Stagflasyon…

Radikal Gazetesi ekonomi yazarı Mahfi Eğilmez’in 2 Eylül 2010 tarihli “Resesyon mu Depresyon mu?” başlıklı makalesini güncel ekonomik gelişmeleri değerlendirdikten sonra tekrar okudum.Sadece rakamlara bakarak gelecek günleri değerlendirmek salt mantığın kuru fikri kalıplarıyla hayata bakmakla eş değer olsa da makaleyi sizlere özetlemek istiyorum.Zira gelecek günlerde ekonomik konulara daha fazla zaman ayırmak zorunda kalacağız.

Eğilmez,yazısının girişinde iktisaden üst üste yaşanan iki çeyrek küçülmenin resesyon olarak adlandırıp ekonomik faaliyetlerde daha şiddetli ve yaygın bozulmayı depresyon olarak tanımlıyor.Grafikte ABD,Japonya,Almanya, Yunanistan ile Türkiye’nin 2008 yılının son çeyreği ile 2010 yılının ikinci çeyreği büyüme oranlarını mevsimsel etkilerden arındırarak açıklıyor.Almanya hariç diğer ülkelerin resesyon değil depresyon yaşadıklarına değinen yazar,Türk ekonomisi açısından baz etkisinin zayıflamasıyla büyümenin eksiye yaklaştığına değiniyor. İşsizliğin can yakıcı biçim de yüksek oluşu Eğilmez’in kaygılarını ekonomide resesyon değil depresyon yaşandığı gerçeğine bağlıyor.

Yukarıda bahsettiğim makaleden hareketle Ağustos ayının enflasyon rakamlarından tutun,cari açığa, ihracatçıların sıklıkla yakındığı dolar kurundan tutun gösterge faizlere kadar bir dizi önemli veride bozulma var. Mali Kural’ın askıya alınması ile orta ve uzun vadede çapasız kalan-bu sene görece iyi giden-bütçe açığı ise gelecek senenin seçim yılı olması hasebiyle iktidarın siyasi ranta dönük harcamalarından dolayı olumsuz etkilenecek.Tüm bu ekonomik bilgi tufanı arasında iyi olan tek rakam geçen hafta 60.000’leri geçen İMKB endeksi ile %11’e düşen genel işsizlik oranı.

Lafı uzatmadan söyleyeyim bu senenin ilk çeyrek büyümesi diğer çeyreklerle kıyaslanamaz bir ayrıcalık arz ediyor.Bunun sebebi 2009 ilk çeyreğinde GSMH’de II.Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en derin gerilemedir. Henüz açıklanmayan Nisan-Haziran 2010 dönemi büyüme oranı baz etkisinin azalarak devam etmesiyle pozitif yönünü koruyacak.Mevsimsel etkilerden arındırılarak gerçekleşen rakamlara ulaşıp onları değerlendirmek daha doğru öngörülere ulaşmamızı sağlayacak.

Geçen ayın ÜFE fiyatlarındaki %1.15’lik artış üç aylık düşüş döneminin sona erdiğini sorumlu kulaklara söylüyor. Üretici fiyatlarının önemi tüketiciye yansıyacak potansiyel fiyat artışlarının bu verilerde yer almasında yatıyor. Maliyet enflasyonunu iliklerimize kadar yaşayarak çift rakamlı hayat pahalılığına geri döneceğiz bana kalırsa. TÜİK’in süt tozu, barut,çivi…gibi bir sürü ilgili ilgisiz kalemden mürekkep bir sepetten yola çıkarak hesapladığı enflasyon oranlarının gerçekleşme olasılığı sokaktaki vatandaşın hissettiği pahalılığı yansıtmıyor.Düşük gelirli insanların pahalılıkla her Allahın günü mücadele ettiği yaşam savaşından yüksek düzeyliler bu denli yakıcı biçimde etkilenmiyorlar.Emekleriyle geçinenlerin piyasaya arz edecekleri başka bir niteliğe sahip olmamaları yaşam düzeylerindeki gerilemeyi her geçen gün arttırmaktadır.

