Nevruz Kuşatması…

Dün 21 Mart idi, Nevruz’u kutladık.Bahar Bayramı doğanın canlandığının haberini getirdi bizlere.Nevruz kutlamaları Ortadoğu ve Orta Asya’da kadim bir gelenek.Baharın müjdecisi… PKK’nın resmi kutlaması sayıldığı için bana pek hitap etmiyor. Nevruz ile ilgili o kadar iç acıtan hatıralarım var ki şimdi yapılan eğlenceli kutlamalar geçmişin kanlı gölgesinde silinip gidiyor.

Yine de silahların susması çok iyi bir gelişme.O topraklardan asker cenazeleri gelmiyor. Ancak barışa şans verirken Suriye ve Irak’ta devam eden savaşları göz ardı etmememiz gerek.Şu saate kadar yaşanan çatışmasızlık hali terör örgütünün cephe kazanma çabalarından başka bir şey değil.PKK, siyasal yollarla kazancını maksimize edinceye kadar silahını bırakmaya razı görünmüyor.Varlık sebebi şiddet olan feodal komplocu bir örgüt barış bahanesini kullanarak Kürtlerin kaderini şiddet yoluyla belirlemeye devam edecek gibi duruyor.

Yaşanan savaşta 50,000’e yakın insanımız öldü.Ölenlerin çoğunluğunu Kürt asıllılar oluşturuyor.Sorarım sizlere dünya üzerinde kendi halkını katlederek bağımsızlık kazanmayı hedefleyen kaç tane şiddet organizasyonu mevcut?Ben Kürt Sorunu olduğuna inanıyorum.Ancak sorun bakış açımızda yatıyor.Kürt Sorunu,topraksız köylü ve ekmeksiz halktan türeyen Doğu Sorunu’nun işaret fişeği sanki…

Kürtlere devlet katında sürekli problem üreten insan topluluğu muamelesini layık gördük geçmiş yıllarda.Aynı bakış açısından ötürü karşımızda gitgide büyüyen Kürt Siyasal Hareketi’ni bulduk.Barış Süreci’yle militanlar dağdan inip düz ovada siyaset yapsalar bile Kürt Sorunu;geri bırakılmış Doğu toprakları ve ilkel aşiret ilişkileri yüzünden kanamaya devam edecek.Silahlı örgüt seçeneği aynı sosyo-ekonomik mekanizma içerisinde doğal bir sonuç değil mi?

Etnik bilinç kazanma aşamasını geçmiş bulunan Kürt toplumu terör örgütü silahını dağlara gömse bile Türk halkını yönetenlerin kendilerine yönelik olumsuz bakış açısından dolayı isyan halini sürdürecek.Bağımsızlık, federasyon, özerk yönetim ya da konfederalizm gibi tüm seçenekler üniter devletin varlığı devam ettikçe kanlı senaryoların haki renkli yol haritaları olarak gündemde kalacak.

Kazananı olmayan iç savaş bizimkisi.Uzun erimde çatışmanın devam etmesi başta İngiltere,ABD,İsrail ve İran olmak üzere birçok ülkenin işine geliyor.Topraklarımızı koruma azmimizden türeyen tekin olmayan bu barış hali Kürtlerin sıkışmışlık hissini iyiden iyiye artırıyor.Aynı sıkışmışlıktan hayat bulacak olan şehir isyanları yeni bir askeri darbenin yeter şartları arasında yer alabilir.

Bugünlere gelinceye değin Türkiye’de 30 senedir yaşanan düşük yoğunlu çatışmaya sebep sonuç ilişkileri açısından bakmak istiyorum.

Örgüt, Abdullah Öcalan tarafından 1973-1974 yıllarında kuruluş çalışmalarına girişti.Duran Kalkan,Rıza Altun,Cemil Bayık,Murat Karayılan,Mehmet Hayri Durmuş,Kesire Öcalan,Haki Karer,Baki Karer Kürdistan İşçi Partisi’nin  önemli isimlerinden.Marksist-Leninist ilkelere dayandığını iddia ediyor.Zaman içinde  kendi halkına “Zorun Rolü” teorisini kullanan,silahlı propagandanın en acımasız şeklini sivil asker gözetmeden tüm hedeflere uygulayan eli kanlı şiddet makinesi.1980’lere kadar Apocular adını kullandı. Öcalan,12 Eylül Darbesi’ni haber alınca Suriye’ye kaçtı.Daha sonra Baas Rejimi kontrolündeki Bekaa Vadisi’nde örgüte güç kazandırmaya devam etti.Darbenin ardından ise korkunç Diyarbakır Cezaevi tecrübesi yaşandı.PKK,1980 öncesinden kalan mücadelenin örgütsel yanını geliştirerek 15 Ağustos 1984’te ilk  saldırılarını gerçekleştirdi. Ortadoğu’da silah,militan,siyasi destek sağlanmasında Asala-PKK ilişkileri önemli işlev gördü.Baas Rejimi ile Barzani ve Talabani’nin siyasi destekleri 1990’lerin sonlarına Öcalan yakalanıncaya kadar devam etti.Aslında kurulan tuzağın arkasında ABD ve İngiltere bulunmaktaydı.

