Paranın İktidarı…

Meclis Genel Kurulu, Demokratik Açılım hakkındaki genel görüşmeyi şu saatlerde hala sürdürüyor.Muhalefet liderlerinin ardından kürsüye çıkan Başbakan konuşmasını henüz tamamladı.Açılım hakkında söylenmedik söz kalmadığı için kalan iş kapalı kapıları açıp somut projelerle meydanlara çıkmaktan ibarettir.Kürt halkının haklarını arttırmak amaçlı ve PKK terörüne karşı kansız çözüm girişimleri ABD’nin 2011 yılına kadar Irak’tan asker çekmesiyle eş zamanlı başlatıldı.İçeriden çok dış saiklerle gerçekleştirilen Açılım süreci savaş öncesi yapılan ateşkes görüşmelerine benzer görüntüler taşıyor.Kendi içinde çelişkiler taşısa bile AKP, Meclis görüşmelerinde Kürt Açılımını sürdürmek konusunda kararlı olduğu izlenimi veriyor.Bu tartışmaların arkasında erken bir seçim ya da referandum olursa şaşırmamak gerekir.

Kürt halkının teröre ve töreye kurban gitmiş her yaştan hayatın kurtuluş reçetesini dağda araması cehalet kadar çaresizlik duygusunu da içerisinde barındırmaktadır.Bu arayış içerisinde bir umut diye sarıldığı örgüt ise savaşı gündelik hayatın ölüm pratiği yapıp şiddetin kol gezmesine neden oldu.Devletin bu kirli savaşa korkunç bir boyut katarak aslan payıyla dahil olması ayran aklımıza terörsüz bir Türkiye olmayacağına dair bir inanç mıhlamıştır. Şimdi terör travmamızın tedavi amaçlı yeniden kanatılması olumlu bir sonuca kavuşacak mı, orası kocaman bir soru işareti.

Ekonomik demokrasinin toplumsal yaşantımızdan düzenli aralıklarla yapılan darbeler sayesinde uzaklaştırılması siyasetin gölgesini hukuk kurumlarının üzerine daha yeni salmadı ki.AKP’nin gölge oyununu kamuoyuna açık bir cesaretle oynama hevesi kendi başına iş açma ihtimali taşıyorsa bu gerçek demokrasi kültürümüzün derin sulardan sığ kıyılara kayması kadar iktidar partisinin muktedir olamayıp olayları yönetemez hale gelmesinden de kaynaklanmaktadır. Çiçek ya da böcek dinlemeleri son demlerini yaşayan siyasi erkin koltuğa yapışma mücadelesini yeni bir boyuta taşımasından başka bir anlama gelmiyor.Devlet-Hükümet arasında yaratılan bu darbeli yapı halk arasına da sızdığı için gerçeklerin ideolojik suçlamalardan bigane kalarak gözlere sokulması görevi biz kalem aşığı yarı aydınlara düşüyor.

Son ders:Türkiye’de tek güç vardır…Paranın gücü…O güç darbe yaptırır,sıkıyönetim ilan eder,açılımlara karar verir, bizim düştüğümüz hallere güler…Güleryüzünün ardında yatan kanlı güç savaştan nemalanır, fakirleşmemizden kalkınır ve bunların kavgasını bizlere yaptırır.Benim fakir aklım ise bu yapıyı nasıl değiştirebiliriz sorusuyla uykularımı böler.Ayrıca,dağlara çıkan gençlerin cesetleri mezarlıklarda boy boy yatarken ne için öldüklerini bilememelerinin acısını şehit ailelerinin de çekiyor olması kendimize yaptığımız o en büyük haksızlığın göstergesi değil mi?

