Kriz Takvimi…

Derin ekonomik krizin yarattığı siyasi belirsizlik dönemini günbegün yaşıyoruz. Rakamlardaki göreli iyileşmeleri dikkate alanlara bakılırsa bizleri teğet geçen “2008 Finans Krizi” bu sene sonunda etkisini yitirerek düzelme yönünde yol tutacak.Onlara göre büyüme,istihdam,kapasite kullanım rakamları yanında borsa,döviz ve faiz verileri bu senenin ilk 3 ayında geçen seneye göre önemli iyileşmeler içeriyor.Bu fikri savunanlar baz etkisini unutarak gerilemenin durduğunu,işsizliğin azalmaya başladığını ve krizle birlikte zayıflayan talebin güçlendiğini iddia ediyorlar. İşsizlik oranının neden %14’ün altına düşmediği konusuna yeterince doyurucu açıklama getiremiyorlar.Yunanistan’ın borç krizi nedeniyle avronun zayıflamasını,AB parasal birliğinin dağılma ihtimalini hala akıllarına sığdıramıyorlar.

Kemer sıkma politikalarının savsaklanması sonucunda ötelenen çalkantı geçen iki sene boyunca ABD’deki fırtınanın gözünden okyanusu aşıp Avrupa üzerinden gelip kapımıza dayandı.Çalkantının Türkiye takvimi 2011-2012 yılları olacak gibi duruyor.Gamlı baykuş gibi kriz sevdalısı değilim ancak toplumda yaşananları görünce yaklaşan tehlikenin en kısa zamanda farkına varmak gerekiyor.AKP tarz-ı siyaset ekonominin bu duruma gelmesinde en önemli faktör.”IMF ile anlaşmıyorum” diyerek Para Fonu heyetiyle görüşmeler yapan siyasi irade kendini kandırmaktan başka bir şey yapmıyor.İktidar,Orta Vadeli Program ve Mali Kural sayesinde dostlar alışverişte görsün tedbirlerini yürürlüğe koyarken Merkez Bankası’na faizleri düşük tutma emrini veriyor.Tezgahaltı piyasanın döviz ve faiz oranlarını belirlediğinin farkında değiller sanırım.Bankaları oligopol olmakla suçlayan Bakan Ali Babacan,zaman içerisinde Türkiye koşullarında etkisini göstererek yavaş yavaş durgunluğa yol açan kredi krizinin döviz krizine dönüşeceğini hiç aklına getirmiyor sanırım.

2001 Finans Krizi’nin ardından piyasalar dışarından gelen sıcak parayla sanal bir büyüme potansiyeli gösterdi.Dövizi düşük tutup,faizi yükselterek petro-dolar sahipleriyle spekülatörlere Türk ekonomisi cazip hale getirildi.Bu yanlışın doğal sonucu bugünkü işsizlik,yoksulluk, orta sınıfın çökmesi,kutuplaşma ortamı… gibi problemler yaratıldı.Kendi elleriyle bir cemaat toplumu modeli devşirmek hevesiyle mevcut yapıyı inanılmaz ölçüde bozdular.Bu senenin çalkantının krize döneceği bir güç değişimi yılı olacağı iddiasını ortaya atarken seçimlere tehlikeli bir fakirlik ortamında girileceği kanısındayım.Orta ve alt gelir gruplarına ait insanlarımızın yokluk nedeniyle gerilen sinirleri çeşitli üzücü sonuçlara yol açacak.Şiddet ve terör bu sürecin sadece bir safhası.Bilinçsizce yapılan yanlışların vardığı son nokta savaş ortamına benzeyen açlık görüntüleriyle bezenecek.Dipten gelen dalganın farkına varmayanların akıbetini görmek ise sonu hüsranla biten bir film kadar üzücü olabilir. İnşallah yanılırım…

Bütçe’nin Dört Aylık Performansı…

Haberlere bakılırsa Nisan ayını kapsayan dönemde bütçe açığı geçen seneye göre %21 azalarak 15.8 milyar TL’de kalmış.Bütçe giderleri %7 artarak 93 milyar 546 milyon liraya ulaşırken,gelirler 2009 yılına göre %15 oranında artarak 77 milyar 750 milyon TL olarak gerçekleşmiş.Faiz giderleri ise sadece %4.4 artarak 22 milyar 52 milyon TL. değerinde çapa atmış durumda.Cari transferler 35 milyar 250 milyon iken,personel giderleri 21 milyar 405 milyon. Bütçe’de esas giderleri yaratan üç kalem toplamı tüm giderlerin %84’nü teşkil ediyor.

Israrla söylemek lazım yerel yönetimlerin belli olmayan açık kalemleri genel bütçeye dahil değil.Emlak Vergisi’ndeki büyük artış, büyükşehir belediyelerince salma misali uygulanan ecrimisiller sırf bu açıkları kapatmaya yönelik girişimler.İller Bankası’ndan yerel idarelere ayrılan pay belediyelerin dişinin kavuğuna yetmeyince emlak değerlerinde muazzam artışlar yaşanıyor.Bu ay içerisinde vergilerinizi öderken karşılaşacağınız fatura yüklü olabilir.Başkanlar içlerinden çıkamadıkları borç batağından yeni vergiler ihdas ederek kendilerini kurtarmak istiyorlar.