1991 yılından itibaren halk tabanını sürekli genişletti.1980’lerde köy basıp bebekleri bile acımasızca öldüren Kürt halkını terörize ederek devletin yokluğunda bölgede tek seçenek halini aldı.1. Körfez Savaşı ardından peşmerge ABD desteğinde Kuzey Irak bölgesinde özerk Kürt yönetimini hayat geçirdi.Peace of Comfort ya da diğer adıyla Çekiç Güç güya Saddam’a karşı Kürtleri korudu.Savaşın ardından Kürt bölgesinde iyiden iyiye hareket serbestliği kazanan terör örgütü silah,malzeme,militan edinme ve lojistik açılarından altın dönemini yaşadı.

AKP iktidarının ardından 2005 yılında başlayan Oslo Görüşmeleri,2009’da Demokratik Açılım ve ardından 2013 Mart ayında Öcalan’ın Nevruz Açıklaması gibi adımlar örgüte stratejik alanda üstünlük edinme ve ön cephede mevzi kazanma şansı verdi.Dün ise Diyarbakır Nevruz Meydanı’nda olası Kürt Barışı’nın devamı niteliğindeki Öcalan açıklaması topluluğa okundu.Okunan metin terör örgütü liderinden barışın kalıcılığının sağlanmasına dönük 2013 Mart ayındakine benzer bir manifesto.Suriye ve Irak topraklarında çatışan terörist organizasyonun Türkiye’deki silahlı unsurlarını azaltmasına yönelik taktiksel bir çaba değil midir bu tür siyasi manevralar?

30 sene Türkiye’de şimdi ise Şenkal Dağı’nda, Kobani’de süren silahlı mücadelenin Türk toprakları üzerinde devam edeceğinin yol haritası sanki PKK-KCK-HDP’li isimlerin sürgit giden basın açıklamaları.Geçici çatışmasızlık halinin huzursuzluğuysa Kürt Sorunu üzerinde duman duman tütüyor.Gelecek günlerde barış dilinin ürkek tekinsizliğinden ötürü can çekişen süreçte PKK örgütünün Türk topraklarında 6-7 Ekim Olayları’na benzeyen şehir ayaklanmaları yaratması beklenebilir.

Sürecin kalıcı olması dileğiyle…

Toplum ve Derin Devlet…

Birbirleriyle zincirle bağlanmış gibi görünen olaylar süreci yakından irdelenirse aralarında bazı derin bağların olduğu görülür.Ergenekon Davası’ndan tutun Darbe Belgesi’ne,Kürt Açılımı’ndan Ermeni Açılımı’na, Reşadiye saldırısından tutun DTP’nin kapatılmasına kadar dolu dolu geçen 2009 yılı temelde çatışan iki gücün varolduğunu bizlere işaret ediyor.

Devletlerarası kavganın coğrafyamızda halen sürdüğü düşünüldüğünde kurumlarımız arasındaki çatışmanın sokaklardaki izdüşümü şiddete meyilli etnik kimlik ifadesiyle hayat buluyor.Cümlenin Türkçe meali şu:Gelir dağılımını ağır biçimde bozan son 15 senedeki üç ekonomik kriz (1994-2001-2008 Krizleri) halkın yaşam şartlarını oldukça zorlaştırdı.Orta sınıfın gelir kaybına uğraması doğal olarak A sosyo-ekonomik yaşam düzeyi ile diğer toplum kesimleri arasında uçurum düzeyinde varlık farklılaşmasına neden oldu.Vücudun omurgası kırıldığında ayakları tutmaz olur,beynin verdiği emirler sinirlerin dumura uğramasından dolayı yerine getirilmez. İnsanları isyan noktasına getiren varlık-yokluk kavgası artık örtülemediği için Kürt Açılımı (Kürt-Türk kutuplaşması) şeklinde kristalize edilmiştir.