“Resesyon mu Depresyon mu?” yazısından mülhem konumuza devam edelim.Türkiye’de bozulan dengeler küçülme+enflasyon tehlikesini işaret etmekte.Alimlerin sustuğu yerde cahiller konuşurmuş,hepsi birbirine bağlı bir dizi ekonomik bozulma yarattığı sonuçlarla yeni risklere yol açıyor.Stagflasyon-hayat pahalılığının durgunluğun derinleşmesi ile el ele vermesi durumu- yaşam koşullarının bozulmasını daha da derinleştirecek.Küçülen bir ekonominin siyasi hayattaki yansımalarını yukarıdaki bilgilere eklersek kaosun yarattığı kargaşayla piyasalarda güven duygusu zedelenecek.Bu durumun kredilerin geri çağrılmasını getireceğini hesap etmek gerekir.

Mali sektörün 2001 Finans Krizi’nin ardından ameliyata alınmasıyla Küresel Kriz’den etkilenmemesi sonucunun doğması kimseyi yanıltmasın.Reel kesimin giderek rahatının kaçacağı sıkı para ve maliye politikalarıyla baş başa kalacağı bir döneme gireceğimizi söyleyebiliriz. Hayek’e bakıp stagflasyonun nedenini rantabl olmayan yatırımlara kaynak tahsis edilmesi ile para politikası ve faiz hadlerinin yanlış yönlendirilmesine bağlarsak mevcut tanımda günümüz Türkiye’sini göremez miyiz?

Dış dünyada gıda başta olmak üzere emtia fiyatlarının artması,içeride iş yaratma maliyetlerinin yüksek düzeylerde seyretmesi ve bunlara ek olarak üretim ayağı eksik kalmış tercihler ekonomiyi yanlış para politikalarına maruz bırakarak halihazırdaki hükümeti çaresiz biçimde talebi uyarma noktasına sürüklemektedir. Alım gücünün düşmesi sonucu mevcut üretim düzeyi zayıflayarak piyasada ihtiyaç duyulan mal ve hizmetlerin kısıtlı miktarda arz edilmesine neden olacak.

Büyüme ve enflasyon verileri gelecek senenin iki önemli ekonomi konusunu teşkil edecekler.Döviz kuru ile işsizlik rakamları bunlara eklersek hepsi birbirine bağlı,ekonomik altyapıdan müteşekkil sosyal hayatımızda yepyeni gelişmeler önümüze gelecek.Krize alışkın gözlerimiz geniş manada üretim faktörlerinin ve üretim ilişkilerinin toplumsal kurumları bu denli etkilediğini ilk defa görmeyecek.Önemli olan tufandan sonra ne yapılacağı?

2011 Yılına Giderken…

Son 10 yılın büyüme oranlarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Yıllar Büyüme Oranları

2001 -5.7
2002 6.2
2003 5.3
2004 9.4
2005 8.4
2006 6.9
2007 4.7
2008 0.7
2009 -4.7
2010 5.7(Tahmini)

1999’deki küçülme hesabımıza dahil edilmediğinde bile (-3.4) Türk ekonomisi geçen 10 senede 2 dönem küçülmüştür.Bana kalırsa 2007 yılının büyüme rakamı küçülme olarak ele alınmalı.Ortalama nüfus artışının %1.2 olduğu günümüz Türkiye’sinde ekonomik gelişme %0.7’de kalırsa bu durum kayıtlarda gerileme olarak değerlendirilmelidir.

Bu kadar veriden sonra konuya devam etmek istiyorum.Son 10 senenin ortalama ekonomik gelişmesi %4’ler civarında geziniyor.Krizlerden sonraki senelerde yüksek çıkan büyüme rakamlarıysa baz etkisine bağlı.2010 ilk çeyreğindeki %11.7 GSMH artışının önemli bir kısmı geçen senenin Türkiye tarihindeki en kötü 2. ilk çeyrek küçülmesinden dolayı değil mi?

