukun çok gerisinde kaldı.Bu çürümenin doğal sonucu mafyalaşmış siyaset,siyasallaşmış hukuk düzeni,yozlaşan toplum ve kendinden olmayandan nefret eden bireyler oldu.

Kaos, yola çıkıp şimdiki şiddetine işte böyle ulaştı.Varoluşlarından nefret eden gelişmemiş insanların yaşadığı riyakar muhafazakarlık sosyal hayatımıza bireysel terörü hediye etti.Bu karmaşadan kafamızı sıyırıp baktığımızda olanlardan dolayı sorumlu olarak kendimizi görmezsek özeleştiriden yoksun kalan suçlamalarımız kandırmacalara dönüşecek gibi duruyor.Esas toplum sancısı bu olsa gerek.

Kim Kazançlı Çıkar?

Yargı ile hükümet arasındaki çatışmanın yarattığı karşıt iki grup birbirini sürekli suçluyor.Bizler, AKP’nin yargıyı siyasallaştırdığını, demokratikleşme adı altında Ergenekon Davası’nı bahane olarak kullanıp siyasi görüşlerine muhalefet edenleri içeri atmakla suçluyoruz.Onlar ise bizleri; darbeci, demokrasi karşıtı, asker ve yargıya sırtını dayamış, halkın oyuyla iktidar olan partilerini kapatmaya çalışan güruh olarak görüyorlar.Kim haklı kim haksız bunu zaman gösterecek.Yarın öbürgün yakın tarihin belgeselini yapacak tarafsız isimler gerçekleri tüm çıplaklığıyla önümüze koyacaklar. Şimdiki tartışmalar gerilen sinirlerin boşaldığı bir fay hattı arızası sanki.

Ekonomi gemisinin fırtınalı denizde kıyasıya mücadele ettiği kriz dönemlerinde kaptanın mahareti esastır.Bizim geminin kaptanıysa ikbal derdine düşmüş bir taşra politikacısına benzer biçimde yıpranmaması gereken değerleri sığ tartışmalara malzeme ediyor.HSYK’nın son kararını yargının bağımsızlığına darbe olarak niteleyip cemaatlere soruşturma açan Erzincan Başsavcısı’nı bundan hemen önce içeri attırmak hangi hukuka sığar?İktidar kanadı yetkililerinin Özel Yetkili Savcılar eliyle AKP hukukunu yargıya usul usul giydirmeye çalışmaları oynadıkları oyunun tehlikesini gözler önüne seriyor.

Cemaat ve tarikatları sivil toplum kuruluşları diye nitelendiren zihniyet söz ABD’den açılınca nedense esas duruşa geçiyor.Sınırlarımızın hemen ötesinde İslam ülkelerine ABD tarafından yapılan saldırılar hiç itibara alınmayıp sonu belli olmayan açılımlara tevessül ediliyor.Kendi elleriyle seçtikleri Cumhurbaşkanı tarafsızlığa zıt tüm hükümleri görevi süresince icra ederken AB’ye uygun bir Yargı Reformu yapılmasını yüksek sesle dile getiriyor.Sanki Anayasa Mahkemesi,HSYK,Yargıtay,Danıştay yasalardan habersiz organlar.

Sorunun özünü yürütmenin yasama ve yargı erkleri üzerinde baskı kurması teşkil ediyor dersek güncel ama eksik bir saptama yapmış oluruz. Sosyal sınıfların varlık-yokluk kavgası içinde bulunduğu bir Türkiye tablosunda açların sesleri yönetenlere ulaşamadığı için mevcut çatışma bürokrasi görünümünde kendisini ifade ediyor.Asker-Yargı/Hükümet zıtlaşması bozuk ekonominin su kaynatması gibi bir şey.Ergenekon Davası siyasi iradenin kendi zenginlerini yaratmasına karşılık ranttan uzak kalanların hukuksuzluğa heves etmeleri olabilir mi sizce?Güç olgusunun birey bazındaki çaresizliğe en uygun ilaç olduğu tespitinde bulunursak iktidarsızlıktan dolayı yaşadığımız bireysel terör gerçek hakimlerin bizlere uzaklardan bakıp güldüğü günlük hayat pratiği sanki…Kaosun matematiği gelecek günlerde safların ve yumrukların sıkıldığı çetin bir denklemi işaret ediyor.Yokluğun azdırdığı insanların sokakları geçilmez kıldığı savaş zamanlarını gördüğünüzde dediklerimi daha iyi anlayacaksınız.Altyapı tümüyle değişirken derinden gelen depremin yarattığı şiddet dalgası daha ekonomiyi vurmadı.İnşallah yanılırım…

Kimin Hukuku?