Uzun zamandır sosyal antropologların üzerinde deneysel saha çalışması yaptığı Türk toplumu bilinçli ve tehlikeli şekilde güdüleniyor.Bu derece keskin bir gelir farklılığı ortamında tutunacak dalı olmayanlar yoksulluklarının kaygısını dini,etnik yahut sınıf bilincini uyandırarak gidermeye çalışmaktadır.Ekonomik altyapının düzelmeyecek şekilde bozulması geniş bir kesimde umutsuzluk,şiddet,kışkırtılmaya açık olmak gibi duygulara yaşam imkanı sağlıyor.

Temcit pilavı gibi söylediklerimden kastım şu:Derin devlet artık harekete geçmiştir.Bu irade ise bizlerin hep aleyhinde sonuçlandı.Kutuplaşmanın iyice derinleştiği göz önüne alındığında ekonomide yaratılan artı değerin yeniden paylaşılmasının önüne geçilmek isteniyor.

Son sözüm şöyle.Bizleri böylesi duruma getiren yıllardır üzerimizde uygulanan ekonomik şiddettir.Farklı kesimlerde birbirlerinin düşmanı gibi görünenler aslında aynı davanın savunucuları gibi.Küresel dinamiklerin paylaşım kavgasında yerel güçlerle çatışması yeni bir dünya düzenini somutlaştırırken,Türk toplumu ekonomik demokrasiyi bir türlü hale yola koyamadığı için arkaik alışkanlıklarını hatırlamaktan başka bir çare bulamıyor.Sosyal psikoloji açısından PKK bizim toplumsal travmamızdır.Ve bizler tedavi olmak istemediğimizden dolayı travmasını seven patoloji sahipleri gibi hareket ediyoruz.Çözüm yolunda hareket etmek akılla hareket edenlerindir.Bu kadar bağırış çağırış arasında akıl nerede duruyor sizce?

Seçim mi,Geçim mi?

Türk siyasi hayatı ve bizim gibi onun meftunu olanlar son yaşananların ardından keyiflerine çerez yeni bir tartışma konusu buldular,2010 yılında Erken Genel Seçim olur mu?Şimdi biraz şeytanın avukatlığını yapalım.Ortalık karışmaya başladığı zaman kaptanın mahareti ön planda olur.Ama bizim kaptan ABD bandıralı gemilerden inemediği için yönetici köşkü miçolarla dolmuştur.Kifayetsiz muhterislik yaparak her alanda yozlaşmanın örneğini veren iktidar, siyasi açıdan kilitlenmiş olmanın maymuncuğunu Açılım süreçlerine yüklemeye çalışarak Türk halkının zamanından,emeğinden çalmaya devam ediyor.Ağır mı oldu?

Devam edelim,işte bana özgü kısa bir özet:Siyasi hayatına 2001 Krizi’nden faydalanarak damgasını vuran AKP, AB-ABD ile Cemaat-Tarikat açmazını kıramamıştır.Bilakis varlığını borçlu olduğuna inandığı bu çevrelere geniş çalışma alanı tanımış, Yargı-Sendika-Üniversite gibi sivil toplumun saç ayaklarına karşılık kendi zenginlerini yaratmaya dayanan sosyo-ekonomik modelle kriz çıkarmıştır.İktidarları zamanında devşirilen Ergenekon ekonomisi sayesinde Özalizm’den daha beter yoksulluk artık kapımızda.

Zurnanın zırt dediği yer olan Küresel Kriz bahane olarak kullanılmamalı bana kalırsa.Türkiye,Kemal Derviş-IMF aracılığıyla 2001 yılında sadece batan bankaları kurtardı.O günden bugüne alttan alta devam eden sarsıntı el yordamıyla halkı umutsuz kıldı. Öğrenilmiş çaresizliğin güzide temsilcisi muhalefet ise sivil toplum örgütleri kadar, hatta cesur yürek Osman Kaçmaz kadar haklarını savunamadı maalesef.Domates alırken bile elleyen,koklayan, hatta mıncıklayan sevgili halkımın sandık tercihlerine saygı duymaktan başka bir çaremiz olmadığı için umudumu koruyorum.

Allah sonumuzu hayır etsin!