Tasarruf açığımızdan türeyen ekonomide dış kaynağa dayalı büyüme modelinin gelip dayandığı nokta ne yazık ki döviz krizleri oldu.Radikal yazarı Uğur Gürses’e göre son bir senede gelen sıcak para 21 milyar dolar.Dışa bağımlı olmanın yarattığı en büyük sakınca milli paramızın gereğinden fazla değerli olduğu kabul edilip döviz sepeti karşısında zaman zaman devalue edilmesidir.Borçlanma hastalığının üretimin önüne geçmesi yüzünden sanal büyüme oranları adil gelir dağılımını bozan özelleştirme politikaları ve sıcak paranın uyuşturduğu piyasa ile el ele vererek gerçek durumu gölgeliyorlar.Gelecek yıllarda ekonomiden üreyen sorunlarla uğraşacağımızı söylemek için Roubini olmak gerekmiyor.Enflasyon,faiz, bütçe açıkları,işsizlik oranları,döviz gibi genel mali durumu gösteren bilgiler düzelme dedikleri türkünün bozuk düzende yine ve yeniden çalınmasıdır.

Mali Kural, 2011’in seçim yılı olması hasebiyle ertelenirken Orta Vadeli Program bu haliyle rafa kaldırılmamış mıdır?Bütçe açığının ilk 6 ayda 15.4 milyar TL’de kalmasına yerel yönetimlerin yarattığı borçlanma ve açıkları dahil edersek bunun ucu kimbilir nerelere kadar gider?Üstelik İstanbul Büyükşehir Belediye’sinin 2009 bütçe açığı tahmini asgari 1.5 milyar TL iken.

Sadede gelirsek…Karamehmet ve benzerlerine satılan elektrik dağıtım şebekeleri,HES’ler,doğalgaz dağıtım şirketleri gelecek sene yapılacak seçimin kamuya çıkardığı fatura olsa gerek.Büyüyoruz diyerek altın yumurtlayan tavukları kesmeye devam ediyoruz.Kapitalizmin başarısızlığa uğradığı küreselleşme evresinde saf liberal politikalara teşne olmakla devleti hayatımızdan çıkarmıyoruz, özel sektörü devlet bağımlısı hale getiriyoruz.Rant üreten ekonominin Ankara merkezli kırılgan yapısı yaz sıcağında siyasetin gereksiz kaprislerini de yaratıyor aynı zamanda.

Üretmeyen bir ekonominin borsası rekorlar kırıyorsa o diyarlarda yanlış giden hesaplar vardır.Toplumun içten içe kaynaması böylesi hesapsızlığın ürünü bana kalırsa.Kredi kartları,tüketici ve ihtiyaç kredileri borca meftun ekonominin ticaret hayatına düşen pimi çekili bombası aslında.O kadar övündüğümüz bankacılık sistemimizin sağlamlığı geri dönmeyen krediler arttığında ne hale kavuşur?Bu konuları şimdiden konuşmamız gerekmez mi?

Dalgalı Kurdan Sabit Kura…

Şubat 2001 yılı Finansal Krizi’nin patlama noktası döviz fiyatları ve fırlayan faizler idi.TMSF’ye devredilen bankaların ve yüksek kamu açıklarının ekonomik karşılığı doların bir günde -o dönemin parasıyla- 680.000 TL’den 1.200.000 TL’ye yükselmesiyle sonuçlanmıştı.Gecelik faizler ise %7.000 ‘leri görmüştü.1999 yılından bu döneme kadar uygulanan mevcut politika ise taze kaynak bulma karşılığında ülkeye davet edilen IMF yönetiminin para politikasını sabit kur sistemine bağlaması olmuştu.Döviz fiyatları her gün Merkez Bankası tarafından açıklanırken daralan ekonominin aktörleri yerli paraya olan güvenlerini yitirdikçe sağlam liman sayılan dövize kaçıyorlardı. Koalisyon partileri ise krizi dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in MGK toplantısında Başbakan’a anayasa kitapçığı fırlatmasına bağlamışlardı.Oysa Kasım 2000 tarihinde uyarı niteliğinde bir devalüasyon gerçekleşmiş Üçlü Koalisyon iş işten geçtiği için kulağının üzerine yatmıştı.

