İmam…


Hatırlıyorum da Dolmabahçe Sarayı’ndaki çalışma ofisimden dalgın dalgın Boğaziçi’ne,kayıklara,balıkçılara, martılara,gökyüzüne bakıp dua ederdim.İlk defa bu mekana taşındığımda kendimi Osmanlı’nın Cumhuriyet’e miras bıraktığı son padişah gibi hissetmiştim.Şu anda hapishanede olan son padişah Erdoğan…Eşyalarıma,renksiz solmuş dört duvara,parmaklıklara,kaba saba sesleri kulaklarıma kadar gelen gardiyanlara usul usul göz gezdiriyorum.Dualarım lanetli bir kabus haline gelmiş sanki. Sarayın yüzyıllık tarihi ile benim kişisel tarihimin gelip buluştuğu ortaklık geleceğimizin şu anlardan müteşekkil zaman aralıklarından yaratıldığını; mukadderatın hiçbir zaman bilinemeyeceğini bana düşündürüyor.Eninde sonunda Allah’ın dediği oluyor.

2010 yılındaki anayasa değişikliği ve referandum çabalarım girdiğim çıkmaz sokaktan bırakın kurtulmayı başıma daha büyük dertler açmıştı.Sabırların tükendiği,kavgaların kıyasıya arttığı o yıllar Türkiye’si ekonomik krizlerin halkın başından bir türlü kalkmadığı dönemdi aslında.İktidar olmayı bir türlü beceremiyorduk.Ergenekon Davası bile askerlerle girdiğimiz koltuk kavgasında bize sırtını dönmüştü.Bütün önemli noktalara ulaştığımız halde gene de karşımıza muhalefet bab’ından herhangi bir odak çıkıyor biz ona gücümüzü hasrederken açlığın,işsizliğin ve tüm bu yaşananların sebebi toplumsal buhranın hükümeti için için kemirdiğini göremiyorduk.İşin aslı gerçekleri itiraf etmek işimize gelmiyordu.8 senelik iktidarımız boyunca yokluk alabildiğine genişlemişti.Küresel Kriz’le iyiden iyiye sarsılan,sıcak paraya meftun ekonomiyi ayakta tutmak varlıkları satmaktan başka bir çare bırakmamıştı bizlere. Zengin-yoksul ayırımı arttıkça gökleri delen rezidans inşaatları şehirde hakimiyet kuruyor,böylesi tezatlığın -açılımlardan dolayı yaşandığı zannedilen kutuplaşma- fakirlikten dolayı olduğunu kabullenmek cesaret istiyordu.Oysa siyasetin yumuşak yüzlü çirkinliği cesaretimizi çoktan budayıp atmıştı.Yokluğun fay hattından kükreyerek büyüyen derin deprem toplumsal hayatı altüst ederken üstelik.

Üzerimize aldığımız riskin gücü tekelleştirmek amacına yaradığını hemen hemen herkes kabul etmiş,beni sıkı sıkıya takip eden kitleler bile ufak yollu homurdanmaya başlamıştı.Zira hep bahsettiğimiz iyileşme bir türlü onlara yansımıyordu.Halka anlattığımız hikaye sona eriyordu işte.Şimdi düşünüyorum da bize düşen seçime gitmek iken o yolu geciktirmek uğruna girdiğimiz referandum çıkmazı yaşadığımız akıl tutulmasından başka bir şey değildi. Yanlışlıklar katarının sıra halinde birbirini takip ettiği iktidarımın son 3 senesi 22 Temmuz Seçimleri’nde itibaren yola koyulmuştu.Anlaşılan kendimi ülkemin tek hakimi zannederken muhalefetle giriştiğim kıyasıya kavga hapishaneye bir kez daha düşmemek içinmiş.Özgürlüğümü var eden Başbakanlık koltuğunu korumak için giriştiğim o korkulu kavga kapkara bir sabahla sona ermişti.Bu çaresizliği anladığımızda ise geçmiş olsun demek düşmüştü hepimize.Ne yazık, korkularım geleceğimi bir kez daha yaratmıştı.

Yorum bırakın