Son Yüz Senemiz…

I.Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte yıkılan imparatorlukların yerini milli devletler aldı.II. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş deneyimini yaşayan dünya halkları 100 seneden kısa süre içerisinde Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bir çok devletin yeniden hayat bulmasına tanık oldular.Bu sürecin devamı niteliğindeki Mikro Savaşlar dönemi yakın ve uzak coğrafyamızda kanlı bilançolara geçit verdi.Milyonlarca insan etnik ya da dinsel savaşlarda katledilirken geride kalan çok daha fazla sayıda olanlar yaşadığı toprakları terk etmeye zorlanarak mülteci haline getirildiler.

Aşırılıklar Çağı’nda -Eric Hobsbawm’dan mülhem- karşısında dengeleyici herhangi bir unsur bırakmayan ABD mikro savaşları Ortadoğu ile Asya’ya yaymakta sakınca görmedi.Bu süreçte küresel paylaşım politikalarına 11 Eylül Saldırıları ile birlikte İslam dünyası’ndaki geri kalmışlığı kılıf olarak giydiren küresel güç kendisine yardımcı sıfatıyla El-Kaide gibi örgütleri seçmekten kaçınmadı.Yaşananlar gösteriyor ki tıpkı Taliban gibi El-Kaide de CIA destekli Pakistan istihbaratının Sovyet İşgali altındaki Afganistan’da yarattığı Yeşil Kuşak Teorisi’nden kalma kötücül mirastır.Türkiye bu kanlı coğrafyanın tam ortasında üstelik.

10.000 yıllık yerleşik hayata geçiş maceramızı bir yana koyduğumuzda son 20 senede ne kadar çok acıyı bir arada yaşamışız.Kanlı değişim dönemlerinde geçmişe dönüp bakmak olayları irdelemek açısından önemli işleve sahip.Etrafımıza sürüp giden karmaşıklıktan başımızı kaldırırsak tarihin kırıldığı anlardan bir yenisine şahitlik ediyoruz diyebiliriz.Bitti denilen milli devletlerin yerine neyin konacağı somutlaştırılmadan boz bulanık ortamdan kurtulamayacağız anlaşılan.

Irak,Afganistan,Pakistan,İran,Yemen,Sudan,Somali,Türkiye…Daha sayayım mı?Kanın oluk oluk aktığı periferimizde devlet otoritesinin yitirildiği Neo-Fetret Dönemi yaşıyoruz sanki.”Kalıpları yıkıyoruz!” diyerek yerine yenisine koyamayacağımız değerlerin erozyona uğratılması yozlaşmanın yarattığı toplumsal bilinç kaybına derinlik kazandırıyor.

Muazzam büyüklükte toprak kaybıyla sonuçlanan ilk dünya savaşı bize Türkiye Cumhuriyeti’ni kazandırırken II.Dünya Savaşı ertesi bu diyarlara çok partili hayat buyur edildi.Soğuk Savaş döneminde baskıcı devlet erkinin sınırlandırması çabalarına karşılık -darbelere rağmen- cılız demokratik gelenekle yolunu bulmaya çalışan yönetimler sadece genel oy tanımına uyan biçimsel demokrasi sayesinde iktidara getirildiler.Aşağı yukarı 60 senelik çok partili siyasal tecrübenin yarı zamanında etnik kimlik isteklerinden büyüyüp şiddete mahkum edilen Kürt Sorunu’yla başbaşa yaşadık.Siyasi taleplerin silahla kazanılması tercihi devlet gücünün giderek militerleşmesine sebep olan gelişmelerin önünü açtı.

Demokratikleşmenin gerisinde yatan en önemli güç sayabileceğimiz sanayi devriminin dengeli biçimde kotarılıp sınıf bilincine sahip şehirleşmiş orta tabaka yaratılamadığı sürece Türk modernleşme projesi cemaatleşip içe kapanan toplum yapısına ek olarak dış etkilere -Okyanus ötesi odaklar- açık bir kimlik ediniyor.

12 Eylül Referandumu’nun hemen ardından ülkemizde yaşanan tartışmalara göz atarsak dev adımlarla değişen dünyamıza ayak uydurmaya çalışan halkımızın sınıf bilincinin örselenmesinden dolayı bastırılmış etnik ya da dinsel kimlikleriyle yeniden var olma sancılarına tanık olduğumuzu söyleyebilirim.Üstelik hızla gelişen Anadolu sermayesi varken bu düşüncemi dillendirmem biraz bilmeyen cesareti bile olsa.

