I.Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte yıkılan imparatorlukların yerini milli devletler aldı.II. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş deneyimini yaşayan dünya halkları 100 seneden kısa süre içerisinde Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bir çok devletin yeniden hayat bulmasına tanık oldular.Bu sürecin devamı niteliğindeki Mikro Savaşlar dönemi yakın ve uzak coğrafyamızda kanlı bilançolara geçit verdi.Milyonlarca insan etnik ya da dinsel savaşlarda katledilirken geride kalan çok daha fazla sayıda olanlar yaşadığı toprakları terk etmeye zorlanarak mülteci haline getirildiler.
Aşırılıklar Çağı’nda -Eric Hobsbawm’dan mülhem- karşısında dengeleyici herhangi bir unsur bırakmayan ABD mikro savaşları Ortadoğu ile Asya’ya yaymakta sakınca görmedi.Bu süreçte küresel paylaşım politikalarına 11 Eylül Saldırıları ile birlikte İslam dünyası’ndaki geri kalmışlığı kılıf olarak giydiren küresel güç kendisine yardımcı sıfatıyla El-Kaide gibi örgütleri seçmekten kaçınmadı.Yaşananlar gösteriyor ki tıpkı Taliban gibi El-Kaide de CIA destekli Pakistan istihbaratının Sovyet İşgali altındaki Afganistan’da yarattığı Yeşil Kuşak Teorisi’nden kalma kötücül mirastır.Türkiye bu kanlı coğrafyanın tam ortasında üstelik.
10.000 yıllık yerleşik hayata geçiş maceramızı bir yana koyduğumuzda son 20 senede ne kadar çok acıyı bir arada yaşamışız.Kanlı değişim dönemlerinde geçmişe dönüp bakmak olayları irdelemek açısından önemli işleve sahip.Etrafımıza sürüp giden karmaşıklıktan başımızı kaldırırsak tarihin kırıldığı anlardan bir yenisine şahitlik ediyoruz diyebiliriz.Bitti denilen milli devletlerin yerine neyin konacağı somutlaştırılmadan boz bulanık ortamdan kurtulamayacağız anlaşılan.
Irak,Afganistan,Pakistan,İran,Yemen,Sudan,Somali,Türkiye…Daha sayayım mı?Kanın oluk oluk aktığı periferimizde devlet otoritesinin yitirildiği Neo-Fetret Dönemi yaşıyoruz sanki.”Kalıpları yıkıyoruz!” diyerek yerine yenisine koyamayacağımız değerlerin erozyona uğratılması yozlaşmanın yarattığı toplumsal bilinç kaybına derinlik kazandırıyor.
Muazzam büyüklükte toprak kaybıyla sonuçlanan ilk dünya savaşı bize Türkiye Cumhuriyeti’ni kazandırırken II.Dünya Savaşı ertesi bu diyarlara çok partili hayat buyur edildi.Soğuk Savaş döneminde baskıcı devlet erkinin sınırlandırması çabalarına karşılık -darbelere rağmen- cılız demokratik gelenekle yolunu bulmaya çalışan yönetimler sadece genel oy tanımına uyan biçimsel demokrasi sayesinde iktidara getirildiler.Aşağı yukarı 60 senelik çok partili siyasal tecrübenin yarı zamanında etnik kimlik isteklerinden büyüyüp şiddete mahkum edilen Kürt Sorunu’yla başbaşa yaşadık.Siyasi taleplerin silahla kazanılması tercihi devlet gücünün giderek militerleşmesine sebep olan gelişmelerin önünü açtı.
Demokratikleşmenin gerisinde yatan en önemli güç sayabileceğimiz sanayi devriminin dengeli biçimde kotarılıp sınıf bilincine sahip şehirleşmiş orta tabaka yaratılamadığı sürece Türk modernleşme projesi cemaatleşip içe kapanan toplum yapısına ek olarak dış etkilere -Okyanus ötesi odaklar- açık bir kimlik ediniyor.
12 Eylül Referandumu’nun hemen ardından ülkemizde yaşanan tartışmalara göz atarsak dev adımlarla değişen dünyamıza ayak uydurmaya çalışan halkımızın sınıf bilincinin örselenmesinden dolayı bastırılmış etnik ya da dinsel kimlikleriyle yeniden var olma sancılarına tanık olduğumuzu söyleyebilirim.Üstelik hızla gelişen Anadolu sermayesi varken bu düşüncemi dillendirmem biraz bilmeyen cesareti bile olsa.
