Yanılmak…

İnsan,bilmediği konularda büyük iddialarla kalem oynatmamalı.Cahil cesaretinden olsa gerek bugüne kadar finans alanında yazdığım yazılarda altı ay ya da bir sene içerisinde doların 1.80’i geçeceğini,enflasyonun hızla artacağını,üretimin ciddi şekilde azalacağını,işsiz sayısında patlama yaşanacağını öne sürmüştüm.Büyüme oranının 2010 yılında %4’ün altında kalabileceğini iddia ederken bütçedeki açığın hızla yükseleceğinden bahsetmiştim.Hatta daha da ileri giderek gelecek dönemde stagflasyon -durgunluk içerisinde fiyat artışlarının yaşanması- ihtimalini dile getirmiştim.Çok bilen çok yanılırmış olan biten sadece bu.Piyasalar öngörülerimi yalanlarken ekonomik gelişmelerin ülkemin lehinde gerçekleşerek halkın geçim düzeyine yansıması en büyük dileğim.

Kurdaki hızlı artışı iddia edebilme konusunda güvendiğim en önemli faktör cari açıktaki hızlı artışın dolar üretme kaabiliyetimizdeki zaaftan ve ihracattaki yavaşlamadan meydana gelmesiydi.Öyle ya, geçmiş dönemlerde ne zaman krizlere ram olduysak bu duruma yol açan esaslı sebep dolar fiyatının ani yükselişinden kaynaklandı. Somut sonuçları sebepler olarak değerlendirmek hatalı tahminlerde bulunmama neden oldu.Anlaşılan milli paramızın değerlenmesi haline alışamadığımızdan dolayı bu duruma finansal çalkantı olarak bakmışız.Şimdi nedamet getirmemin nedeni geçmişteki geçerli sayılabilecek düşünce parametreleriyle bugünü değerlendirme yanlışına düşmüş bulunmam.

2010-Ağustos ayına kadar verilen 28 milyar $’lık cari açığa karşılık 28 milyar $ sıcak para girişi sağlanması kuru düşük tutup ithal vergilerini arttırırken iç talebe de önemli oranda destekte bulundu.Halkın geçim düzeyinde olumlu yönde değişiklikler yaşandığını öne süremesek bile dışarıdan çok ciddi finansal dalgalar gelmezse ileride istenilen ekonomik istikrar düzeyine erişmemiz ihtimal dahilinde.Krizin henüz sona ermediğini göz önüne aldığımızda mevcut durumun sürdürülebilir olması önem kazanıyor.Dış ticaret açığı dikkat etmemiz gereken noktada.Sadece Eylül ayı dış ticaret açığıysa 6.7 milyar $.Cari açığın yıl sonunda 40 milyar dolara yaklaşma olasılığı döviz üretme kaabiliyetimizi sınayacak kadar etkin önlemler alma ihtiyacını yaratıyor.Bütçe açığının göreli istikrarı seçim döneminin getirdiği harcamaların özelleştirme gelirleri,vergi afları ya da borçlanma yollarıyla karşılanması olasılığını güçlendirirken özellikle mali konularda sürdürüldüğü öne sürülen sıkı bütçe disiplini borç çevirme oranlarına,vadelere ve faiz oranlarına yansıyacak.Bu konularda hükümetin her başarılı adımı dış açığın finanse edilme kalitesini de etkileyecek gibi görünüyor.Bana kalırsa hala en zayıf noktamız sayılan küresel ekonomiyle kontrolsüz iç içeliğimiz krizin yeni travmalar yaratabilecek kadar güçlü yansımalarını piyasalarımızda güçlü şekilde hissettirebilir.

