Müsait Kur Rejimi…

2001 Kara Çarşambası’ndan bu yana dalgalı kur rejimi yürürlükte.Yabancı para karşılığının piyasa tarafından belirlendiği  döviz kuru politikası üretimde yerli para etkisini azaltıcı özelliğe sahip.

Şöyle anlatayım: İmalat ve ihracat için gerekli hammadde ve ara malı ithalatını dolar ile yapıyoruz.Dalgalı kurda 1 $ birim maliyeti satın alınıp işlenen hammadde şu an için 2.70 lira civarında tutunuyor.Parite etkisini hesaba katmadan gelecek günlerde doların daha da değer kazandığını kabul edersek 1$=3 lira denkliği karşısında üretim maliyetinin şimdikine nazaran yaklaşık %11 arttığını görürüz.2015 başından bu yana yaşanılan devalüasyon sonucu enflasyon sürecine girdiğimizi kabul edebiliriz.

Dahası da var;yerli paranın değersizleşmesi durumu mevut kur rejiminde doların yükselişine bağlı değil sadece.Piyasada gizli zam uygulaması yıllardır yaşanılan ekonomik terörün altyapısını teşkil ediyor.Elektrik,içme suyu,doğalgaz,gıda ile diğer kamu-özel aktörler tarafından sunulan temel mal ve hizmetler karaborsa fiyat mekanizması ile bizlere gereğinden daha pahalıya mal oluyorlar.Aracı ve stokçular devlet ile el ele verip soygun düzenine su taşımaktalar.Bu kuralsızlık hali Serbest Piyasa adıyla maruf.

TÜİK ve Merkez Bankası tarafından kamuoyuna sunulan enflasyon tahmin ve tespitleri yukarıdaki gerçekler göz ardı ederek yapılıyor.Gizli zamlarla paranın değersizleşmesi hali üretim maliyetlerini arttırıyor.Aynı sebepten ötürü enflasyon gazetelerde yazıldığından en az 2-3 kat daha fazla.19 Şubat 2001’den itibaren uygulanan düşük dolar-değerli lira politikası yerini değerli dolar-düşük liraya bıraktığından beri halktan saklanmaya çalışılan gerçek gün yüzüne çıkmaya başladı.Olan biten sadece bu.

Üretim yapımız tıpkı finans yapımız gibi kırılgan.Dışarıya bağımlı ekonomi ile gelebilecek son nokta Yunanistan gibi borç batağı oluyor.Tüm bunların altında yatan temel sebep ise bize özgü gerçekler.Kaliteli ve istikrarlı beşeri altyapıya sahip değiliz.Şirketler ve küçük işletmelerimiz kar etmeyip cepten yiyor,tıpkı halkımız gibi bankalara aşırı borçlu durumdalar.Kredi kartıyla ay sonunu getirmeye çalışıyoruz.İşsizlik gizlisi açığı ile birlikte olağanüstü seviyelerde.Gelir dağılımı Saraydan kapıkullarına ulufe dağıtanlara bakılırsa iyi,ülkede 30 milyon insan ise yardıma muhtaç. Devletin resmi rakamları üstelik bunlar.

Üretmiyor,tüketiyoruz.Tasarruf etmiyor,borçlanıyoruz.Merak edip okumuyor,ezberlere sığınıyoruz.Sloganlarla karın doymuyor maalesef.Akşam eve gidince çoluk çocuğuna ekmek götüremeyen vatandaşa ne anlatırsanız anlatın işe yaramaz.Gün gelir kendisinden çalınanı geri alır.

Erdoğan Ekonomisi…

2011 Genel Seçimleri öncesinde Ak Parti seçim vaatlerine 2023 tarihine kadar ekonomide ulaşacağı iddialı hedefleri eklemişti.Milli gelirin 2 trilyon (rakamla!) dolara varacağı,ihracatın 500 milyar dolar düzeyine erişeceği,kişi başına düşen gelirde 25.000 $’ın yakalanacağı gibi…Bildirgede işsizlik ve enflasyon azaltılırken,istihdam ve işgücüne katılım oranlarının yükseltileceğinden dem vurulmuştu.Ayrıca büyük altyapı yatırımları seçim vaatleri arasında sayıldı:Kanal İstanbul,3. Havalimanı,Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü içeren İstanbul-İzmir Otoyolu Körfez Geçiş Projesi,hizmete sunulan Marmaray, duble yollar,barajlar…Kimilerine start verildi kimileri hizmete açıldı,kimileri çeşitli sebeplerle henüz hayata geçirilemedi.

Siyaset mesleğinde milletin parasını millete harcamaktan güzel bir icraat yoktur.Siyasetçi alnının akıyla iktidara seçilip hizmetlerini sunar;zamanı gelince sahneden çekilir gider.Ne kadar yolsuz,hırsız,beceriksiz olsa da halk onu sever,sevgiyle anar ve saygı duyar.Koltuk hırsına yenik düşmezse tüm millet kendisini bağrına basar.Uzun sözün kısası her zaman hatırlanır

2023 hedeflerine gelirsek.Uğur Gürses’in Hürriyet Gazetesi’ndeki yazısına bakılırsa tüm bu hedefler şimdiden hayal oldu.Küresel piyasada sanal doların bol bulunmasına güvenilerek başvurularak bol yaldızlı vaatler gündüz gözüyle görülen rüyaya dönüştü.2014 yılında toplam GSMH bir önceki seneye göre dolar bazında 800 milyar $ düzeyine geriledi.Kişi başına düşen gelir 2014 III. çeyreğinde 10.606 dolardan 2014 IV. çeyrekte 10.404 dolara indi.Aynı rakam 2013 sonunda 10.800 $ civarında geziniyordu.İhracat gerçekleşmeleri bu yılın ilk üç ayında %6.8 düşüşe işaret ediyor.İthalat istenilen oranda gerilemediğinden dış ticaret dengesi olumsuz işaretler veriyor.