Nostradamus…

Evet,şimdi biraz siyasi Nostaradamus’luk yapalım.Önce bir teşekkür:Bizlere kaosun matematiğini yapmak zorunda bırakanlara buradan bir kez daha şükranlarımı sunarım.Menderes,Demirel,Özal gibi ABD hayranı siyasetçilerin klonlanmış mirasçıları bizlere böyle bir huzur dolu ülke tablosu hediye ettiler.

Parti kapatma süreçlerinin siyasi partiler yasası,Anayasa gibi temel kanunlardan kaynaklandığını hepimiz biliyoruz. Hayatımıza bu kadar müdahil olan hukuk kurallarını daha özgür,daha anlaşılır yapmadan çıkışı bulmamız güç. Esnekliğini kaybetmiş siyasi hayatımızın etnik fay hatlarınca tetiklenen depremlere duçar olması geçmiş ve şimdiki zaman Türkiye’sinde üretim ilişkilerinin demokratik olamamasında yatıyor.Bu sayede sığlık derecesinde sloganlarla düşünen insan toprağı çatışma tohumlarını her alana yayıyor.Yazılarımda günlük siyasi tahlillerden öte huzmeleri daha derine düşen okumalar yapmaya çalışıyorum.Buradan çıkan anlam şu:Şu andaki kutuplaşma süreci toplumsal çözülmenin tüm katmanlara değişik izdüşümleriyle vücut buluyor.Sosyal olayları tek yöne açıklamak yanlışına düşmek istememem ama,gelir farklılaşmasının uçurum düzeyine ulaşması sokakları tekinsiz mekanlar haline getirmiştir.

Başbakan,AKP,ABD,F Tipi Yapılanma,tarikatlar,PKK… lokanta menüsü gibi sayılanlar mevcut sonuçta etkili olanlardır.Ama biz bu süreçte etkili olabildik mi?Sesimizi çıkarmadan,sorumluluk almadan,vurdumduymazlıkla olanları görmezden gelerek bu tartışmalarda yerimiz olmadı.Kısacası kendimizi adam yerine koymadık. Susup, birilerinin bizim adımıza birşeyler yapmasını bekledik.İşte sonunda olanları,olayları gördük.Türkiye’nin kötü gidişatında önemli etkisi olan aydınlar gelişmelere halkın penceresinden bakma cesaretini gösteremediler. Vekilleri,asillerinin yüzlerini kızartmadı hırsızlık,yolsuzluk tam gaz sürüp gitti.Hergün bir başka çile doldurma serüveni anlamına gelen eve ekmek götürme kaygısı tek sorunumuz oldu.Ekonomik krizle ondan da olduk.Ne diyelim,mevlam ne eylerse güzel eyler.

Bitmiş İktidarın Sabık Başbakanı…

Epeyce büyük bir kısmımız ayran budalası gibi Obama gündemine göğüs geçirirken Açılım’ın ilk kanlı meyvelerini almaya başladık. Tokat,Reşadiye’de 7 askerin şehit edildiği saldırı bizlere ölümlerle bezenmiş gelecek günleri işaret ediyor.Ne zamandır sokak gösterileri ülke çapında çığırından çıkma potansiyeli taşırken ABD merkezli stratejilere payanda olmak AKP iktidarının sonunu getirecek gibi.

Siz bakmayın ABD kaynaklı haber kanallarının gündem şişirmelerine.Para ve güç musluklarını elinde tutan iktidara karşı yayın yapamadıkları için tek çare olarak yalanı gerçek diye yutturmaya çalışıyorlar.Bunun adını da MODEL ORTAKLIK diye açıklıyorlar.Oysa dış politika sıfıra sıfır elde var sıfır.GOP kapsamında Türkiye’ye küresel stratejilerin taşeronu olmaktan öte bir rol biçilmezken Libya,Suriye,Arnavutluk,Ürdün gibi ülkeler bize vizeyi kaldırsa ne yazar kaldırmasa ne yazar?Sen AB ülkelerinde emek dolaşımını serbest hale getirebildin mi?Hemen Merkel-Sarkozy edebiyatına sarılmak bizim siyaset ve basiret yoksunluğumuzu açıklamaktan uzak kalıyor.