Kemal Derviş yönetiminde başlatılan yeni ekonomik modelin o dönemle şimdiki dönem arasındaki en büyük farkı Dalgalı Kur Rejimi’ne geçilmesidir. Bu sayede dolar fiyatının 2003 Mart ayında 1.80’lere dayanması dışında TL görece hep güçlü kaldı.Kurlara bakılarak alım gücünün yükseldiğine dair sahte bir ortam yaratıldı.2002-2008 dönemi arasında dışarıdan bulunan ucuz sıcak parayla elde edilen refah 2008 Küresel Kriz ile tersine dönmeye başladı.2009 yılında özel kesim ve kamu kesimi net dış borç ödeyicisi durumuna geldiler.2010 ilk 5 ayındaki ödemeler dengesi verileri eski alışkanlıklara geri dönüş sinyali veriyor ama bekleyip görmek en uygun yol olsa gerek.

Ben,yeniden kendine özgü sabit kur ve faiz sisteminin yaratıldığı inancındayım.Son zamanlarda Türk Lira’sının dolar karşısında 1.50-1.60 aralığında gezinmesi merdiven altı bir fiyatlandırma mekanizması olduğuna dair inancımı güçlendiriyor.Bunun yanında Merkez Bankası tarafından borç verme ve borçlanma faizlerinin yapay biçimde düşük tutulma girişimleri Hazine’nin ucuz borçlanmasını sağlarken bu durum sürdürülebilir olmaktan uzak.Bütçe açığının artması ya da vadesi gelen iç ve dış borç ödemeleri yanında Avro Bölgesi’nin zayıflayan talebi gibi dış gelişmeler küresel sistemden kaynaklanan riskler ile iç piyasada meydana gelenlerin el ele vermesi sonucunu doğuracak gibi duruyor.

Türk ekonomisinin borçla yaşama şansı bulan hantal yapısı: Gelir dağılımının giderek bozulması,vergi gelirlerinin bir türlü tabana yayılamaması,siyasi iktidarların -özellikle AKP’nin- dış güçlere bağımlı olması gibi unsurlar sayesinde tıkanma noktasına varmıştır.İktidarın kafasındaki modele uygun yeni tür Sabit Kur ve Faiz Sistemi yüzünden baskı altına aldığı ekonomik aktörler üretimden kaçma noktasına çoktan geldiler.İlk 3 ayın çift rakamlı büyüme verileri 2009 yılının çok kötü geçmesinden dolayı aldatıcı özellikler içeriyor.Yılın genelinde beklenenden daha az büyüyen üretim rakamları görebiliriz.Bu sebeple gelecek seneden itibaren Yunanistan,İspanya,Portekiz,Macaristan gibi ülkelere benzer iktisadi sarsıntıları yaşamamız ihtimal dahilinde.

Sabit Kur ve Faiz sistemini siyasi saiklerle başka isimler altında kotarmaya kalkmak ekonomik akıldan uzak siyasetçilerin ürünü olsa gerek.