Doların yükselmesi açık pozisyon varlığımız nedeniyle büyük sorun teşkil ediyor.Aynı sebepten ötürü milli paramızla gerektiği kadar tasarruf ve yatırım yapamıyoruz.2001 Krizi içten içe devam ederken Ak Parti iktidarı yabancı bankaların dışarıdan bol ve ucuz getirdiği döviz cinsinden sanal para akımına güvendi.Kemal Derviş’in Ekonomide Değişim Programı’nı sürdüren Erdoğan böylelikle dışarıdan aşırı miktarda borç aldı.YTL-TL dönüşümünde halkın alım gücünü azaltırken borçla nefes alan ekonomik aktivitenin kendi döneminde hızlandığına dair yanlış bir kanı uyandırdı.Aslında büyümüyor aşırı borçlanarak geleceğimizden tüketmeye başlamıştık.Kamu kesiminde yaşanan göreli düzelme 2001 Krizi’nde batan banka ve kamu kurum borçlarının halka tahvil edilmesinden dolayı gerçekleşti. Hükümet eliyle yapılan özelleştirme uygulamalarıyla taze kaynak edinen devlet daha az borçlanırken gelir düzeyi düşen sokaktaki insan kredi kullanmadan yaşayamaz hale getirildi.

Halk ve özel kesim döviz cinsinden borçlanıp Türk Lirası ile gelir elde ederken yapay biçimde yerli paramız yüksek tutuldu.Açık pozisyonu yüksek finansal yapımızda aşırı değerlenen lira uygun zaman gelince bu sefer aşırı değer kaybetti.Kalkınma iktisatçısı Bartu Soral’a göre 2003-2013 arasında TL dolar karşısında %75 değer kazandı.Aynı dönemde ABD parası bazında gerçekleşen büyümemiz %0.6.”Tünelin Sonu Kriz” kitabının yazarı kur reel değerden işlem görürse kişi başı gelirin 5.000 $ düzeyine ineceğini iddia ediyor.
Tüm bunları anlatırken dış dünyada yaşanan gelişmelere hiç değinmedim.Türk ekonomisindeki krizler dünya kötüye gittiğinden ötürü yaşanmıyor.Çoğunlukla iç gelişmelerden kaynaklanıyor.Anlaşılan son altı ayda paket üstüne paket açıklayan hükümet yaklaşan tehlikenin farkına daha yeni vardı.

Neo-Peronist Erdoğan ekonomisi sanal parayla yürütülen hormonlu büyümeye odaklı bir yapı.Borç para bulunamayınca elde edilen rant tükeniyor.Üretmeyen ekonomide rant paylaşımı kan davasına dönüşüyor.2003-2015 döneminde bizlere söylenenin aksine halk iyiden iyiye fakirleşti.İnsanımızın durumu dedikleri gibi olsa Başbakan Davutoğlu emekliye reva gördüğü 100 TL zam ianesine sevinilmesini beklemezdi.Böyle giderse içine düştüğümüz yabancı para cinsinden borç tuzağında gelecek 10 yılımızı da kaybedeceğiz.

Deniz ve Domuz…

Devletin malı deniz, yemeyen domuz…Atalarımızın özlü sözlerinden birisi olarak bugünlere kadar ulaşmış.Bal tutanın parmağını yaladığı gibi kamu varlıkları halkın değil; güce sahip olanların emrine yüzyıllar boyunca amade edilmiş durumda.Kaçak Saray’ın ihtişam ve israfından belli olmuyor mu vergilerin keyfi biçimde havaya savrulduğu?Saray’ın inşaatı boyunca ve devamında sadece AKP’lilerin paraları kullanılmadı tüm milletin kaynakları heba edildi.Beştepe’deki gecekonduya külliye ve cami yaptırmakla haram helal olmuyor ki!

Osmanlı Devleti’nde mutlak monarşi devlet ve halk üzerinde amansız tahakkümünü adım adım kurdu.Şimdinin efendileri eski zamanların egemen kesimine çaresizce boyun eğen köylünün,esnafın,kapıkulunun… torunlarına miras bıraktığı biat kültürü sayesinde devlet katındaki yozlaşmayı kayıtsızca sürdürebiliyorlar.Nakit veya gayri nakdi kamu mallarını hesap vermeden sarf ettikleri gibi yakınlarına da peşkeş çekmeye devam ediyorlar.Özelleştirmeler KİT,BİT ve diğer iktisadi devlet kuruluşlarında  yolsuzlukları önlemek için yapıldıysa;  israf,adam kayırma,rüşvet,haksız mal edinme neden bu kadar yaygınlaştı?

Geçmişten tevarüs ettiğimiz aynı miras yüzünden yolsuzluk bu denli kanıksanır hale geldi.Üretim biçimimizi daha demokratik,daha verimli,daha nitelikli kılamadığımızdan dolayı fiyatlar yüksek,insan emeği ise sudan ucuz.Siyasal demokrasi çağdaş devletlerin liberal harcı oluyorsa bunun arka planında ekonomik demokrasi fikri yatmaktadır. “Verimli üretip, hakça bölüşme” diye nitelendirebileceğimiz bu tür demokrasiler orta sınıfın güçlü olduğu ülkelerde yaşama şansı buluyor.Birey yalnızca vergi mükellefiyetine tabi değil vergisi ödeyip hesap soran vatandaşlık bilincine de  sahiptir. Fırsatını bulduğunda vergi kaçıran vatandaş işte bu yüzden kendi malının hesabını soramaz hale geliyor.Hesap verebilir sorumluluk toplumsal hayatta hakim ilke olmayınca tüm kademelerde yaşanan keyfilik alıp başını gidiyor.