Tahkikat Komisyonu ve Ergenekon…

Demokrat Parti’nin 27 Mayıs Darbesi’ne giden süreçte basına sansür uygulaması dışında yaptığı diğer hayati hata Meclis bünyesinde muhalefet hakkında tahkikat komisyonu kurmak oldu.Bardağı taşıran son damla böyle bir komisyonun kurulup iktidara muhalefet eden herkesin soruşturma altına alınmasıydı.Ergenekon Davası boyunca tutuklamalar yapıldıkça beynimde canlanan düşünce yakın siyasi tarihimizin de şahit olduğu İstiklal Mahkemeleri,DGM’ler ya da Sıkıyönetim Mahkemeleri vasıtasıyla hukuk kurumunun siyasi müdahalelere maruz bırakılmasıdır.Kurtuluş Savaşı boyunca İstiklal Mahkemeleri’nin varlığı zorunlu idi.Kendi şartları içerisinde gayet makul gerekçelerle yapılandırılan bu mahkemeler Kılıç Ali’nin dediği gibi “Biz gerekirse kanunun üzerine de çıkarız” mantığıyla hayat buldu.İç isyanlar ve asker kaçakları,asayişsizlik dönemin kendi gerçeğini ortaya koyuyordu.

Adalet Bakanlığı’nın iki yargı görevlisine ihraç talebiyle soruşturma başlatması Demokrat Parti’nin Tahkikat Komisyonu uygulamasına benzeyen siyasi bir teşebbüstür.Muktedir olamayan iktidarın çaresizce her türlü muhalefeti kaba güce dayanıp baskı kurarak sindirmeye çalışma çabalarını içerir.Baş döndüren gelişmeler arasında ve onca toz dumanın arkasında yatan çıplak gerçek ise halkı ezen ekonomik krizin tüm üstyapı kurumlarına yayılarak derinleşmesidir.Konu bence gayet sarih bir durum arz ediyor.Gittikçe şiddetlenen altyapı depreminin tsunami dalgası gibi her türlü toplumsal kurumu vurması iktidarın Açılım benzeri amok koşularını hızlandırarak sürdürmesine neden olmakta.Çaresizlik insana herşeyi yaptırır.İçeriden umudunu kesen siyasi erk son kozlarını oynamaktadır.Hükümetin oynadığı Demokratik Açılım kumarı Özal’ın 1.Körfez Savaşı’nda “Bir koyup üç almak” hesapsızlığını andırıyor.O dönemde ne koyup ne aldığımız ise ortada.Nur topu gibi Kürt devletçiği kucağımıza ABD tarafından verilmiştir.

O hesapsızlığın benzeri şimdiki Açılım tartışmalarında hayat buluyor.TSK ile AKP arasındaki gerginlik siyaseti ört ki ölem tarzı demokratlığın son cephesini oluşturmuyor mu?Bir oyun oynanıyor ve biz sade vatandaşlar anlamakta güçlük çektiğimiz isimler,kurumlar arasında başımız döne döne madde bağımlıları gibi gündem bağımlısı haline getiriliyoruz.Hikaye bildik hikaye aslında…Üretimden kaynaklanan artı değer azaldı.Halkın kriz sebebiyle sermayeye verecek bir şeyi kalmadığı için rant kavgası gün geçtikçe şiddetleniyor.Hortumlama ekonomimizde paylaşım adaletle yapılmadığı için travmalarımızı sürekli başa dönüp yeniden yaşıyoruz.

Aşağıda size travmalarımızın kısa bir dökümünü sunuyorum:1958 Devalüasyonu-1960 Darbesi,1970 Devalüasyonu-12 Mart 1971 Muhtırası,24 Ocak Kararları-12 Eylül Askeri Darbesi, 5 Nisan 1994 Kararları-28 Şubat 1997 Balans Ayarı…İşte size siyaset-ekonomi ya da TSK-Cumhuriyet Hükümetler arasındaki darbeli kolbastı süreci.Tüm bu tablo adaleti hayatın her alanına yayamadığımız için karşımıza çıkıyor.Mustafa Kemal’i her 1o Kasım tarihinde histeri krizleriyle anacağımıza biraz dürüstçe özeleştiride bulunsak ne kadar güzel olur?