Tarımsal Kapitalizm Dönemi’nden Sanayi Kapitalizmi’ne sağlıklı biçimde geçemeyen kırsal kesim insanı şehir hayatında da devlet merkezli rant dağıtımı işine katılma geleneğini devam ettirmeye halen niyetli.Köyde kalmış olması gereken ağalık müessesesinin yerini seçimle iş başına gelen başbakanlar,bakanlar,belediye başkanları ya da bürokrasi kökenli valiler,emniyet müdürlerinin aldığı çok partili hayat adil gelir dağılımını bir türlü sağlayamadığı gibi demokratikleşmenin çorak kalmasına yol açtı. Sadece AB istiyor diye reformlar kotarmak zorunda kalan ülkemizin zamanı gelince tam üye yapılacağını düşünmek hayal gibi bir şey.

Değişimin motor gücünü düzenleyen ekonomik altyapı Cumhuriyet boyunca siyasi iradenin bilinçli biçimde Türk topraklarında sermaye kesimine sürekli imkanlar sağlaması yüzünden yoksullukların, yoksunlukların çoğalmasına yol açtı.Geçmiş 250 senede Endüstri Devrimi’nden geri kalmamız garabeti yanında -matbaanın icadı kadar önemli sayılan- İnternet Devrimi’ni ıskalıyoruz.

Yaşadığımız şu zamanda gerçek gündeme farkındalık getirmeme ayıbı gelecekteki günlerde geriye dönüp baktığımızda çağımızı yönlendiren yenilikleri kaçırmamızda en önemli sebep olarak sunulacak bana kalırsa.

Bana kalırsa krizlerin büyütüp hiçbir zaman gündemden düşürmediği esas konu hala tam anlamıyla kıvamını bulamamış orta sınıfın belinin kırılmasıdır.Mahalle veya köy hayatından kalabalık şehirlere göç ettirilen halkımız unutmak zorunda bırakıldıkları etnik ya da dini kimliklerini düştükleri yoksulluk girdabıyla birlikte yeniden talep ediyorlar. Ekonomik büyüme masallarına hala inanıyorsanız toplum çapında gitgide büyüyen -silahlanma ve uyuşturucu kullanımına yakından bağlı- bireysel terörü göz ardı etmemeniz gerekir.Yozlaşan gelenekler terörü yaratırken dinin inanç alanından çıkarılıp ideoloji haline getirilmesi siyasi talepleri muhafazakarlaşma yönünde olan kitleleri linç kültürüne yakın kılmaktadır.

Soğuk Savaş Dönemi’nin Yeşil Kuşak Teorisi’nin sahneyi terkedip yerini Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ne bırakması İslam coğrafyasında kanla yazılan tarihin kırılma anlarını bizlere hatırlatırken yaşanan olaylar insana korku veren kötücül senaryonun yeniden çevrildiğinin kanıtı sanki.

Küresel Finansal Kapitalizm dönemi 2008 Krizi ile birlikte çeper değiştiriyor.Savaşların ülkeleri -özellikle ABD ve İngiltere- mali açıdan zora sokması borca meftun ekonomik altyapının çıkmaz sokak levhası. Dünya çapında ikinci dip dalganın yaşanıp yaşanmayacağı tartışılırken 2011 ve 2012 yılları bizim açımızdan önemli sorunları beraberinde getirecek oysa.Bu topraklarda çoğumuz yukarıda adı geçen senelerde Tayyip Erdoğan’ın Başkan veya Cumhurbaşkanı seçilip seçilmeyeceğini tartışıp dururken Bilgi Çağı’nı tıpkı Sanayi Devrimi dönemini ıskaladığımız gibi ıskalayacağız.Halkın cahil bırakılmasından medet umanların kimlerin hesabına çalıştığını bilemem ama insan kaynaklarımızın umarsızca heba edilmesi din görünümlü şirk toplumunun temellerini atıyor sağlamından .

Karmakarışık gündem maddelerini alt alta yazıp sonra bir kenara fırlatıp attığımızda halkın yoksullukla yaşadığı savaşı Altınşehir’in, Esenyurt’un, Bağcılar’ın polisin bile gündüz gözüyle giremediği arka sokakları açıkça anlatıyor.Sokakların söylediklerini dikkatlice dinlediğimizde fitili ateşlenmiş bombanın üzerinde oturuyorsunuz dediklerini duyar gibi oluyorum.