En Zengin 100 Türk Büyüğü…

Forbes dergisi her sene yerel ve küresel milyarderlerin isimlerini liste halinde sunar.Krizle birlikte sermayelerinde kayıp yaşayanlar listenin alt sıralarına düşer sonra tekrar varlıklarının gerçek karşılıklarının olduğu seviyeye çıkarlar. Bu sene Türkiye’de en zengin kişi FİBA Holding’in sahibi Hüsnü Özyeğin…Servetinin değeri 3 milyar $…O ismi 2.9 milyar dolar ile Mehmet Emin Karamehmet izliyor.Çukurova Holding ile Turcell’deki hisseleri bu zenginliğin mendireği. Üçüncü sırada ENKA Holding kurucusu Şarık Tara var.Varlıklarının dolar karşılığı 2.6 milyar $.En zengin aile ise Sabancı ailesi.Toplam gelirleri 10.3 milyar dolar.100 En Zengin Türk vatandaşının toplam varlığı 87 milyar olurken geçen seneye göre artış 31 milyar $.Katılan üç yeni isimle birlikte 28 Türk vatandaşı dolar milyarderi..Güle güle harcasınlar,başarılarının devamını dilerim.Tüm bu rakamlar dolar bazında hesaplanırken herhangi bir döviz krizinde TL. karşısında katlanacağını tahmin edersiniz.

Sevgili okuyucular,darbe darbe diye ortada gezinenlerin esas sakladığı gerçek alabildiğine bozulmuş gelir dağılımı anarşisi değil mi?Ekonomide devam eden mutlak iktidar kavgasının siyaset hayatında yaşanan sanal gerginliklerle örtülmek istendiği bir gölge oyunu mevcut.Uluslararası Finans Enstitüsü’nün iktisadi küçülmeyi %6.5 oranından %7.5 seviyesine göre yeniden düzelttiği 2009 yılında GSMH kabaca 800 milyar $ düzeyinde yer bulacak.(Bu rakama kayıtdışı dahil değil.)En zengin sınıfın varlığı toplam gelirimizin neredeyse %10’nundan daha fazlasını teşkil ediyor.Bunun anlamı 73 milyon nüfusa sahip koskoca bir ülkenin tüm sene boyunca topu topu 100 kişi için çalıştığıdır.

Yazılarımda bahsettiğim Ergenekon ekonomisi deyiminden kastım işte buydu.Borçlanarak tüketmeye teşvik edilmiş sosyal sınıfların fakirlikleri bahasına elde edilmiş aşırı zenginlik.Niteliksiz insanların verimli biçimde çalışma aklına sahip olmadıkları ekonomi-politik yapı.Bu altyapı üzerine kurulmuş halka uzak devlete yakın yönetim anlayışı ekonomiden ödünç aldığı krizleri siyaset gündemine taşıyor.Darbe soruşturmalarının yozlaşmış bir toplumu korku ile dizginleyeceğini hesap edenler bu düzeyde birikmiş basıncın kendilerini koltuklarından kazıyıp atacağını düşünmekten uzaklar.Paranın insani değerlerin önüne geçtiği sokaklarda güvenle yürüyemezsiniz.

Sabah saatlerinde Şili’de 8.5 şiddetinde deprem meydana gelmiş.Bu çaptaki sosyal sarsıntıyla yıllardır yaşıyoruz. Bireysel ya da örgütsel terör üreten ekonomik fay hatları kutuplaşmanın anahtarını elinde sallıyor. Bu dönemlerin hakim zihniyeti olan milliyetçilik,içe kapanmış insanların kendilerini ifade biçimi.Varlık-yokluk kavgasının etnik kimlik biçiminde dışa vurumu bana kalırsa.Halka bu kadar yüklenilirse Türk sosyal değişimi toplum mühendisliklerinin çok ötesindeki tepkilerle akamete uğrayabilir.Dış dünyada Genişletilmiş Ortadoğu Projesi ile hayat bulan Yeni Dünya Düzeni,Soğuk Savaş dönemindeki ABD destekli Yeşil Kuşak projesinin mücahitlerini Taliban ya da El-Kaide biçiminde yeniden dönüştürdüğü gibi AKP yakın zamanda gerisini kuranlara dönen bir boomerang haline gelebilir.Zaman bize öyle gelişmeler gösterecek ki şaşırmadan duramayacağız. Dünya üzerinde birbirlerine benzeyen Ergenekon ekonomileri savaşlarla güç buldukça bizler daha da fakirleşeceğiz.