Türk ekonomisinin hayat damarları tıkalı,üretemiyor.Üretim ilişkileri ve üretimden kaynaklanan paylaşımlar aşırı haksızlıklar içeriyor.Faiz ve döviz kıskacından başımızı kaldırıp baktığımızda gökyüzünü delen ruhsatsız binalar başımızı döndürüyor.Fiyat mekanizması karaborsa ekonomilerine benzer biçimde bozuk.Üretilen hizmet veya malın kalitesi gitgide düşüyor.Yukarıda anlattığım biçimde kaynaklarımızı israf ettiğimizden ötürü büyüme ve tasarruf oranlarımız geriledi.Şimdi stagflasyon durumuna doğru hızla yol alıyoruz.

Yanılmak…

İnsan,bilmediği konularda büyük iddialarla kalem oynatmamalı.Cahil cesaretinden olsa gerek bugüne kadar finans alanında yazdığım yazılarda altı ay ya da bir sene içerisinde doların 1.80’i geçeceğini,enflasyonun hızla artacağını,üretimin ciddi şekilde azalacağını,işsiz sayısında patlama yaşanacağını öne sürmüştüm.Büyüme oranının 2010 yılında %4’ün altında kalabileceğini iddia ederken bütçedeki açığın hızla yükseleceğinden bahsetmiştim.Hatta daha da ileri giderek gelecek dönemde stagflasyon -durgunluk içerisinde fiyat artışlarının yaşanması- ihtimalini dile getirmiştim.Çok bilen çok yanılırmış olan biten sadece bu.Piyasalar öngörülerimi yalanlarken ekonomik gelişmelerin ülkemin lehinde gerçekleşerek halkın geçim düzeyine yansıması en büyük dileğim.

Kurdaki hızlı artışı iddia edebilme konusunda güvendiğim en önemli faktör cari açıktaki hızlı artışın dolar üretme kaabiliyetimizdeki zaaftan ve ihracattaki yavaşlamadan meydana gelmesiydi.Öyle ya, geçmiş dönemlerde ne zaman krizlere ram olduysak bu duruma yol açan esaslı sebep dolar fiyatının ani yükselişinden kaynaklandı. Somut sonuçları sebepler olarak değerlendirmek hatalı tahminlerde bulunmama neden oldu.Anlaşılan milli paramızın değerlenmesi haline alışamadığımızdan dolayı bu duruma finansal çalkantı olarak bakmışız.Şimdi nedamet getirmemin nedeni geçmişteki geçerli sayılabilecek düşünce parametreleriyle bugünü değerlendirme yanlışına düşmüş bulunmam.

2010-Ağustos ayına kadar verilen 28 milyar $’lık cari açığa karşılık 28 milyar $ sıcak para girişi sağlanması kuru düşük tutup ithal vergilerini arttırırken iç talebe de önemli oranda destekte bulundu.Halkın geçim düzeyinde olumlu yönde değişiklikler yaşandığını öne süremesek bile dışarıdan çok ciddi finansal dalgalar gelmezse ileride istenilen ekonomik istikrar düzeyine erişmemiz ihtimal dahilinde.Krizin henüz sona ermediğini göz önüne aldığımızda mevcut durumun sürdürülebilir olması önem kazanıyor.Dış ticaret açığı dikkat etmemiz gereken noktada.Sadece Eylül ayı dış ticaret açığıysa 6.7 milyar $.Cari açığın yıl sonunda 40 milyar dolara yaklaşma olasılığı döviz üretme kaabiliyetimizi sınayacak kadar etkin önlemler alma ihtiyacını yaratıyor.Bütçe açığının göreli istikrarı seçim döneminin getirdiği harcamaların özelleştirme gelirleri,vergi afları ya da borçlanma yollarıyla karşılanması olasılığını güçlendirirken özellikle mali konularda sürdürüldüğü öne sürülen sıkı bütçe disiplini borç çevirme oranlarına,vadelere ve faiz oranlarına yansıyacak.Bu konularda hükümetin her başarılı adımı dış açığın finanse edilme kalitesini de etkileyecek gibi görünüyor.Bana kalırsa hala en zayıf noktamız sayılan küresel ekonomiyle kontrolsüz iç içeliğimiz krizin yeni travmalar yaratabilecek kadar güçlü yansımalarını piyasalarımızda güçlü şekilde hissettirebilir.

FED’in piyasalardan 600 milyar dolarlık tahvil alma kararı gelişmekte olan ülkelere para girişini hızlandıracaktır. Yunanistan,İzlanda,İspanya ve Portekiz’in ardından düne kadar Avrupa kaplanlarından sayılıp bize örnek gösterilen İrlanda batan bankaları kurtarma planı çerçevesinde ağır borç yükü altına girdi bile.Böylesine belirsiz bir ortamda ülkemizde Merkez Bankası’nın gecelik borçlanma faiz oranını 4 puan birden düşürmesi,mevduat munzam karşılıklarını arttırması ileride sıcak para nedeniyle aşırı ısınabilecek ekonomiyi şimdiden soğutma girişimleri olarak kabul ediliyor.Buradan hareket edersek 2008 Kredi Krizi’nin ilk aşamasında hükümetler devreye girerken ikinci aşamaya Merkez Bankaları damgasını vuracak gibi duruyor.Kurumlar arasında yaşanan görüş farklılıkları devam ederken üretici ile spekülatör,karar alıcılar ile kararlara uymak zorunda kalacak olanlar gelecek günlerde sık sık karşı karşıya geleceklerdir.