Tarımsal Kapitalizm Dönemi’nden Sanayi Kapitalizmi’ne sağlıklı biçimde geçemeyen kırsal kesim insanı şehir hayatında da devlet merkezli rant dağıtımı işine katılma geleneğini devam ettirmeye halen niyetli.Köyde kalmış olması gereken ağalık müessesesinin yerini seçimle iş başına gelen başbakanlar,bakanlar,belediye başkanları ya da bürokrasi kökenli valiler,emniyet müdürlerinin aldığı çok partili hayat adil gelir dağılımını bir türlü sağlayamadığı gibi demokratikleşmenin çorak kalmasına yol açtı. Sadece AB istiyor diye reformlar kotarmak zorunda kalan ülkemizin zamanı gelince tam üye yapılacağını düşünmek hayal gibi bir şey.
Değişimin motor gücünü düzenleyen ekonomik altyapı Cumhuriyet boyunca siyasi iradenin bilinçli biçimde Türk topraklarında sermaye kesimine sürekli imkanlar sağlaması yüzünden yoksullukların, yoksunlukların çoğalmasına yol açtı.Geçmiş 250 senede Endüstri Devrimi’nden geri kalmamız garabeti yanında -matbaanın icadı kadar önemli sayılan- İnternet Devrimi’ni ıskalıyoruz.
Yaşadığımız şu zamanda gerçek gündeme farkındalık getirmeme ayıbı gelecekteki günlerde geriye dönüp baktığımızda çağımızı yönlendiren yenilikleri kaçırmamızda en önemli sebep olarak sunulacak bana kalırsa.
Bana kalırsa krizlerin büyütüp hiçbir zaman gündemden düşürmediği esas konu hala tam anlamıyla kıvamını bulamamış orta sınıfın belinin kırılmasıdır.Mahalle veya köy hayatından kalabalık şehirlere göç ettirilen halkımız unutmak zorunda bırakıldıkları etnik ya da dini kimliklerini düştükleri yoksulluk girdabıyla birlikte yeniden talep ediyorlar. Ekonomik büyüme masallarına hala inanıyorsanız toplum çapında gitgide büyüyen -silahlanma ve uyuşturucu kullanımına yakından bağlı- bireysel terörü göz ardı etmemeniz gerekir.Yozlaşan gelenekler terörü yaratırken dinin inanç alanından çıkarılıp ideoloji haline getirilmesi siyasi talepleri muhafazakarlaşma yönünde olan kitleleri linç kültürüne yakın kılmaktadır.
Soğuk Savaş Dönemi’nin Yeşil Kuşak Teorisi’nin sahneyi terkedip yerini Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ne bırakması İslam coğrafyasında kanla yazılan tarihin kırılma anlarını bizlere hatırlatırken yaşanan olaylar insana korku veren kötücül senaryonun yeniden çevrildiğinin kanıtı sanki.
Küresel Finansal Kapitalizm dönemi 2008 Krizi ile birlikte çeper değiştiriyor.Savaşların ülkeleri -özellikle ABD ve İngiltere- mali açıdan zora sokması borca meftun ekonomik altyapının çıkmaz sokak levhası. Dünya çapında ikinci dip dalganın yaşanıp yaşanmayacağı tartışılırken 2011 ve 2012 yılları bizim açımızdan önemli sorunları beraberinde getirecek oysa.Bu topraklarda çoğumuz yukarıda adı geçen senelerde Tayyip Erdoğan’ın Başkan veya Cumhurbaşkanı seçilip seçilmeyeceğini tartışıp dururken Bilgi Çağı’nı tıpkı Sanayi Devrimi dönemini ıskaladığımız gibi ıskalayacağız.Halkın cahil bırakılmasından medet umanların kimlerin hesabına çalıştığını bilemem ama insan kaynaklarımızın umarsızca heba edilmesi din görünümlü şirk toplumunun temellerini atıyor sağlamından .
Karmakarışık gündem maddelerini alt alta yazıp sonra bir kenara fırlatıp attığımızda halkın yoksullukla yaşadığı savaşı Altınşehir’in, Esenyurt’un, Bağcılar’ın polisin bile gündüz gözüyle giremediği arka sokakları açıkça anlatıyor.Sokakların söylediklerini dikkatlice dinlediğimizde fitili ateşlenmiş bombanın üzerinde oturuyorsunuz dediklerini duyar gibi oluyorum.