FED’in piyasalardan 600 milyar dolarlık tahvil alma kararı gelişmekte olan ülkelere para girişini hızlandıracaktır. Yunanistan,İzlanda,İspanya ve Portekiz’in ardından düne kadar Avrupa kaplanlarından sayılıp bize örnek gösterilen İrlanda batan bankaları kurtarma planı çerçevesinde ağır borç yükü altına girdi bile.Böylesine belirsiz bir ortamda ülkemizde Merkez Bankası’nın gecelik borçlanma faiz oranını 4 puan birden düşürmesi,mevduat munzam karşılıklarını arttırması ileride sıcak para nedeniyle aşırı ısınabilecek ekonomiyi şimdiden soğutma girişimleri olarak kabul ediliyor.Buradan hareket edersek 2008 Kredi Krizi’nin ilk aşamasında hükümetler devreye girerken ikinci aşamaya Merkez Bankaları damgasını vuracak gibi duruyor.Kurumlar arasında yaşanan görüş farklılıkları devam ederken üretici ile spekülatör,karar alıcılar ile kararlara uymak zorunda kalacak olanlar gelecek günlerde sık sık karşı karşıya geleceklerdir.

AKP iktidarına her zaman ideolojik düzeyde karşı durdum.Verdikleri kararların kısa vadeli kabul edip ileride daha büyük sorunlar yaratacak düzeyde öngörüden uzak olduğuna inandım.Üstelik bu düşüncemi halen değiştirmiş değilim.Ama yukarıda değindiğim gibi AKP bir sebep değil sonuç.Bu iktidarı yaratan iç ve dış koşullar seçimden seçime katıldığımızı sandığımız demokrasi oyununda önemli güce sahipler.İktidarın 12 Eylül Referandumu’nda aldığı %58 oranında EVET’in ardından 2011 Genel Seçimleri’nde yeniden %40-45 hatta %50 civarında oy toplama ihtimali halkın AKP politikalarını desteklemeye devam ettiğini gösteriyor.Elimizdeki verilerle yarını değerlendirmemiz pek sağlıklı sayılmasa da görünen köy kılavuz istemiyor.2011 ve 2012 yıllarında art arda yaşanacak seçimler siyasi piramidin tepesinde önemli değişikliklere yol açacakken bu gidişatın altyapısını ekonomik gelişmeler sağlayacak.Eğer hükümet önümüzdeki iki seneyi başarıyla atlatırsa gelecek 25 seneyi etkileyecek kararları verme gücüne de kavuşacak.

Yaşam boyunca işlediğimiz hatalar kendimizi baştan aşağıya değiştirme şansını ayağımıza kadar getirmekte. Artık geçmişte kalması gereken fikri kalıplarla şimdiki zamanda ısrarla harekete devam etmek yarınımızı da olumsuz yönde etkileyecek gibi.Benim hata yapmam kişisel fikirlerimdeki eksikliği gösterir peki ya baştakiler hatalı hareket ediyorsa?

Stagflasyon…

Radikal Gazetesi ekonomi yazarı Mahfi Eğilmez’in 2 Eylül 2010 tarihli “Resesyon mu Depresyon mu?” başlıklı makalesini güncel ekonomik gelişmeleri değerlendirdikten sonra tekrar okudum.Sadece rakamlara bakarak gelecek günleri değerlendirmek salt mantığın kuru fikri kalıplarıyla hayata bakmakla eş değer olsa da makaleyi sizlere özetlemek istiyorum.Zira gelecek günlerde ekonomik konulara daha fazla zaman ayırmak zorunda kalacağız.

Eğilmez,yazısının girişinde iktisaden üst üste yaşanan iki çeyrek küçülmenin resesyon olarak adlandırıp ekonomik faaliyetlerde daha şiddetli ve yaygın bozulmayı depresyon olarak tanımlıyor.Grafikte ABD,Japonya,Almanya, Yunanistan ile Türkiye’nin 2008 yılının son çeyreği ile 2010 yılının ikinci çeyreği büyüme oranlarını mevsimsel etkilerden arındırarak açıklıyor.Almanya hariç diğer ülkelerin resesyon değil depresyon yaşadıklarına değinen yazar,Türk ekonomisi açısından baz etkisinin zayıflamasıyla büyümenin eksiye yaklaştığına değiniyor. İşsizliğin can yakıcı biçim de yüksek oluşu Eğilmez’in kaygılarını ekonomide resesyon değil depresyon yaşandığı gerçeğine bağlıyor.