İç ve dış açıkların düşmesi ya da artması ekonomik değerleri doğrudan etkileyebiliyor.Bütçe açığının artış yönünde eğilim göstermesi bir yandan kamu dengesini bozarken diğer yandan ithal mala olan talebin fazlalaşması dış açığı büyütüyor.Bana kalırsa en tehlikeli gelişme sayılan iç ve dış açık yükselişleri borçlanma gereksinimini,faiz ve yabancı para değerlerini yukarı çekiyor.Siyasi istikrarsızlığın gelişmeleri olumsuz yönde etkilemesinin neden olduğu borç krizleri iktisadi yapıları vururken halkın geçinme koşulları bu gelişmelerden dolayı çok zorlanmakta.AB ülkelerinin 750 milyar avroluk kurtarma ya da istikrar getirme paketi en hayati alanlarda taviz verme zorunluluğuna neden.Avrupa para biriminin zayıflamasını engellemek amacıyla uygulanan destek paketleri üye ülkelerin milli paralarını kaldırıp yerine avroyu getirme reformunun daha hakkından gelemedikleri bir yapı yaratmasından kaynaklanmakta.Mali birliğe geçmeden parasal birliğe geçmeleri kömür ve çelik ittifakının kanayan yarası olmuştur.

Bizimkiler Yunan siyasilere ders vermek için Atina’ya uçarlarken artlarında bıraktıkları referandum soslu,Baykal tatlandırıcılı gündem halkın geçim kavgasını gölgeleyecek biçimde gündelik hayatta yerini alıyor.Yarın bugünden daha fazla ekonomi konuşuyor olacağız bana kalırsa.Hormonlu büyümenin meşum sonuçlarına Atina sokaklarında şahit olurken acaba politikacılarımız hiç Yunanistan’da veya diğer AB ülkelerinde yaşananlardan ders aldılar mı?

Ekonomik Krize Yelken Açarken…

Yunanistan’da devam eden krizin etkileri tüm dünya ölçeğinde hissedilmeye başlandı.Perşembe günü ABD Nasdaq borsasında yanlış bir emirle tetiklenen abartılı düşüşler gelecek dönemdeki beklentilerin olumlu gelişmelerden ziyade karamsarlığa meyyal olduğunun işaretleri sanki.Avro bölgesindeki Portekiz,İspanya ve İtalya’nın kamu ve özel borçlarının milli gelire oranlarının aşırı yüksekliği yüzünden şahit olunan sosyal hareketler komşumuzdaki gibi şiddet yönünde gelişme potansiyeline sahip.Rakamlardan çıkardığımız kadarıyla yabancı düşmanlığı,ırkçılık, etnik terör,ticaretin daralmasıyla üretimin azalarak işsizliğin daha da artması… gibi konular gelecek dönemin tartışılacak gündemi arasında yerlerini alacaklar.

AB üyeliğine rağmen verimli bir iktisadi yapı kuramayan Yunan ekonomisi bu süre içerisinde altyapısındaki kritik eksiklikleri gidermek yerine genelde Almanya ve Fransa’dan borç alarak sorunların üstünü örtmeye çalıştı.2008 yılında baş gösteren Küresel Borç Krizi’ne rağmen yukarında anılan devletlerin kamudaki hantallığa dayanan politikaları sürdürmeye devam etmeleri geçmişin borca meftun ekonomilerini batak ülkeler haline dönüştürdü. Emekli sayısının yüksek düzeyde olması;memurların gereksiz derecede fazla istihdam edilmeleri;Yunan halkının -herhangi bir kuzey Avrupa ülkesine göre- değişime ayak uydurmak istememesi dünün sorunlarını bugün kriz biçiminde gelecek dönemde ise değişme çabalarının yarattığı baskılara yeniden ayak diremesi sonucuna bağlayacaktır.

Gelelim referandum derdine düşmüş Türkiye’ye…Dolar ve Avro’nun TL karşısında değer kazanmaya başlaması, faiz oranları ile altın fiyatlarındaki yükseliş;spekülatörlerin insafına terkedilen halkın geçim savaşına zaten yüksek olan enflasyonun yakıcı biçimde geri dönmesine neden olacak gibi görünüyor.ÜFE endeksinin TÜFE’ye yönelik olumsuz etkisini yaz ayları geçmeden görmeye başlayacağız.Son bir haftada yerli yatırımcıların satışları sayesinde pek hissedilmeyen piyasadan 4-5 milyar dolarlık kan kaybı turist ve işçi dövizleriyle,Ortadoğu ya da ABD-İngiltere hattından gelen sıcak parayla ne kadar giderilecek?Son bir buçuk senede Merkez Bankası’nın düşük faiz-düşük kur politikası -hükümetin referandum ya da erken seçim baskısıyla karşılaştıkça- artan bütçe açıklarına dayanan borçlanma gereksinmesine karşı ne kadar direnecek?Krizin reel ekonomideki etkilerinin geçtiğini zannettiğimiz 2010 ilk üç ayın ardından bize ait olmayan dalgalanmaların kurbanı olmakla kalmayacağız, sorunlarımızı halının altına süpürmekle gerçek krizin derin etkilerinin tüm toplumsal hayatta göreceğiz bana kalırsa.