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının bizlere bıraktığı onuruyla yaşayan bir ülke mirasına ihanet etmenin karşılığı Türk bağımsızlığının Batılı ülkelere peşkeş çekilmesidir.Menderes-Demirel-Özal-Çiller-Erdoğan zinciri halkı hem fakir hem onurundan düşkün bir cahiller ordusu hale getirmişlerdir. Bu başarıda payı olan herkes münasip yerlerine kınalarını yakabilirler.Ama ben hala Kurtuluş Savaşı’nı kotaran bu milletten umutluyum.Üstelik umutlu olmama dair çok sebep var.Osmanlı’nın son dönemini andıran bu günler elbet gelip geçecek.Yeni Damat Ferit’ler,Ali Kemal’ler toplum tarafından nefretle anılacak.Benim buna güvenim tam.Hele biz hatanın büyüğünü kendimizde ararsak çıkış yakın…

DTP-PKK-İmralı…

Zor günlerin eşiğine geldik,dayandık.Sabah akşam sokak çatışmalarını,polisin gaz bombası çocukların ise buna karşılık taş atmalarını izliyoruz.Olaylar uzak bir ülkenin gidilmez yörelerinden değil,Türkiye’nin doğu kıyısından.Kendi insanımızın birbirine diş bilemesine yol açan süreç neden bu kadar çabuk ivme kazandı?Tüm bunlara Kürt Açılımı’nın ne oranda etkisi oldu?

Son sorudan başlarsak ABD destekli Kürt Açılımı,Dağlıca Baskını’ndan sonra 7 Kasım 2007 tarihinde Başbakan Erdoğan’ın -tıpkı yakın tarihte yaşanacağı gibi- Beyaz Saray’da Bush ile görüşmesinde şekillendi.PKK’ya karşı ortak mücadele ve anlık istihbarat karşılığında ABD tarafı,Türkiye’ye açılımın yol haritasını buyur etti.Kamuoyu yeterince hazırlanıp Amerikan askerleri 2011’de çekilmeden hemen önceyse harekete geçildi.Açılımdan maksat Kuzey Irak’taki Kürt Bölgesel Yönetimi’ne yeni bir hami kazandırmak idi.Oysa 1999 Şubat ayından bu yana PKK operasyonel gücünü yitirmişti.Ta ki ABD, Irak’ı yeniden işgal edinceye kadar.1991 I.Körfez Savaşı’ndan beri fiilen özerkliğe sahip Kürt Yönetimi işgalden sonra -merkezi yönetime rağmen- devletleşme yönünde adım atmaya başladı.Dikkat ederseniz her ABD işgali sonrası PKK kuvvetlendi.Ordumuzun terör hareketini uzunca bir süre cephe mücadelesi olarak görmesi ve bizlerin Kürt Sorunu’nu sadece güvenlik açısından değerlendirmemiz savaşın kanlı ateşini ocaklara düşürdü.

Şu anda görünen manzara şöyle: PKK;ABD,DTP,Barzani-Talabani ve Kürt Açılımı aracılığıyla önce siyasallaşma , ardından meşruluğunu kabul ettirme ve nihai olarak Öcalan’ı siyasete geri getirme amacında yol almaya çalışıyor.1990’ların başında HEP,sonra DEP, ardından HADEP ve en son DTP olarak siyasal hayata katılan etnik Kürt milliyetçiliğinin kendi insanının hayati sorunlarından öte sadece Abdullah Öcalan’ın infaz koşullarına odaklanması Türk milliyetçiliğini kışkırtmaktan öte bir anlam taşımıyor.Benim anladığım barış,demokrasi,insan hakları söylemleri altında DTP’nin gerginlik yaratmaktan öte bir amacı yok.

Gene aynı yere geleceğim.Açılımın hemen hemen bir sene öncesinde başlayan küresel ekonomik kriz hükümetin gardını düşürmüştür.Dış kaynağa bağımlı olan Türkiye’nin direnme gücü azaldıkça siyasi talepler önümüze birbir konuluyor.Kürt ve Ermeni Açılımları,Kıbrıs,AB Süreci… gerileyen ekonomimizle hayır cevabını siyasi lügatten kaldırdı.Darbe Belgesi,Ergenekon,Kafes,Kuvvet Komutanları bu süreçte psikolojik harbin iç kamuoyuna yansıyan yönleri oldular.Özünde, küresel rant paylaşımı ile kurulacak yeni düzenin doğum sancılarını tetikleyen kriz bizde sosyal alandaki çalkantılarla kendini gösterdi.