Yukarıda bahsettiğim makaleden hareketle Ağustos ayının enflasyon rakamlarından tutun,cari açığa, ihracatçıların sıklıkla yakındığı dolar kurundan tutun gösterge faizlere kadar bir dizi önemli veride bozulma var. Mali Kural’ın askıya alınması ile orta ve uzun vadede çapasız kalan-bu sene görece iyi giden-bütçe açığı ise gelecek senenin seçim yılı olması hasebiyle iktidarın siyasi ranta dönük harcamalarından dolayı olumsuz etkilenecek.Tüm bu ekonomik bilgi tufanı arasında iyi olan tek rakam geçen hafta 60.000’leri geçen İMKB endeksi ile %11’e düşen genel işsizlik oranı.

Lafı uzatmadan söyleyeyim bu senenin ilk çeyrek büyümesi diğer çeyreklerle kıyaslanamaz bir ayrıcalık arz ediyor.Bunun sebebi 2009 ilk çeyreğinde GSMH’de II.Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en derin gerilemedir. Henüz açıklanmayan Nisan-Haziran 2010 dönemi büyüme oranı baz etkisinin azalarak devam etmesiyle pozitif yönünü koruyacak.Mevsimsel etkilerden arındırılarak gerçekleşen rakamlara ulaşıp onları değerlendirmek daha doğru öngörülere ulaşmamızı sağlayacak.

Geçen ayın ÜFE fiyatlarındaki %1.15’lik artış üç aylık düşüş döneminin sona erdiğini sorumlu kulaklara söylüyor. Üretici fiyatlarının önemi tüketiciye yansıyacak potansiyel fiyat artışlarının bu verilerde yer almasında yatıyor. Maliyet enflasyonunu iliklerimize kadar yaşayarak çift rakamlı hayat pahalılığına geri döneceğiz bana kalırsa. TÜİK’in süt tozu, barut,çivi…gibi bir sürü ilgili ilgisiz kalemden mürekkep bir sepetten yola çıkarak hesapladığı enflasyon oranlarının gerçekleşme olasılığı sokaktaki vatandaşın hissettiği pahalılığı yansıtmıyor.Düşük gelirli insanların pahalılıkla her Allahın günü mücadele ettiği yaşam savaşından yüksek düzeyliler bu denli yakıcı biçimde etkilenmiyorlar.Emekleriyle geçinenlerin piyasaya arz edecekleri başka bir niteliğe sahip olmamaları yaşam düzeylerindeki gerilemeyi her geçen gün arttırmaktadır.

“Resesyon mu Depresyon mu?” yazısından mülhem konumuza devam edelim.Türkiye’de bozulan dengeler küçülme+enflasyon tehlikesini işaret etmekte.Alimlerin sustuğu yerde cahiller konuşurmuş,hepsi birbirine bağlı bir dizi ekonomik bozulma yarattığı sonuçlarla yeni risklere yol açıyor.Stagflasyon-hayat pahalılığının durgunluğun derinleşmesi ile el ele vermesi durumu- yaşam koşullarının bozulmasını daha da derinleştirecek.Küçülen bir ekonominin siyasi hayattaki yansımalarını yukarıdaki bilgilere eklersek kaosun yarattığı kargaşayla piyasalarda güven duygusu zedelenecek.Bu durumun kredilerin geri çağrılmasını getireceğini hesap etmek gerekir.