Evet’in Anlamı…

Pazar günü yapılan referandumla halka sunulan Anayasa değişiklikleri %58 civarında bir oy oranıyla kabul edildi.Vatana millete hayırlı uğurlu olsun. Ben hayır oylarını biraz daha fazla bekliyordum,2007 seçimlerinde olduğu gibi gene yanıldım.

Geçen yazımda yaz sıcağında halkı sandığa götüren anayasa değişikliklerine evet ya da hayır çıkmasının sosyo-ekonomik hayatta pek bir şeyi değiştirmeyeceğini dillendirmiştim.Bu durumu ise gelir dağılımında yaşanan bozulmayla birlikte orta sınıfın giderek fakirleşmesine bağlamıştım.Günümüz Türkiyesi’nde cemaatlere katılıp muhafazakarlaşarak pastadan pay almaya çalışanlarla iktidara yakın yeni zenginleşmiş burjuvazi sınıflararasında yaşanan derin farklılaşmayı gözler önüne seriyor.

Hayır diyenlerin -benim gibi konulara ideolojik bakanların dışında- ret tercihlerinin gerçek sebebiyse gelirlerinin gitgide azalmakta oluşudur. Statükoyu korumak isteyenler artık savunulamayacak hale gelmiş Türk işi ekonomik siyasetin peşinden gitmektedirler.Ranta dayanan ekonomik altyapının adil olmayan üretim-dağıtım-paylaşım politikalarını savunmak değişimden yana olması gereken bizlerin tercihlerini statükoya gönül verenlerin saflarında kullanmasına yol açmıştır.Küreselleşmenin nimetlerinden faydalananların borsayı coşturacak değişiklikleri istemesi gayet doğal bana kalırsa.Döviz kurunun sabitlenmesi,faizlerin yapay biçimde yerlerde gezinmesi, enflasyonun halen düşük düzeylerde seyretmesi iktidarı destekleyen zengin kesimlerin ekmeğine yağ sürmekte.

Soğuk Savaş’ın ardından yaşanan Küreselleşme Çağı ile birlikte -ve buna ek olarak ülkemiz özelinde- 12 Eylül Darbesi’nin etkisiyle sosyal demokrasiye ait fikir ve inisiyatiflerin erozyona uğraması bu kesime seslenen liderlerin sağ siyasetçilerin peşine takılması sonucunu yaratarak geçmişte halkımıza umut vaat eden solun kitlesel tabanını kaybetmesine neden oldu.Çağdaş sol siyasetin ortalıkta bulunmaması gerçeği Türk halkına sağ-muhafazakar politikalara mecbur bıraktı.

Ülkemizde problem iktidarda değil muhalefette maalesef.Daha parti liderlerine oy kullandırtamayan CHP örgütünün AKP dinamizmi ile baş etmesi mümkün değil.Keza milliyetçiliğin dozunu şaşırarak BDP’den bir farkı kalmayan MHP’nin hükümete alternatif oluşturması zayıf ihtimal. Dünya hızla değişirken muhalefet partilerinin oturdukları yerden değişimin hızına ayak uydurmaları eşyanın tabiatına aykırı.

CHP açısından konuşursak Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçmenlerin aslı varken suretine oy vermeyeceklerini bile bile Türban ve Genel Af konularında akamet uğrayacak söylemlerde bulunması sol siyasetin derinlemesine düşünen dünya görüşüne aykırı.Mevcut düzene alternatif olmaya aday bir siyasi partinin her konuyu kapsamak amacıyla çözemeyeceği sorunlara bulaşması gerçekçilikten uzak bir referandum stratejisinin kanıtını teşkil ediyor.Oy avcılığına çıkmak için ellerinde iktidara ait silahların bulunmadığını hesaba katmadan bilinmeyen sularda gezinmek riskli bir iş.

Türkiye’de örgütlü sol düşünce ve tabanın zayıf kalması yukarıda andığım taktik hataları beraberinde getirdi.Stratejinin temelindeki eksiklik ise sol ideolojinin kendisini yenileyememesinde yatıyor.Hala Soğuk Savaş yıllarının kavramlarıyla siyasete bakarak yeni yeni şehirleşen kırsal kökenli Türk halkını anlayamayız.Toplum genelinde dini değerlere duyulan saygıya karşılık atılan her adımda “Laiklik elden gidiyor!” feryadında bulunmakla kaybeden taraf bizler oluyoruz.