Halkın yaşam koşulları zorlaştıkça sefalete düşenler etnik milliyetçiliğe sığınmaya başladılar.Toplumun değer yargılarını taşıyan orta sınıfın gelir kaybına uğramasıyla bireyler düştükleri boşluğu ideolojik sapmalarla gösteriyorlar.Kürt milliyetçiliği anti tezini hortlatırken savaş zamanlarına özgü solgun yüzler saflarını belirlemeye başladı. Bireysel terörün,örgütsel terörün önüne geçmesi sayesinde huzursuzluğun ne kadar derin olduğuna şahit oluyoruz.Biz bir bombanın üzerinde oturuyoruz, haberimiz yok.

Minareden At Beni İn Aşağı Tut Beni…

İsviçre’de 6 aydır süren minare tartışmaları dün yapılan referandumla sona ermiş oldu. İsviçre Halk Partisi ile bazı politikacıların işbirliği sayesinde kotarılan oylamada %58 oranında İsviçreli yeni minare yapımına hayır dedi.Oysa ülkede topu topu dört cami varmış.Anlaşılan yeni camiler minaresiz yapılacak.Şimdi oturup düşünelim,kara paranın meşhur aklayıcısı İsviçre neden böyle bir karara imza attı?Dört tane camiye dört tane eklense bile nüfusu 8 milyon bile olmayan bir ülkenin bu amaçla referanduma gitmesi ilginç.Kendilerine demokrasi dersi verecek halim yok, öyle olsa onlar gelir buralarda çalışırlardı.

Ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte Avrupa çapında sağ görüşlerin ağırlık kazanması sorunun özünde yer alıyor. Yaygın işsizlik, durgunlukla elele verince kendilerinden olmayanı istemeyenlerin sayısı dünya ölçeğinde artıyor. Tıpkı bizim batı sahillerinde geçen hafta yaşananlar gibi.Tepkileri alt alta koyarsak sosyal resmin tüm renkleri bütün açıklığıyla ortaya çıkmış durumda.Bu renk cümbüşünün gitgide haki yeşile ve gamalı haç siyahına dönüştüğü açık. Dünya çapında geçim kaygıları kitleleri muhafazakarlığa itiyor.Ortaya karışık bu siyasi manzaranın hemen düzeleceğini beklemek yanlış olur.Ekonomi çarklarının yeniden büyüme yönünde ivme kazanması zaman alacak. İsviçre ülkesinin referandumla halka sorduğu konuları bizler tek taraflı dayatmalarla yaşıyoruz.Demokratik açılım süreci halkın rızasından uzak devşirildiği için toplumsal hareketlilik şiddet yönünde kendini gösteriyor.Gelir adaletsizliğinin etnik milliyetçilik hareketleriyle kendini gösterdiği modern zamanlar şiddeti tek meşru eylem biçimi haline getirdi.

Ekonomik demokrasinin kutuplaşmayı engellediği ortada.Bana kalırsa İsviçre, kişi başına geliri 30.000 $’ı geçen bir ekonomi olmasa Türkiye gibi iç çatışmaların mebzul toprağı haline gelirdi.Yaygın işsizlikle beraber başımıza örülen sözde demokratik açılım kampanyası iç çatışma ihtimalini güçlendiriyor.Halkın evine ekmek götürme kaygısını yüzyıllardır alttan alta süren bir karşıtlıkla örtmek isterseniz başınız büyük derde girmiş demektir,sizi ABD bile kurtaramaz.Hemen her yerde savaş zamanlarını andıran insan tepkilerini görüyoruz.Yapmayın, başınızı büyük derde sokuyorsunuz.Bu işin altından kimse kalkamaz.

Türk Sorunu…

Etnik milliyetçilik anlayışının kabardığı günler açlık ve sefaletin düğün bayram yaptığı dar zamanların prömiyeri gibi duruyor.Oral Çalışlar’ın bugünkü makalesinde değindiği gibi Türkiye’nin demokratikleşme süreci Kürtlerin kimlik ve özgürlük talepleriyle at başı gidiyor mu?Yazar,çoğu sol düşünceli insanın bu değişimi anlamakta güçlük çektiği iddiası içerisinde.Devamında Kürt ve Alevilik üzerinden yapılan tartışmalarda solun bu iki sosyal grup üzerinde özgürleştirici etkisi olması gerektiğini öne sürüyor.30 senelik çatışmanın ağalık düzeninin etkisini azalttığını, savaşın yarattığı atmosferin bu tür geri kurumların aksine ekonomik açıdan değişen, toplumsal hareketliliği hızla artan bir Kürt siyasi nüfuzunu yarattığı kanısında.