Mali sektörün 2001 Finans Krizi’nin ardından ameliyata alınmasıyla Küresel Kriz’den etkilenmemesi sonucunun doğması kimseyi yanıltmasın.Reel kesimin giderek rahatının kaçacağı sıkı para ve maliye politikalarıyla baş başa kalacağı bir döneme gireceğimizi söyleyebiliriz. Hayek’e bakıp stagflasyonun nedenini rantabl olmayan yatırımlara kaynak tahsis edilmesi ile para politikası ve faiz hadlerinin yanlış yönlendirilmesine bağlarsak mevcut tanımda günümüz Türkiye’sini göremez miyiz?

Dış dünyada gıda başta olmak üzere emtia fiyatlarının artması,içeride iş yaratma maliyetlerinin yüksek düzeylerde seyretmesi ve bunlara ek olarak üretim ayağı eksik kalmış tercihler ekonomiyi yanlış para politikalarına maruz bırakarak halihazırdaki hükümeti çaresiz biçimde talebi uyarma noktasına sürüklemektedir. Alım gücünün düşmesi sonucu mevcut üretim düzeyi zayıflayarak piyasada ihtiyaç duyulan mal ve hizmetlerin kısıtlı miktarda arz edilmesine neden olacak.

Büyüme ve enflasyon verileri gelecek senenin iki önemli ekonomi konusunu teşkil edecekler.Döviz kuru ile işsizlik rakamları bunlara eklersek hepsi birbirine bağlı,ekonomik altyapıdan müteşekkil sosyal hayatımızda yepyeni gelişmeler önümüze gelecek.Krize alışkın gözlerimiz geniş manada üretim faktörlerinin ve üretim ilişkilerinin toplumsal kurumları bu denli etkilediğini ilk defa görmeyecek.Önemli olan tufandan sonra ne yapılacağı?

Dalgalı Kurdan Sabit Kura…

Şubat 2001 yılı Finansal Krizi’nin patlama noktası döviz fiyatları ve fırlayan faizler idi.TMSF’ye devredilen bankaların ve yüksek kamu açıklarının ekonomik karşılığı doların bir günde -o dönemin parasıyla- 680.000 TL’den 1.200.000 TL’ye yükselmesiyle sonuçlanmıştı.Gecelik faizler ise %7.000 ‘leri görmüştü.1999 yılından bu döneme kadar uygulanan mevcut politika ise taze kaynak bulma karşılığında ülkeye davet edilen IMF yönetiminin para politikasını sabit kur sistemine bağlaması olmuştu.Döviz fiyatları her gün Merkez Bankası tarafından açıklanırken daralan ekonominin aktörleri yerli paraya olan güvenlerini yitirdikçe sağlam liman sayılan dövize kaçıyorlardı. Koalisyon partileri ise krizi dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in MGK toplantısında Başbakan’a anayasa kitapçığı fırlatmasına bağlamışlardı.Oysa Kasım 2000 tarihinde uyarı niteliğinde bir devalüasyon gerçekleşmiş Üçlü Koalisyon iş işten geçtiği için kulağının üzerine yatmıştı.

Kemal Derviş yönetiminde başlatılan yeni ekonomik modelin o dönemle şimdiki dönem arasındaki en büyük farkı Dalgalı Kur Rejimi’ne geçilmesidir. Bu sayede dolar fiyatının 2003 Mart ayında 1.80’lere dayanması dışında TL görece hep güçlü kaldı.Kurlara bakılarak alım gücünün yükseldiğine dair sahte bir ortam yaratıldı.2002-2008 dönemi arasında dışarıdan bulunan ucuz sıcak parayla elde edilen refah 2008 Küresel Kriz ile tersine dönmeye başladı.2009 yılında özel kesim ve kamu kesimi net dış borç ödeyicisi durumuna geldiler.2010 ilk 5 ayındaki ödemeler dengesi verileri eski alışkanlıklara geri dönüş sinyali veriyor ama bekleyip görmek en uygun yol olsa gerek.