AKP iktidarına her zaman ideolojik düzeyde karşı durdum.Verdikleri kararların kısa vadeli kabul edip ileride daha büyük sorunlar yaratacak düzeyde öngörüden uzak olduğuna inandım.Üstelik bu düşüncemi halen değiştirmiş değilim.Ama yukarıda değindiğim gibi AKP bir sebep değil sonuç.Bu iktidarı yaratan iç ve dış koşullar seçimden seçime katıldığımızı sandığımız demokrasi oyununda önemli güce sahipler.İktidarın 12 Eylül Referandumu’nda aldığı %58 oranında EVET’in ardından 2011 Genel Seçimleri’nde yeniden %40-45 hatta %50 civarında oy toplama ihtimali halkın AKP politikalarını desteklemeye devam ettiğini gösteriyor.Elimizdeki verilerle yarını değerlendirmemiz pek sağlıklı sayılmasa da görünen köy kılavuz istemiyor.2011 ve 2012 yıllarında art arda yaşanacak seçimler siyasi piramidin tepesinde önemli değişikliklere yol açacakken bu gidişatın altyapısını ekonomik gelişmeler sağlayacak.Eğer hükümet önümüzdeki iki seneyi başarıyla atlatırsa gelecek 25 seneyi etkileyecek kararları verme gücüne de kavuşacak.

Yaşam boyunca işlediğimiz hatalar kendimizi baştan aşağıya değiştirme şansını ayağımıza kadar getirmekte. Artık geçmişte kalması gereken fikri kalıplarla şimdiki zamanda ısrarla harekete devam etmek yarınımızı da olumsuz yönde etkileyecek gibi.Benim hata yapmam kişisel fikirlerimdeki eksikliği gösterir peki ya baştakiler hatalı hareket ediyorsa?

Stagflasyon…

Radikal Gazetesi ekonomi yazarı Mahfi Eğilmez’in 2 Eylül 2010 tarihli “Resesyon mu Depresyon mu?” başlıklı makalesini güncel ekonomik gelişmeleri değerlendirdikten sonra tekrar okudum.Sadece rakamlara bakarak gelecek günleri değerlendirmek salt mantığın kuru fikri kalıplarıyla hayata bakmakla eş değer olsa da makaleyi sizlere özetlemek istiyorum.Zira gelecek günlerde ekonomik konulara daha fazla zaman ayırmak zorunda kalacağız.

Eğilmez,yazısının girişinde iktisaden üst üste yaşanan iki çeyrek küçülmenin resesyon olarak adlandırıp ekonomik faaliyetlerde daha şiddetli ve yaygın bozulmayı depresyon olarak tanımlıyor.Grafikte ABD,Japonya,Almanya, Yunanistan ile Türkiye’nin 2008 yılının son çeyreği ile 2010 yılının ikinci çeyreği büyüme oranlarını mevsimsel etkilerden arındırarak açıklıyor.Almanya hariç diğer ülkelerin resesyon değil depresyon yaşadıklarına değinen yazar,Türk ekonomisi açısından baz etkisinin zayıflamasıyla büyümenin eksiye yaklaştığına değiniyor. İşsizliğin can yakıcı biçim de yüksek oluşu Eğilmez’in kaygılarını ekonomide resesyon değil depresyon yaşandığı gerçeğine bağlıyor.

Yukarıda bahsettiğim makaleden hareketle Ağustos ayının enflasyon rakamlarından tutun,cari açığa, ihracatçıların sıklıkla yakındığı dolar kurundan tutun gösterge faizlere kadar bir dizi önemli veride bozulma var. Mali Kural’ın askıya alınması ile orta ve uzun vadede çapasız kalan-bu sene görece iyi giden-bütçe açığı ise gelecek senenin seçim yılı olması hasebiyle iktidarın siyasi ranta dönük harcamalarından dolayı olumsuz etkilenecek.Tüm bu ekonomik bilgi tufanı arasında iyi olan tek rakam geçen hafta 60.000’leri geçen İMKB endeksi ile %11’e düşen genel işsizlik oranı.

Lafı uzatmadan söyleyeyim bu senenin ilk çeyrek büyümesi diğer çeyreklerle kıyaslanamaz bir ayrıcalık arz ediyor.Bunun sebebi 2009 ilk çeyreğinde GSMH’de II.Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en derin gerilemedir. Henüz açıklanmayan Nisan-Haziran 2010 dönemi büyüme oranı baz etkisinin azalarak devam etmesiyle pozitif yönünü koruyacak.Mevsimsel etkilerden arındırılarak gerçekleşen rakamlara ulaşıp onları değerlendirmek daha doğru öngörülere ulaşmamızı sağlayacak.

Geçen ayın ÜFE fiyatlarındaki %1.15’lik artış üç aylık düşüş döneminin sona erdiğini sorumlu kulaklara söylüyor. Üretici fiyatlarının önemi tüketiciye yansıyacak potansiyel fiyat artışlarının bu verilerde yer almasında yatıyor. Maliyet enflasyonunu iliklerimize kadar yaşayarak çift rakamlı hayat pahalılığına geri döneceğiz bana kalırsa. TÜİK’in süt tozu, barut,çivi…gibi bir sürü ilgili ilgisiz kalemden mürekkep bir sepetten yola çıkarak hesapladığı enflasyon oranlarının gerçekleşme olasılığı sokaktaki vatandaşın hissettiği pahalılığı yansıtmıyor.Düşük gelirli insanların pahalılıkla her Allahın günü mücadele ettiği yaşam savaşından yüksek düzeyliler bu denli yakıcı biçimde etkilenmiyorlar.Emekleriyle geçinenlerin piyasaya arz edecekleri başka bir niteliğe sahip olmamaları yaşam düzeylerindeki gerilemeyi her geçen gün arttırmaktadır.