Benim bu konuda itiraz edeceğim birkaç nokta mevcut:

1-Küresel kriz çağında değişimin motor gücü ,makalenin başlığında değinildiği gibi, emek-sermaye (gelir dağılımı) çelişkisinin yarattığı toplumsal baskının etnik milliyetçilik kimliğinde kendini sunmasıdır.
2-Sırf Kürt halkının haklarını tartışıp geri kalan Türkiye tablosunu göz ardı etmek, diğer etnik kesimlere haksızlık olmuyor mu?
3-Üst gelir düzeyine sahip grupların toplumun geri kalan kısmından giderek uzaklaşması ekonomik kriz kökenli bir kopuş değil mi?Bu gruplar arasında hiç Kürt olan yok mu?
4-Sokağa taşmaya başlayan çatışma heveslisi Türk sağının,DTP benzeri siyasi Kürt hareketlerden ne farkı var?
5-Bu ülkede kendini dışlanmış,mağdur hissedenler sadece Kürtler ya da Aleviler mi?Ve sol siyasetin böylesi sorunlara gözünü kapaması gibi bir alışkanlığı yok mu farz ediliyor?
6-Ekonomik demokrasi sağlanmadan yapılan ABD merkezli, kanımca içi boş açılımların kutuplaşma yaratmaktan başka bir işe yaradığı görülmüyor mu?

Yaşananlar barış ya da demokrasi adı altında içten içe süren bir paylaşım kavgasının ekonomik krizle yeniden çevrilmesi olarak değerlendirilebilir.Tüm bunların ardından artık nurtopu gibi bir Türk Sorunumuz hasıl oldu.İktidar yorgunu olup,giderayak açılımlara zorlanan bir siyasi iradenin mevcudiyetini yarattığı çatışma kültürüne ödünç vermesi ikbal derdine düştüğünü gösteriyor.Değişimin Kürt halkına daha fazla özgürlük getireceğini savunanların o halkın dostu olduğuna inanmıyorum.Artan muhafazakarlık ile yozlaşmış sosyal hayat, işsizlikle elele verip azınlıklara kanlı yüzünü döndürdü.Bunun günahını herkes çekecek ama körükörüne hükümet ile ABD ve taşeron güçleri destekleyenler herkesten fazla suçlu.Tarihin kırıldığı anlardan birisini yaşıyoruz, kafese girmemek lazım.

DTP Konvoyu…

İstanbul’da yoğun sise rağmen açık sayılabilecek trafikle işe geldik.Ancak TEM-Bahçeşehir yakınlarında ardımızda büyük bir trafik kazası bırakmışız. Kazaya uğrayanlara geçmiş olsun dileklerimi sunarım. Memleketin siyasi havası tıpkı İstanbul’un sisli puslu sabahlarına benziyor.Geçen Pazar günü DTP Genel Başkanı Ahmet Türk,İzmir’e gitti.Parti konvoyu seyir halindeyken bazı kişiler tarafından saldırıya uğradı.Saldıranların çoğunluğunu MHP taraftarlarının oluşturduğu ise malum.

Yazımıza devam edelim.Son yaşanılanlardan çıkardığım sonuç şöyle: Yönetemeyen demokrasimizin yalancı gebelik sancıları ekonominin su kaçırmasıyla daha da ayyuka çıkmıştır.Siyasetin basiretsiz açılım girişimleri arasında yoğun işsizliğin baskıladığı sosyal toprak mayınlı arazilere sebebiyet veriyor.Kaosun matematiği olmaz.Türkiye’de krizin heryüzü kendini gösterirken iç çatışmalara yol açacak davranışlardan tüm tarafların uzak durması gerekir.Geçmişte olduğu gibi gerginlik ve çatışma kültürü günahsız insanlara zarar veriyor.

DTP’nin nasıl bir siyasi kimlik taşıdığı ortada.Parti örgütünün PKK’nın siyasi ve askeri şubesi olarak çalıştığı su götürmez bir gerçek. Açılım sürecinde sürekli İmralı’yı işaret ederek barış girişimleri adı altında silahlı güce dayanma hevesleri kendilerinin etnik Kürt milliyetçiliğinin temsilcisi olmaktan başka bir özelliğe sahip olmadıklarını gösteriyor.Derin bir fay hattının ikiye ayırdığı Türk toplumu çatırdamaların etkisi altında ekonomik bağımsızlığını gitgide yitiriyor.