Ben,yeniden kendine özgü sabit kur ve faiz sisteminin yaratıldığı inancındayım.Son zamanlarda Türk Lira’sının dolar karşısında 1.50-1.60 aralığında gezinmesi merdiven altı bir fiyatlandırma mekanizması olduğuna dair inancımı güçlendiriyor.Bunun yanında Merkez Bankası tarafından borç verme ve borçlanma faizlerinin yapay biçimde düşük tutulma girişimleri Hazine’nin ucuz borçlanmasını sağlarken bu durum sürdürülebilir olmaktan uzak.Bütçe açığının artması ya da vadesi gelen iç ve dış borç ödemeleri yanında Avro Bölgesi’nin zayıflayan talebi gibi dış gelişmeler küresel sistemden kaynaklanan riskler ile iç piyasada meydana gelenlerin el ele vermesi sonucunu doğuracak gibi duruyor.

Türk ekonomisinin borçla yaşama şansı bulan hantal yapısı: Gelir dağılımının giderek bozulması,vergi gelirlerinin bir türlü tabana yayılamaması,siyasi iktidarların -özellikle AKP’nin- dış güçlere bağımlı olması gibi unsurlar sayesinde tıkanma noktasına varmıştır.İktidarın kafasındaki modele uygun yeni tür Sabit Kur ve Faiz Sistemi yüzünden baskı altına aldığı ekonomik aktörler üretimden kaçma noktasına çoktan geldiler.İlk 3 ayın çift rakamlı büyüme verileri 2009 yılının çok kötü geçmesinden dolayı aldatıcı özellikler içeriyor.Yılın genelinde beklenenden daha az büyüyen üretim rakamları görebiliriz.Bu sebeple gelecek seneden itibaren Yunanistan,İspanya,Portekiz,Macaristan gibi ülkelere benzer iktisadi sarsıntıları yaşamamız ihtimal dahilinde.

Sabit Kur ve Faiz sistemini siyasi saiklerle başka isimler altında kotarmaya kalkmak ekonomik akıldan uzak siyasetçilerin ürünü olsa gerek.

Bütçe’nin Dört Aylık Performansı…

Haberlere bakılırsa Nisan ayını kapsayan dönemde bütçe açığı geçen seneye göre %21 azalarak 15.8 milyar TL’de kalmış.Bütçe giderleri %7 artarak 93 milyar 546 milyon liraya ulaşırken,gelirler 2009 yılına göre %15 oranında artarak 77 milyar 750 milyon TL olarak gerçekleşmiş.Faiz giderleri ise sadece %4.4 artarak 22 milyar 52 milyon TL. değerinde çapa atmış durumda.Cari transferler 35 milyar 250 milyon iken,personel giderleri 21 milyar 405 milyon. Bütçe’de esas giderleri yaratan üç kalem toplamı tüm giderlerin %84’nü teşkil ediyor.

Israrla söylemek lazım yerel yönetimlerin belli olmayan açık kalemleri genel bütçeye dahil değil.Emlak Vergisi’ndeki büyük artış, büyükşehir belediyelerince salma misali uygulanan ecrimisiller sırf bu açıkları kapatmaya yönelik girişimler.İller Bankası’ndan yerel idarelere ayrılan pay belediyelerin dişinin kavuğuna yetmeyince emlak değerlerinde muazzam artışlar yaşanıyor.Bu ay içerisinde vergilerinizi öderken karşılaşacağınız fatura yüklü olabilir.Başkanlar içlerinden çıkamadıkları borç batağından yeni vergiler ihdas ederek kendilerini kurtarmak istiyorlar.