“Resesyon mu Depresyon mu?” yazısından mülhem konumuza devam edelim.Türkiye’de bozulan dengeler küçülme+enflasyon tehlikesini işaret etmekte.Alimlerin sustuğu yerde cahiller konuşurmuş,hepsi birbirine bağlı bir dizi ekonomik bozulma yarattığı sonuçlarla yeni risklere yol açıyor.Stagflasyon-hayat pahalılığının durgunluğun derinleşmesi ile el ele vermesi durumu- yaşam koşullarının bozulmasını daha da derinleştirecek.Küçülen bir ekonominin siyasi hayattaki yansımalarını yukarıdaki bilgilere eklersek kaosun yarattığı kargaşayla piyasalarda güven duygusu zedelenecek.Bu durumun kredilerin geri çağrılmasını getireceğini hesap etmek gerekir.

Mali sektörün 2001 Finans Krizi’nin ardından ameliyata alınmasıyla Küresel Kriz’den etkilenmemesi sonucunun doğması kimseyi yanıltmasın.Reel kesimin giderek rahatının kaçacağı sıkı para ve maliye politikalarıyla baş başa kalacağı bir döneme gireceğimizi söyleyebiliriz. Hayek’e bakıp stagflasyonun nedenini rantabl olmayan yatırımlara kaynak tahsis edilmesi ile para politikası ve faiz hadlerinin yanlış yönlendirilmesine bağlarsak mevcut tanımda günümüz Türkiye’sini göremez miyiz?

Dış dünyada gıda başta olmak üzere emtia fiyatlarının artması,içeride iş yaratma maliyetlerinin yüksek düzeylerde seyretmesi ve bunlara ek olarak üretim ayağı eksik kalmış tercihler ekonomiyi yanlış para politikalarına maruz bırakarak halihazırdaki hükümeti çaresiz biçimde talebi uyarma noktasına sürüklemektedir. Alım gücünün düşmesi sonucu mevcut üretim düzeyi zayıflayarak piyasada ihtiyaç duyulan mal ve hizmetlerin kısıtlı miktarda arz edilmesine neden olacak.

Büyüme ve enflasyon verileri gelecek senenin iki önemli ekonomi konusunu teşkil edecekler.Döviz kuru ile işsizlik rakamları bunlara eklersek hepsi birbirine bağlı,ekonomik altyapıdan müteşekkil sosyal hayatımızda yepyeni gelişmeler önümüze gelecek.Krize alışkın gözlerimiz geniş manada üretim faktörlerinin ve üretim ilişkilerinin toplumsal kurumları bu denli etkilediğini ilk defa görmeyecek.Önemli olan tufandan sonra ne yapılacağı?

2011 Yılına Giderken…

Son 10 yılın büyüme oranlarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Yıllar Büyüme Oranları

2001 -5.7
2002 6.2
2003 5.3
2004 9.4
2005 8.4
2006 6.9
2007 4.7
2008 0.7
2009 -4.7
2010 5.7(Tahmini)

1999’deki küçülme hesabımıza dahil edilmediğinde bile (-3.4) Türk ekonomisi geçen 10 senede 2 dönem küçülmüştür.Bana kalırsa 2007 yılının büyüme rakamı küçülme olarak ele alınmalı.Ortalama nüfus artışının %1.2 olduğu günümüz Türkiye’sinde ekonomik gelişme %0.7’de kalırsa bu durum kayıtlarda gerileme olarak değerlendirilmelidir.

Bu kadar veriden sonra konuya devam etmek istiyorum.Son 10 senenin ortalama ekonomik gelişmesi %4’ler civarında geziniyor.Krizlerden sonraki senelerde yüksek çıkan büyüme rakamlarıysa baz etkisine bağlı.2010 ilk çeyreğindeki %11.7 GSMH artışının önemli bir kısmı geçen senenin Türkiye tarihindeki en kötü 2. ilk çeyrek küçülmesinden dolayı değil mi?

Tasarruf açığımızdan türeyen ekonomide dış kaynağa dayalı büyüme modelinin gelip dayandığı nokta ne yazık ki döviz krizleri oldu.Radikal yazarı Uğur Gürses’e göre son bir senede gelen sıcak para 21 milyar dolar.Dışa bağımlı olmanın yarattığı en büyük sakınca milli paramızın gereğinden fazla değerli olduğu kabul edilip döviz sepeti karşısında zaman zaman devalue edilmesidir.Borçlanma hastalığının üretimin önüne geçmesi yüzünden sanal büyüme oranları adil gelir dağılımını bozan özelleştirme politikaları ve sıcak paranın uyuşturduğu piyasa ile el ele vererek gerçek durumu gölgeliyorlar.Gelecek yıllarda ekonomiden üreyen sorunlarla uğraşacağımızı söylemek için Roubini olmak gerekmiyor.Enflasyon,faiz, bütçe açıkları,işsizlik oranları,döviz gibi genel mali durumu gösteren bilgiler düzelme dedikleri türkünün bozuk düzende yine ve yeniden çalınmasıdır.

Mali Kural, 2011’in seçim yılı olması hasebiyle ertelenirken Orta Vadeli Program bu haliyle rafa kaldırılmamış mıdır?Bütçe açığının ilk 6 ayda 15.4 milyar TL’de kalmasına yerel yönetimlerin yarattığı borçlanma ve açıkları dahil edersek bunun ucu kimbilir nerelere kadar gider?Üstelik İstanbul Büyükşehir Belediye’sinin 2009 bütçe açığı tahmini asgari 1.5 milyar TL iken.

Sadede gelirsek…Karamehmet ve benzerlerine satılan elektrik dağıtım şebekeleri,HES’ler,doğalgaz dağıtım şirketleri gelecek sene yapılacak seçimin kamuya çıkardığı fatura olsa gerek.Büyüyoruz diyerek altın yumurtlayan tavukları kesmeye devam ediyoruz.Kapitalizmin başarısızlığa uğradığı küreselleşme evresinde saf liberal politikalara teşne olmakla devleti hayatımızdan çıkarmıyoruz, özel sektörü devlet bağımlısı hale getiriyoruz.Rant üreten ekonominin Ankara merkezli kırılgan yapısı yaz sıcağında siyasetin gereksiz kaprislerini de yaratıyor aynı zamanda.