Yoksul kesimlerde sol siyasetin yerine din argümanlı muhafazakar kitle partilerinin ya da etnik milliyetçi partilerin kök salması CHP ve ardıllarının attığı yanlış adımların ürünü.Devlet partisi olma sıfatından millet partisi olma sıfatını kazanmak amacıyla atılacak adımlar AKP veya BDP’yi taklit etmek değildir.Seçmenlerine bir umut yaratmak amacıyla dünyaya açık bir ekonomik siyasetin varlığını mecbur kılar.Kavram ve ilkelerini yeniden değerlendirerek özeleştiride bulunma cesaretini tüm sorumlulardan ister. Herşeyden önce bilinçli bir tabanın varlığını elzem tutar.Bizler sırf Atatürk’ün partisi diyerek CHP’ye oy verip sağ siyasete yol açmakla kendi hatalarımızı halkımıza yüklüyoruz bana kalırsa.

Türkiye’nin en büyük problemi son referandumla iyiden iyiye açığa çıktı: Bu sorun beşeri sermayemizin yaşamak için asgari düzeyde gerekli düşünsel donanımdan yoksun olmasıdır.İnsan kaynaklarının eğitimsizlik yüzünden heba olup gitmesi ülkede yarı okumuş -benim gibi- aydınların sürekli yaşadığı kavram karmaşıklığını halk düzeyine indirmiştir.Burada bile kitabi bilgi açısından kendimizi yüksek yere koymak cüreti insanlara uzak fikri çoraklığımızın birer ürünü.

Küreselleşme çağında finansal kapitalizm -Mahfi Eğilmez’den mülhem- sermaye ve emtiayı serbest dolaşıma çıkardı.Liberal fikirlerin gürbüzleştiği aynı 20 yılda ise şehirlere göç ettirilip düşük ücretle çalışmak zorunda kalan emek kesimi haksız rekabete maruz bırakıldı.İşte savaş yorgunu ekonomiler 2008 Kredi Krizi’ne böyle adım attılar.Tüketenlerin borç alarak yaşama devam ettikleri Küresel Finansal Kapitalizm Çağı üretimin yerine borçlanarak tüketmeyi salık verdi.Bilinçaltımıza gizlice işlenen harcadıkça değerli olduğumuz fikri varlıklarından fazlasını tüketenlerin -borçları ödenmediğinden dolayı hala bankaların elinde bulunan- bir ev ve bir araba hayalleri ile yanıp tutuşmasına neden oldu.Sol düşünceye en çok ihtiyaç duyduğumuz zamanda sosyalizmin Soğuk Savaş’tan yenik çıkması gerçeği kapitalizmin Küresel Paylaşım Kavgası’nda en büyük rakip olarak İslam Dünyası’nı görmesine yol açtı.

Adil gelir dağıtım kanalları ile vergi politikalarına sahip olmayan verimsiz soygun ekonomisinin toplumu getirip koyacağı son nokta yumuşak yüzlü faşizmdir.O sebeple referandumla hayat bulan son değişiklikler yozlaşmış muhafazakarlığın kitleleri ele geçirdiği “Cemaat Cumhuriyeti”nin ilk adımlarını teşkil etmektedir.İslami-Kürdi faşizm yeni yüzüyle etnik Türk milliyetçiliğini kışkırtarak varlık-yokluk kavgasını sosyal bünyeye yaymıştır.

İşte Başbakan tarafından okyanus ötesi teşekkürlere yol açan Anayasa Değişiklikleri aslında Fethullah Gülen Cemaati’ne değil ABD destekli zengini merkez tutan politikalara duyulan şükranın ifadesidir.Bu referandumdan çıkan “evet” sonucu yarınlarımıza duyulan güvenden ziyade şüphenin oy sandığına taşınmasıdır.Daha zengin olmadıkça daha özgür olamayacağımız gerçeği gün gibi ortada dururken siyaset teknesi tehlikeli sulara doğru dümen kırmaya devam ediyor.Allah sonumuzu hayır etsin.

Referandum’dan Ne Çıkarsa…

“Evetli-Hayırlı”,referandum heyecanlı bir bayrama denk geldik bu sene.Öncelikle herkese iyi bayramlar dilerim. Gönülden arzum o ki Türkiye için yapılan her tercih en güzel biçimde sonuçlanır.

Bayram ertesi Ramazan ayının nispi sakinliğinin aksine tartışma ve gerginliklerin had safhaya ulaşacağı toplumsal gündemle başbaşa kalacağız.20 Eylül tarihine kadar terör örgütünün ateşkes ilan etmesiyle kansız bir referandum sürecine tanıklık ettik.Geçici ateşkes döneminin benim açımdan oldukça kuşkulu yönler taşımasını bir kenara bıraksak bile sınırlarımız içerisinde olanca hızıyla siyasi ivme kazanan Kürt Sorunu ile yan yana yaşadığımız gerçeği değişmeyecek.Sorunun sınıraşan boyutunu da hesaba katarsak sandıkların açılmasıyla birlikte terör gene ilk konuşulacak konu olmaya devam edecek.