İç ve dış açıkların düşmesi ya da artması ekonomik değerleri doğrudan etkileyebiliyor.Bütçe açığının artış yönünde eğilim göstermesi bir yandan kamu dengesini bozarken diğer yandan ithal mala olan talebin fazlalaşması dış açığı büyütüyor.Bana kalırsa en tehlikeli gelişme sayılan iç ve dış açık yükselişleri borçlanma gereksinimini,faiz ve yabancı para değerlerini yukarı çekiyor.Siyasi istikrarsızlığın gelişmeleri olumsuz yönde etkilemesinin neden olduğu borç krizleri iktisadi yapıları vururken halkın geçinme koşulları bu gelişmelerden dolayı çok zorlanmakta.AB ülkelerinin 750 milyar avroluk kurtarma ya da istikrar getirme paketi en hayati alanlarda taviz verme zorunluluğuna neden.Avrupa para biriminin zayıflamasını engellemek amacıyla uygulanan destek paketleri üye ülkelerin milli paralarını kaldırıp yerine avroyu getirme reformunun daha hakkından gelemedikleri bir yapı yaratmasından kaynaklanmakta.Mali birliğe geçmeden parasal birliğe geçmeleri kömür ve çelik ittifakının kanayan yarası olmuştur.

Bizimkiler Yunan siyasilere ders vermek için Atina’ya uçarlarken artlarında bıraktıkları referandum soslu,Baykal tatlandırıcılı gündem halkın geçim kavgasını gölgeleyecek biçimde gündelik hayatta yerini alıyor.Yarın bugünden daha fazla ekonomi konuşuyor olacağız bana kalırsa.Hormonlu büyümenin meşum sonuçlarına Atina sokaklarında şahit olurken acaba politikacılarımız hiç Yunanistan’da veya diğer AB ülkelerinde yaşananlardan ders aldılar mı?

Ekonomik Krize Yelken Açarken…

Yunanistan’da devam eden krizin etkileri tüm dünya ölçeğinde hissedilmeye başlandı.Perşembe günü ABD Nasdaq borsasında yanlış bir emirle tetiklenen abartılı düşüşler gelecek dönemdeki beklentilerin olumlu gelişmelerden ziyade karamsarlığa meyyal olduğunun işaretleri sanki.Avro bölgesindeki Portekiz,İspanya ve İtalya’nın kamu ve özel borçlarının milli gelire oranlarının aşırı yüksekliği yüzünden şahit olunan sosyal hareketler komşumuzdaki gibi şiddet yönünde gelişme potansiyeline sahip.Rakamlardan çıkardığımız kadarıyla yabancı düşmanlığı,ırkçılık, etnik terör,ticaretin daralmasıyla üretimin azalarak işsizliğin daha da artması… gibi konular gelecek dönemin tartışılacak gündemi arasında yerlerini alacaklar.

AB üyeliğine rağmen verimli bir iktisadi yapı kuramayan Yunan ekonomisi bu süre içerisinde altyapısındaki kritik eksiklikleri gidermek yerine genelde Almanya ve Fransa’dan borç alarak sorunların üstünü örtmeye çalıştı.2008 yılında baş gösteren Küresel Borç Krizi’ne rağmen yukarında anılan devletlerin kamudaki hantallığa dayanan politikaları sürdürmeye devam etmeleri geçmişin borca meftun ekonomilerini batak ülkeler haline dönüştürdü. Emekli sayısının yüksek düzeyde olması;memurların gereksiz derecede fazla istihdam edilmeleri;Yunan halkının -herhangi bir kuzey Avrupa ülkesine göre- değişime ayak uydurmak istememesi dünün sorunlarını bugün kriz biçiminde gelecek dönemde ise değişme çabalarının yarattığı baskılara yeniden ayak diremesi sonucuna bağlayacaktır.