Üretmeyen bir ekonominin borsası rekorlar kırıyorsa o diyarlarda yanlış giden hesaplar vardır.Toplumun içten içe kaynaması böylesi hesapsızlığın ürünü bana kalırsa.Kredi kartları,tüketici ve ihtiyaç kredileri borca meftun ekonominin ticaret hayatına düşen pimi çekili bombası aslında.O kadar övündüğümüz bankacılık sistemimizin sağlamlığı geri dönmeyen krediler arttığında ne hale kavuşur?Bu konuları şimdiden konuşmamız gerekmez mi?

Palavra Palavra…

Mayıs ayı işsizlik rakamları henüz açıklandı.Devletin istatistik kurumuna göre işsizlik oranı Mayıs-2010 döneminde 2009 yılına göre %2.6 azalarak %11 düzeyine gerilemiş.Tarım dışı işsizlik oranı %13.8 iken genç işsizlerin oranı %19.8.Bu rakamlar size bir anlam ifade etmiyorsa lafı uzatmadan sadede gelelim:Yaz aylarının etkisiyle enflasyonda yaşandığı gibi işsiz sayısında da göreceli azalma bekleniyordu.Verilerin önceki ayları içermesi sayesinde hükümet halkın gözünde gelecek dönem içerisinde işsizliğe karşı başarı kazandığı gibi bir sanrı uyandırmanın hazırlığı peşinde.Tüm bunlara rağmen mevsim etkilerinden arındırılmış istihdam, işsizlik ve işgücüne katılım oranları ya değişmemiş ya da olumsuz yönde değişmiş durumda.

Yok yere umutsuzluk yaratmak gibi bir niyetim yok ama açıklanan her veri tedbirleri geriden gelen bir ekonomi yönetiminin piyasada yarattığı şaşkınlığa işaret ediyor.Şöyle ki 2011’de Mali Kural’a geçileceğine dair yapılan yüksek perdeli açıklamaların yerini seçim yılının getirdiği yatırımcı bakanlıkların istekleri aldı.Düştüğü söylenen fiyatlara bakıp neden başta et olmak üzere -özellikle Ramazan ayının gelmesiyle- gıdada etiketler hala yükseklerde uçuyor?Kimse bana kalkıp genel düzeyde %8 enflasyon oranının gerçek olduğunu ileri sürmesin.Bu rakamları derleyip toplayanlar bile hayat pahalılığından şikayetçiler.Kira,gıda,ulaşım,giyim ve diğer harcamaların her ay bir önceki aya düzenli olarak yükseldiğini haykırmak birilerinin işine gelmiyor sanırım.Durgunluğun piyasada sebep olduğu baskı yüzünden fiyatlara zam yapamama alışkanlığı ileride patlama düzeyinde bir pahalılığa neden olacak.Doların yükselme ihtimali gerçekleşirse milli paramızın alım gücünü kötü yönde etkilemesine ek olarak ihracat rakamlarının üretimin azalmasıyla birlikte düşeceği bir döneme adım atacağız.

Haziran ayından itibaren sanayi üretiminin gerileme yönünde ivme kazanması çift haneli büyüme rakamı palavralarına inanma zamanının geçtiğini gösteriyor.Bana kalırsa ekonomi 2007 yılından bu yana iyi durumda değildi.2001 Krizi’nin yaraları halk seviyesinde hala sarılamamıştı.Borsamızın 58.000-60.000 bandında demir atması yabancıların ve bir avuç yerli zenginimizin ortalık sakinken para kazanmasına yol açmaktan başka bir işe yaramıyor.Evine ekmek götüremeyenlere ekonominin iyi olduğunu söylemek o insanlarla dalga geçmekle eşdeğer.

Azaldığı söylenen işsizlik,düşük gelen enflasyon rakamları,düşük kur ve faiz ile yükseklerde gezinen borsa;tüm bu kandırmacalar sırf bir dönem daha iktidarda kalmak zorunda kalan hükümetin -tıpkı referandumda olduğu gibi- seçimlere kadar durumu idare etmeye çalıştığının sayısal verileri.Aynı zamanda özelleştirmelerin olanca hızıyla sürdürülmesi bütçeyi denk tutmanın başka bir yolu olmadığının işareti gibi duruyor.Yıl sonuna kadar 10 milyar dolarlık kamu varlığı satışından elde edilecek gelir önceki satışlarda olduğu gibi gelir dağılımını daha da bozarak gelecek yıllarda mutlak yoksulluğu azgınlaştıracak.

Tüm samimiyetle inandığım bir gerçeği sizlerle paylaşmak isterim: Medeniyetler İttifakı Eş Başkanı seçilen Başbakanımızın küresel dünyada süregelen rant paylaşım ekonomilerinin başta gelen siyasi destekçisi sayılması yokluğun kışkırttığı sokaklarda güvenle gezemeyeceğimizin meşum bir işareti değil mi?Kızgın kalabalıkların türlü çeşitli bahanelerle sindirilmeye çalışılması patlamaya hazır sosyal bombanın parça tesirlerini her tarafa yayarak arttıracak.Bugünden yarına etraflıca tedbir alınmaması halinde 2011 senesi,2001 yılını hatırlatacak derecede güçlü bir kaosa takvim yılı olarak eşlik edecek.Ardından gelen sosyal ve siyasal sarsıntılar iktidarları daha sert tedbirleri almaya zorlayacak.