Türkiye’de yargının siyasallaştırılmasının son örneklerini Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’in tutuklanması konusunda yakından görüyoruz.Başsavcı,İsmailağa Cemaati’ne yönelik operasyon yüzünden Özel Yetkili Savcı Osman Şanal tarafından gözaltına alındı.Bu tutuklanmaya gerekçe olarak Ergenekon Örgütü’ne üye olmak, evrakta sahtecilik gibi suçlamalar yer alıyor.Şanal,bundan önce 3 MİT mensubunu ,4 astsubay,1 üstteğmen,1 albay olmak üzere 6 askeri yetkiliyi hapse gönderdi.Sırada 3.Ordu Komutanı Saldıray Berk vardı.Şüpheli sıfatıyla adliyeye çağrılan Berk ifadeye vermeye gitmedi.Birkaç gün evveline kadar 3.Ordu Komutanlığı’na dayanan Şanal kapıdan geri çevrildi.

Bu arada Şanal ve arkadaşlarına esas darbe Ankara’dan geldi.HSYK, Şanal ile birlikte 3 Özel Yetkili Savcının yetkilerini oy çokluğuyla kaldırdı.Yargıtay, bu süreçte HSYK’nın destekçisi konumunda.Konuya taraf olan hükümet kanadıysa Kurul’un kararını hukuksuzluk olarak nitelendiriyor.Başbakan Erdoğan, hukukçu kurmaylarını çağırarak bundan sonraki yol haritalarını görüşüyor.Artık iş çığırından çıktığı için bir cemaate yönelik operasyonun sonuçları hükümeti sallar niteliğe büründü.Tıpkı TEKEL işçilerinin haklarını araması,Sincan Hakimi Osman Kaçmaz’ın korkmadan yetkilerini kullanması gibi.

Olayın özünde Meclis’te yürütmeyi temsil eden çoğunluğa sahip iktidar partisinin kendi hukukunu Türk hukuk düzenine yerleştirmeye çalışması yatıyor.Bu konuda yasama,yargı ve medya güçleri iktidara yakın duran emniyet güçleri,yargı mensupları ve yandaş medya tarafından büyük baskı altına alınmakta.Ergenekon Davası kapsamına her türlü asker-sivil kişiyi koyarak güdümlü bir hukuk yaratma girişimlerini derinleştiriyorlar.Bugün sabaha kadar Güney Deniz Saha Komutanı ile Foça’da çıkartma birlikleri komutanı ifade verdi.Askerlerin suç işleme gibi bir ayrıcalıkları olmasa bile kendilerine muhalefet eden her ismin iktidar yanlılarınca darbeci diyerek yaftalanması demokratikleşme adı altında sivil darbe benzeri manzaralar arz ediyor.

Ekonomi yangın yerine döndükçe toplum kaosa mahkum ediliyor.Krizi çözmekte aciz kalan hükümet kanadı üstüne üstlük yarattıkları krizlerle kendi ayaklarına kurşun sıkmaya berdevam.Hukukun zat-ı şahanelerine bir gün lazım olacağını hesap edemiyorlar.Basiretsizlik işte böyle bir şey olsa gerek.Demokratik Açılım diyerek toplumu kutuplaşma yönünde sevk edenler şimdi bir meçhule doğru adım adım yaklaşıyorlar.Kamplaşmanın yarattığı ikili yapı kışkırtmalara bu kadar yakın beşeri malzemenin egemenliği altında psikolojik şiddet düzeyine ulaşan seviyeye ulaşmıştır.Bana kalırsa tüm bu gelişmelerin altında sermaye tekelleşmesinin doğal sonuçları yatıyor. Gelir dağılımı o kadar bozuldu ki halkın değil tasarruf yapmak karnını bile doyurması güçleştikçe ekmek kavgasının kamuya yansıması çatışma halinde kendini ifade ediyor.Bireysel terörün örgütsel terörün önüne geçtiği günleri görmekteyiz.

Sermaye savaşlarının küresel düzeyde yarattığı krizle Türkiye’de derinden devam eden 2001 Finansal Krizi el ele vermiştir.2002 Kasım’ından bu yana ülkeyi yönetenler gelir dağılımını düzeltmeyi,üretimi arttırmayı ya da işsizliği önlemeyi akıllarına bile getirmediler.Kamu varlıklarını satarak,bankalarımızı yabancılara tepside sunarak,emek kesimini yoksulluğa mahkum ederek,dışarıya aşırı biçimde borçlanarak ekonomik altyapının köküne kibrit suyu döktüler.Tüm bunların sonucunda yoksullaşmanın yarattığı yozlaşma sosyal kesimleri birbirlerine düşman etti. Gelecek günler hızla çürümenin getirdiği kaosla içiçe geçecek.Gamlı baykuşluk yapma niyetim yok ama gerçekler beni böylesi düşüncelere gark ediyor.