Gelelim referandum derdine düşmüş Türkiye’ye…Dolar ve Avro’nun TL karşısında değer kazanmaya başlaması, faiz oranları ile altın fiyatlarındaki yükseliş;spekülatörlerin insafına terkedilen halkın geçim savaşına zaten yüksek olan enflasyonun yakıcı biçimde geri dönmesine neden olacak gibi görünüyor.ÜFE endeksinin TÜFE’ye yönelik olumsuz etkisini yaz ayları geçmeden görmeye başlayacağız.Son bir haftada yerli yatırımcıların satışları sayesinde pek hissedilmeyen piyasadan 4-5 milyar dolarlık kan kaybı turist ve işçi dövizleriyle,Ortadoğu ya da ABD-İngiltere hattından gelen sıcak parayla ne kadar giderilecek?Son bir buçuk senede Merkez Bankası’nın düşük faiz-düşük kur politikası -hükümetin referandum ya da erken seçim baskısıyla karşılaştıkça- artan bütçe açıklarına dayanan borçlanma gereksinmesine karşı ne kadar direnecek?Krizin reel ekonomideki etkilerinin geçtiğini zannettiğimiz 2010 ilk üç ayın ardından bize ait olmayan dalgalanmaların kurbanı olmakla kalmayacağız, sorunlarımızı halının altına süpürmekle gerçek krizin derin etkilerinin tüm toplumsal hayatta göreceğiz bana kalırsa.

Ekonomide Neler Oluyor?

TEKEL işçilerinin 4-C statüsüne geçirilmesi konusunda kendilerine tanınan sürenin bu ay sonuna kadar dolacağı dün Başbakan ve Çalışma Bakanı tarafından ayrı ayrı açıklandı.Üstelik polis zoruyla Ankara’daki eylemlerine son verilip işsiz kalacakları tehdidiyle…İşçi oylarını almak için “Garip gureba fakir fukara…” edebiyatı yapanların zenginsever oldukları ne güzel ortaya çıkıyor.Kamuya yük getirmeme bahanesiyle TEKEL işçilerine müsamaha göstermeyen siyasi irade TEKEL birasını sattıkları Anadolu Efes Sanayi adlı şirkete Rekabet Kurulu kararıyla devrine neden ses çıkarmaz?Allahtan Danıştay, TEKEL birasını devralan Anadolu Grubu’na bu şekilde son anda engel oldu.Piyasada hala bilinen bir marka olan TEKEL birası 2 senedir üretilmiyor.Kısacası hukuk tarafından yaşatılmak istenirken özelleştirme sayesinde tabutuna çiviler çoktan çakılmış oldu.

Borsa şu anda 51.362 puanda,dolar 1.5180 T.L.,EURO ise 2.0790 T.L… Bağlantısını sizlerle paylaştığım haberde Portekiz ve Yunanistan ekonomilerinin zora girmesinin ardından İspanya ekonomisinin de bu yılı küçülme ile kapatacağı iddia ediliyor. Haber,AB para biriminin çöküşünün söz konusu olduğunu dile getirmiş. ABD doları karşısında zayıf euro ile AB ekonomilerinin daha güç duruma düşecekleri ihtimali bulunurken Almanya’nın alacağı tavrın önemli olduğu konuşuluyor.İşte rekorlar kıran borsamız bu sebeple iki günde 2000 puan birden düştü.Piyasalardaki panik hali işçilerin, memurların,emeklilerin durumuna burun kıvıran sorumluların tedbir almamalarının doğal sonucu…

Toplumun varlık yokluk kavgasına düşmesi Porsche marka lüks otomobillerin satışına engel değil.Ya da milyon dolarlık rezidens dairelerin el değiştirmesine.Ekmek kavgası büyüdükçe insanların birbirlerine olan öfkesi artıyor.Bu arada çocuklara,kadınlara,yaşlılara karşı işlenen suçlar muazzam bir ivme kazanmışken bireysel terörün örgütsel terörün önüne geçmesi şiddeti ne kadar içselleştirmiş olduğumuzun göstergesi.Toplum yozlaşırken yoksullaşıyor ve halkımız suistimalde bulunacağı en ufak fırsatı kaçırmaz hale getirildi.Kısacası kendi yaşamımızdan çalıyoruz.