Sosyal küremizde görünenleri söylemek bencileyin bana düştü. Yaşananlara kısa bir açıklama getirmek gerekirse: Ne zamandır toplumbilimin nesnel kuralları harekete geçmeye başladı.Olan biten sadece bu…

Dalgalı Kurdan Sabit Kura…

Şubat 2001 yılı Finansal Krizi’nin patlama noktası döviz fiyatları ve fırlayan faizler idi.TMSF’ye devredilen bankaların ve yüksek kamu açıklarının ekonomik karşılığı doların bir günde -o dönemin parasıyla- 680.000 TL’den 1.200.000 TL’ye yükselmesiyle sonuçlanmıştı.Gecelik faizler ise %7.000 ‘leri görmüştü.1999 yılından bu döneme kadar uygulanan mevcut politika ise taze kaynak bulma karşılığında ülkeye davet edilen IMF yönetiminin para politikasını sabit kur sistemine bağlaması olmuştu.Döviz fiyatları her gün Merkez Bankası tarafından açıklanırken daralan ekonominin aktörleri yerli paraya olan güvenlerini yitirdikçe sağlam liman sayılan dövize kaçıyorlardı. Koalisyon partileri ise krizi dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in MGK toplantısında Başbakan’a anayasa kitapçığı fırlatmasına bağlamışlardı.Oysa Kasım 2000 tarihinde uyarı niteliğinde bir devalüasyon gerçekleşmiş Üçlü Koalisyon iş işten geçtiği için kulağının üzerine yatmıştı.

Kemal Derviş yönetiminde başlatılan yeni ekonomik modelin o dönemle şimdiki dönem arasındaki en büyük farkı Dalgalı Kur Rejimi’ne geçilmesidir. Bu sayede dolar fiyatının 2003 Mart ayında 1.80’lere dayanması dışında TL görece hep güçlü kaldı.Kurlara bakılarak alım gücünün yükseldiğine dair sahte bir ortam yaratıldı.2002-2008 dönemi arasında dışarıdan bulunan ucuz sıcak parayla elde edilen refah 2008 Küresel Kriz ile tersine dönmeye başladı.2009 yılında özel kesim ve kamu kesimi net dış borç ödeyicisi durumuna geldiler.2010 ilk 5 ayındaki ödemeler dengesi verileri eski alışkanlıklara geri dönüş sinyali veriyor ama bekleyip görmek en uygun yol olsa gerek.

Ben,yeniden kendine özgü sabit kur ve faiz sisteminin yaratıldığı inancındayım.Son zamanlarda Türk Lira’sının dolar karşısında 1.50-1.60 aralığında gezinmesi merdiven altı bir fiyatlandırma mekanizması olduğuna dair inancımı güçlendiriyor.Bunun yanında Merkez Bankası tarafından borç verme ve borçlanma faizlerinin yapay biçimde düşük tutulma girişimleri Hazine’nin ucuz borçlanmasını sağlarken bu durum sürdürülebilir olmaktan uzak.Bütçe açığının artması ya da vadesi gelen iç ve dış borç ödemeleri yanında Avro Bölgesi’nin zayıflayan talebi gibi dış gelişmeler küresel sistemden kaynaklanan riskler ile iç piyasada meydana gelenlerin el ele vermesi sonucunu doğuracak gibi duruyor.

Türk ekonomisinin borçla yaşama şansı bulan hantal yapısı: Gelir dağılımının giderek bozulması,vergi gelirlerinin bir türlü tabana yayılamaması,siyasi iktidarların -özellikle AKP’nin- dış güçlere bağımlı olması gibi unsurlar sayesinde tıkanma noktasına varmıştır.İktidarın kafasındaki modele uygun yeni tür Sabit Kur ve Faiz Sistemi yüzünden baskı altına aldığı ekonomik aktörler üretimden kaçma noktasına çoktan geldiler.İlk 3 ayın çift rakamlı büyüme verileri 2009 yılının çok kötü geçmesinden dolayı aldatıcı özellikler içeriyor.Yılın genelinde beklenenden daha az büyüyen üretim rakamları görebiliriz.Bu sebeple gelecek seneden itibaren Yunanistan,İspanya,Portekiz,Macaristan gibi ülkelere benzer iktisadi sarsıntıları yaşamamız ihtimal dahilinde.

Sabit Kur ve Faiz sistemini siyasi saiklerle başka isimler altında kotarmaya kalkmak ekonomik akıldan uzak siyasetçilerin ürünü olsa gerek.

Kriz Takvimi…

Derin ekonomik krizin yarattığı siyasi belirsizlik dönemini günbegün yaşıyoruz. Rakamlardaki göreli iyileşmeleri dikkate alanlara bakılırsa bizleri teğet geçen “2008 Finans Krizi” bu sene sonunda etkisini yitirerek düzelme yönünde yol tutacak.Onlara göre büyüme,istihdam,kapasite kullanım rakamları yanında borsa,döviz ve faiz verileri bu senenin ilk 3 ayında geçen seneye göre önemli iyileşmeler içeriyor.Bu fikri savunanlar baz etkisini unutarak gerilemenin durduğunu,işsizliğin azalmaya başladığını ve krizle birlikte zayıflayan talebin güçlendiğini iddia ediyorlar. İşsizlik oranının neden %14’ün altına düşmediği konusuna yeterince doyurucu açıklama getiremiyorlar.Yunanistan’ın borç krizi nedeniyle avronun zayıflamasını,AB parasal birliğinin dağılma ihtimalini hala akıllarına sığdıramıyorlar.