Ekonomiler Düzelirse…

Malum,Yunanistan yeni bir krizle karşı karşıya…Başbakan Yorgos Papandreu bile ekonomik alanda birer denek hayvanı olduklarını kabul ederken eski hükümetle birlikte üye olduğu kurumu suçluyor.Oysa AB bölgesinin en zayıf halkası olan Yunan ekonomisi birliğe tam üye olduktan sonra edindiği fonları verimli biçimde kullanmayıp, ekonomisini modern üretim tarzına ulaştıramadı.Sırada Portekiz, İspanya,Macaristan ve Avusturya ekonomilerinin durgunlukla mücadele etmeleri var.Gelişmeleri izlerken işsizliğin yoğun biçimde genişlemesi buhranın toplumlar üzerindeki etkilerinin derin ve uzun vadeli yönlerini gösteriyor.Suçlamanın bittiği yerde sorumluluk başlar… Liderlerin en önemli vasfı olan basiret bu işte büyük rol oynar.Nitelikli devlet başkanlarının isabetli karar vermeleri sayesinde krizin ömrü kısalacak ya da uzayacak.

Dünya üzerinde sermayedar kesimlerin elinde biriken tasarruflar çok uluslu bankalar,uluslararası yatırımcılar aracılığıyla bireylere borç şeklinde verilerek kredi krizine ilk adım atıldı.ABD hane halkının “Bir ev, bir araba rüyası” evlerini ipotek ederek yeni krediler alma yolunda gelişti.Risk almada cesaretlendirilen bireyler varlık fiyatlarının düşmesiyle -özellikle gayrımenkul fiyatları-borç batağına düştüler.Kredilerini geri ödemek istediler satmaya çalıştıkları evler para etmedi, ardından işsiz kaldılar.Türev piyasalar adı altında olmayan varlıkların halka satılması bizdeki 80’li yıllarından başındaki Banker Kastelli örneğine benziyor.Son yaşanan kriz,Yozgat’ta deniz manzaralı ev pazarlayanların giriştikleri türden bir sahtekarlığın dünya dillerine çevrilmiş hali sanki.

Ülkemizdeki 2001 Krizi’nde olduğu gibi destek paketleriyle bankalar ya da şirketler kurtarılırken dar gelirli kesimler bunun vebalini ödedi, hala ödüyor.Koalisyon hükümetinin aldığı yalnızca holding kurtaran tedbirlerin seçim sandığındaki karşılığı AKP oldu.Batan bankaların Türk ekonomisine maliyeti yaklaşık 70 milyar $.TSMF’nin Ahmet Ertürk’ün çabaları sayesinde tahsilatı 20 milyar $ bile değil.Böylesi derin bir yaraya hiçbir hükümet tek başına çare olamazdı.AKP ise devasa soruna dışarıdan borç alarak,kamu kuruluşlarını satarak çare bulmak istedi ve bence yanlışı baştan yaptı.Şimdi tabiri uygunsa el elde baş başta oturup düşünüyor.TEKEL işçileri Ankara sokaklarında iki aydır bekliyor. Emekliler,işçiler,esnaf,memur… tüm kesimler bir şeyler bekliyor ama bütçede delik alabildiğine büyük.

İşler kötü gittiğinde hiç kimse sorumluluk gömleğini giymek istemez.Böyle yazmamın sebebi muhalefetin kendi kendini tekrar eden politikalarından kaynaklanıyor.Muhalefetin iktidar partisine somut çözüm önerileri sunmayıp Silahlı Kuvvetleri’n arkasına sığınarak gardını alması göreve gelmeleri halinde Türk ekonomisinin yolsuzluk ve yoksulluk kıskacında daha uzun süre kıvranacağına işaret değil mi?Yetersizlikleri ispatlanmış insanların çare diye halka yedirilmeye çalışılması geri kalmış ülkelere ait kocakarı tedavileri bana kalırsa.Lider partilerinin tipik örneklerinden olan AKP bu sene var, Tayyip Erdoğan sahneden çekilince sıfıra düşecek.Peki alternatifi kim olacak?

Verimli bir ekonomik yapı insan kaynaklarının yeterince değerlendirilmesi ile sağlanır.İmam Hatip okulları açıp o çocukları ailelerinin tercihi yüzünden mağdur etme hatasının karşılığı meslek sahibi olamamış milyonlarca gence karşılık geliyor.Mantar gibi kurulan üniversiteler daha ilköğretim sorununu çözememiş bir ülkede altyapısız yola sıcak asfalt dökmekle eşdeğer.İlk kar yağışında asfalt kazınmış hale döner.Yunan ekonomisini başına gelenlerin daha fazlası yıllardır başımızda ve biz gene insana değer vermiyoruz.Sahiden çare Sarıgül mü?