İnsan değerinin olmadığı bir yerde krizin bitmesi söz konusu değil. İktidarlarla suç ortaklığı yapmamız sayesinde kısa vadede kaşıkla verenlerin uzun vadede bizden kepçeyle aldıkları gerçeğini tekrar tekrar yaşayacağız.

Manisa Tarzanı…

Haberlere göre RTÜK, geçen hafta kavgalı gürültülü bir toplantı yaşamış.Deniz Feneri Yolsuzluğu Davası’nın kilit ismi Zahit Akman,CHP kontenjanından seçilen üye Hülya Alp’e saldırıp,Alp’i korumaya çalışan diğer üye Mehmet Dadak ile yumruk yumruğa kavgaya soyunmuş.Ülkede nereden tutarsan elinde kalıyor.Bir yandan Başbakan medya ile savaş halinde,diğer yandan kendisinin radyo-TV düzenlemelerini yerine getiren kurula seçtirdiği başkan yolsuz. Hani yolsuzluğunu es geçtik, bir kadına saldırmak hangi erkeklik kitabında mürekkep tutar?Koltuklarını kıçlarında gezdirenler üyelik sıfatını hazmedemeyip etrafa saldırma cesaretini nereden bulurlar? Kendi adamlarını korumak adına gevrek gevrek konuşanların siyasi istikballeri oy sandığında değil,mahkeme salonlarında son bulacak, içimde öyle bir his mevcut.

Neyse, akşam duygulanmalarını bırakıp sadede gelelim.Merkez Bankası ödemeler bilançosunda bir kalem var,ismi net hata noksan kalemi.İçinde hata geçse de nitelik olarak artı bakiyede döviz varlıklarını arttıran bir özelliğe sahip.2008 Ekim-2009 Mayıs ayları arasında ülkeye giren döviz miktarı sıkı durun 19 milyar 250 milyon $.Taraf Gazetesi yazarı Süleyman Yaşar makalesinde yurtdışındaki bankalarda yatan bu parayı döviz ihtiyacı olan işadamlarının getirdiğini ileri sürüyor.Yaşar’ın üzerinde durduğu konu ise özel şirketlerin kendi ortaklarına olan borçları.Bu borçların Türkiye’nin dış borçlarını olduğundan fazla gösterdiğini ileri sürüyor.Makalesini ise, firma borçlarının yapısı düzelmeden net hata noksan kaleminin hep yüksek olacağını dile getirerek bitirmiş.

Buraya kadar kopya çektik,şimdi aklıma takılan soruları yazacağım…ABD doları ne zamandır 1.45-1.50 arasında salınıyor. Faizler tarihi dip zirvesini zorluyor.Borsa bugün 50.000’ni geçti, ardından 49.879 noktasında günü kapattı.2009 Ağustos ayı sanayi üretimi Temmuza göre %5.7 oranında düştüğü bir ortamda borsa nasıl rekor kırar? Üretmeyen,daralan bir ekonominin borsası hangi sanal alımlarla tepelere varır?Halihazırda hisse senetlerinin büyük kısmının yabancılara ait olduğu bir menkul kıymet piyasasında yabancı misafirler, 2008 yılı boyunca karlarından ettikleri zararları 2009 yılında şişirip sonra da bırakacakları borsa balonunda paraya tahvil ediyorlar. Olay, bana kalırsa bu kadar basit.Yarın, onlar bu diyarları terkedip başbaşa kaldığımızda bu işin hesabını kim verecek?Bu işin içinde ekonomi yok,siyaset var.Kendilerine yakın olan iktidarları koruyup kollayan küresel güçler var.Hani Başbakan’a Zahit Akman’ı koruyor diye kızıyoruz,zat-ı alilerinin koruma ordusuna Obama abimizi de eklesek iyi yaparız.Üstelik kendisi İngilizce biliyor,oralarda sorun çıkartmaz…