Kemer sıkma politikalarının savsaklanması sonucunda ötelenen çalkantı geçen iki sene boyunca ABD’deki fırtınanın gözünden okyanusu aşıp Avrupa üzerinden gelip kapımıza dayandı.Çalkantının Türkiye takvimi 2011-2012 yılları olacak gibi duruyor.Gamlı baykuş gibi kriz sevdalısı değilim ancak toplumda yaşananları görünce yaklaşan tehlikenin en kısa zamanda farkına varmak gerekiyor.AKP tarz-ı siyaset ekonominin bu duruma gelmesinde en önemli faktör.”IMF ile anlaşmıyorum” diyerek Para Fonu heyetiyle görüşmeler yapan siyasi irade kendini kandırmaktan başka bir şey yapmıyor.İktidar,Orta Vadeli Program ve Mali Kural sayesinde dostlar alışverişte görsün tedbirlerini yürürlüğe koyarken Merkez Bankası’na faizleri düşük tutma emrini veriyor.Tezgahaltı piyasanın döviz ve faiz oranlarını belirlediğinin farkında değiller sanırım.Bankaları oligopol olmakla suçlayan Bakan Ali Babacan,zaman içerisinde Türkiye koşullarında etkisini göstererek yavaş yavaş durgunluğa yol açan kredi krizinin döviz krizine dönüşeceğini hiç aklına getirmiyor sanırım.

2001 Finans Krizi’nin ardından piyasalar dışarından gelen sıcak parayla sanal bir büyüme potansiyeli gösterdi.Dövizi düşük tutup,faizi yükselterek petro-dolar sahipleriyle spekülatörlere Türk ekonomisi cazip hale getirildi.Bu yanlışın doğal sonucu bugünkü işsizlik,yoksulluk, orta sınıfın çökmesi,kutuplaşma ortamı… gibi problemler yaratıldı.Kendi elleriyle bir cemaat toplumu modeli devşirmek hevesiyle mevcut yapıyı inanılmaz ölçüde bozdular.Bu senenin çalkantının krize döneceği bir güç değişimi yılı olacağı iddiasını ortaya atarken seçimlere tehlikeli bir fakirlik ortamında girileceği kanısındayım.Orta ve alt gelir gruplarına ait insanlarımızın yokluk nedeniyle gerilen sinirleri çeşitli üzücü sonuçlara yol açacak.Şiddet ve terör bu sürecin sadece bir safhası.Bilinçsizce yapılan yanlışların vardığı son nokta savaş ortamına benzeyen açlık görüntüleriyle bezenecek.Dipten gelen dalganın farkına varmayanların akıbetini görmek ise sonu hüsranla biten bir film kadar üzücü olabilir. İnşallah yanılırım…

Bütçe’nin Dört Aylık Performansı…

Haberlere bakılırsa Nisan ayını kapsayan dönemde bütçe açığı geçen seneye göre %21 azalarak 15.8 milyar TL’de kalmış.Bütçe giderleri %7 artarak 93 milyar 546 milyon liraya ulaşırken,gelirler 2009 yılına göre %15 oranında artarak 77 milyar 750 milyon TL olarak gerçekleşmiş.Faiz giderleri ise sadece %4.4 artarak 22 milyar 52 milyon TL. değerinde çapa atmış durumda.Cari transferler 35 milyar 250 milyon iken,personel giderleri 21 milyar 405 milyon. Bütçe’de esas giderleri yaratan üç kalem toplamı tüm giderlerin %84’nü teşkil ediyor.

Israrla söylemek lazım yerel yönetimlerin belli olmayan açık kalemleri genel bütçeye dahil değil.Emlak Vergisi’ndeki büyük artış, büyükşehir belediyelerince salma misali uygulanan ecrimisiller sırf bu açıkları kapatmaya yönelik girişimler.İller Bankası’ndan yerel idarelere ayrılan pay belediyelerin dişinin kavuğuna yetmeyince emlak değerlerinde muazzam artışlar yaşanıyor.Bu ay içerisinde vergilerinizi öderken karşılaşacağınız fatura yüklü olabilir.Başkanlar içlerinden çıkamadıkları borç batağından yeni vergiler ihdas ederek kendilerini kurtarmak istiyorlar.

İç ve dış açıkların düşmesi ya da artması ekonomik değerleri doğrudan etkileyebiliyor.Bütçe açığının artış yönünde eğilim göstermesi bir yandan kamu dengesini bozarken diğer yandan ithal mala olan talebin fazlalaşması dış açığı büyütüyor.Bana kalırsa en tehlikeli gelişme sayılan iç ve dış açık yükselişleri borçlanma gereksinimini,faiz ve yabancı para değerlerini yukarı çekiyor.Siyasi istikrarsızlığın gelişmeleri olumsuz yönde etkilemesinin neden olduğu borç krizleri iktisadi yapıları vururken halkın geçinme koşulları bu gelişmelerden dolayı çok zorlanmakta.AB ülkelerinin 750 milyar avroluk kurtarma ya da istikrar getirme paketi en hayati alanlarda taviz verme zorunluluğuna neden.Avrupa para biriminin zayıflamasını engellemek amacıyla uygulanan destek paketleri üye ülkelerin milli paralarını kaldırıp yerine avroyu getirme reformunun daha hakkından gelemedikleri bir yapı yaratmasından kaynaklanmakta.Mali birliğe geçmeden parasal birliğe geçmeleri kömür ve çelik ittifakının kanayan yarası olmuştur.

Bizimkiler Yunan siyasilere ders vermek için Atina’ya uçarlarken artlarında bıraktıkları referandum soslu,Baykal tatlandırıcılı gündem halkın geçim kavgasını gölgeleyecek biçimde gündelik hayatta yerini alıyor.Yarın bugünden daha fazla ekonomi konuşuyor olacağız bana kalırsa.Hormonlu büyümenin meşum sonuçlarına Atina sokaklarında şahit olurken acaba politikacılarımız hiç Yunanistan’da veya diğer AB ülkelerinde yaşananlardan ders aldılar mı?