Küresel ekonomik krizle birlikte yepyeni bir Dünya’nın gerçek doğum haykırışlarını duyuyoruz.Ama toplumun geneline salgın hastalık gibi yayılan muhafazakarlığın getirdiği yozlaşma geleceğimizden çalmaya başladı.Umut diye sarıldıklarımız bizleri hayal kırıklığına uğrattığından beri kendimizi boş vermişliğin derin kuyusuna attık,debeleniyoruz.Yanlış adamların doğru işler kotardığı hiç görülmemiş.Tarihin kırıldığı şu anda değişimin ekonomik alanda başladığını anladığımız zaman gerçekler daha fazla gün yüzüne kavuşacak.Tüm bu bozulmalar gerçek düzeltme ile sonuçlanabilir, yeter ki bizler uyku mahmurluğundan silkenerek kalkalım.Siyasilerin müsekkin etkisi verin konuşmaları bizleri artık tatmin etmiyorsa, güzel günleri görebiliriz.Herkese iyi çalışmalar…

AKP ve III. Meşrutiyet…

Temmuz 1908 tarihinde Abdülhamit yönetimine karşı 2.Meşrutiyet’in ilan edilmesi kuşkusuz birden fazla sebebe dayanıyordu.Ayaklanmaya giden yolda İttihat ve Terakki Partisi’ne bağlı subayların Rumeli’de dağa çıkarak padişaha isyan etmeleri meşrutiyet ilanının en önemli ayağını teşkil etmiştir. Bu tarihten sonra Parti’nin ordu gücünü kullanarak 31 Mart Ayaklanması’nı bastırması İttihat ve Terakki’yi Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına kadar en önemli siyasi güç haline getirdi.Bu gücün arkasında Balkan Savaşları’nda kazanılan göreli başarı ile çöküşe karşı Türk-İslam Sentezi’ni harekete geçirmesi yatıyordu.Sonuçta 1.Dünya Savaşı’nı kaybettik ve Osmanlı devleti dağıldı. Tarih sahnesinde ömrünü dolduran hiçbir özne suni nefes ile yaşatılamamıştır.İttihat ve Terakki kurtarıcı kılığına girmiş bir ölüm meleği idi.

Gelelim başlığımızın sebebine:AB süreci 1999 yılından itibaren tam üyelik perspektifine doğru yol aldığında 2001 ekonomik krizi yaşanmamıştı.Bu kriz, 2002 seçimlerinde koalisyon partilerini sandıktan silip Adalet ve Kalkınma Partisi’ni tek başına iktidar kapısını ardına kadar açtı. Reformların, sadece AB çıpasına bağlanarak iç siyasette kotarılması onca senenin kangren sorunlarını çözemedi.Çünkü 2001 krizi ekonomiyi altüst ederken, IMF reçetelerini uygulamayı sürdüren AKP bu kopmaya karşılık geçerli tedaviyi uygulayamadı.Küreselleşmenin ölüm çağında dışarıdan gelen parayı yatırımlara değil devasa borç stoku yaratmakta kullanmak, o kadar övündükleri liberal ekonominin ilkelerine de uymuyordu. Sonuçta 2008 Küresel Kriz’i baş göstermeden 2006 yılından itibaren piyasa daralmaya başladı.Ciddi hiçbir tedbir alınmaması geniş halk kesimlerine buhranı yaşatıyor.2010 yılında gerilemenin daha fazla olacağını söylemek için iktisatçı olmaya gerek yok.Baz etkisine dayanan büyümenin halkın refahını arttırmayacağı ortada.

Konuyu bağlarsak İttihatçılar ilkel bir üretim ve dağıtım altyapısına dayanan ülkeyi savaşa sokarak 10 senede paramparça etmiştir.Sanal açılımların taşeronu AKP ise ekonomiyi altüst etme başarısızlığını etnik milliyetçiliği hortlatarak kapatmaya çalışıyor.Dağa her çıkanın açılım sağladığı 2.Meşrutiyet dönemine benzeyen taraf ise etnik Kürt milliyetçiliğinin siyasi manevra kazanmasını silahlı milis gücü olan PKK ile AB-ABD Koalisyonu’nun elele başarmasıdır.Türkiye’nin geldiği nokta ürettiğini adilce paylaşamamanın yarattığı sıkıntıyı halka mal etme çabasında yatıyor. Benim aklım 100 sene önceki açılımlar ile 2009 açılımların benzerliğini kabaca böyle yaptı. Ne diyelim,denizler durulmaz dalgalanmadan…