Terör belasının can acıtıcı olması,uzun vadede çözüm bulunabilmesi,birbirleriyle bağlantılı politikalarla yok edilebilmesi… gibi özelliklere sahip olmasının yanı sıra gelecek sene ABD güçlerinin Irak’ı terk etmesiyle bölgede başlayacak iç savaşın PKK’yı iyice güçlendirmesi ihtimali konunun özelinde yukarıda saydığımız maddelere eklenmelidir.I. Körfez Savaşı’nın Kuzey Irak’tan Türkiye’ye göçe sebebiyet vermesinin yanı sıra hali hazırdaki Kürt Devletçiği’nin temelini atması,II. Körfez Savaşı’nın bizim açımızdan nasıl sonuçlanabileceğinin göstergesi sayılamaz mı? Bekle-gör politikası referandum uyuşukluğunun yaşandığı ülkemizde öncelikli tercihler açısından bakılırsa lüks kalıyor.

TOPLUMSAL AYRIŞMANIN TEMEL NEDENİ…

Orta sınıfın zayıflayıp işsizliğin artmasıyla yükselen milliyetçilik dalgası Batı kentlerini teröre daha duyarlı hale getiriyor.Cemaatleşmeye yol açan kurumların büyük şehirlere göç olgusu sayesinde bireyi hem toplumsal hem de kişisel açıdan kuşatıp daha muhafazakar kılması;cemaat mensuplarının etnik bilincin yerine dini kimliklerini kullanarak zenginleşme arzularının işareti değil mi?G.Doğu,Akdeniz ve Karadeniz kıyıları ile Orta Anadolu’da etnik milliyetçiliğin gitgide hız kazanmasını orta sınıfını sermayedar sınıf ve dış pazarlara karşı yeterince korumayan ekonomi politikalarına bağlayabiliriz.Muhafazakar kitlelerin küçük esnaf, sanatkar, köylü ya da işçi kesiminden mürekkep olduğu klişesini bir kenara bırakırsak toplum zenginleşmek adına giderek muhafazakarlaşan;bu sebeple yaşam tercihlerini yozlaştıran;dış dünyadan alabildiğine uzak bir kimliğe bürünüyor.Kimliksiz kalmanın ifadesi ise kimi yerlerde ırkçılığa yakın faşizm oluyor.Gelir dağılımının bu denli bozulması karşısında şartlı reflekslerini milliyetçi-muhafazakar yönde gösterenler dini ya da laik otoriter yönetimlere rahatlıkla meyledebilirler.Aralarında esasa dair herhangi bir farklılık aramamak gerekir.Yüzyıllık alışkanlıklar kolay kolay değiştirilemez bu topraklarda.

Darbe anayasasını değiştireceğim deyip sivil darbe peşinde koşanların kurduğu hukuk tuzaklarına düşmemek bizim elimizde.Yarınımızın bugünümüzden daha yoksul ve özgürlükten yoksun durumda olmaması için eğri oturup doğru karar vermemiz gerekir.”Yetmez ama Evet” taraftarları peşinden gittikleri tercihin içerdiği sakıncaların farkında değiller sanırım.”Yeni Dünya Düzeni” veya “Medeniyetler İttifakı” yalanında katalizör işlevi gören bir siyasi partiyi sandıkta yeniden diriltmek “Büyük Ortadoğu Projesi” ne destek vermekle eş değer.

Ekonomik terör diyebileceğimiz gelir adaletsizliği sorunu varlıklı sınıfların küreselleşmenin imkanlarından azami derecede faydalandığı halde çalışan geniş kesimlerin reel ücretlerinde gerileme yaşandığı son 20 senede hızlandı. Ergenekon ekonomisinde insanların ihtiyacından fazla tüketmeye teşvik edilip kredi kartlarına,tüketici kredisi borçlarına,ev kirasına,gıdaya yeterince para ayıramayıp üstüne üstlük işsiz kalmaları ilk tercih olarak bir süredir sandığa kaldırdıkları etnik kimliklerini ortaya çıkarmalarına neden teşkil etti.

Diğer yandan bakarsak yolsuzluğa dayalı ekonomide Cumhuriyetin ilk 40 yılında yaratılan devlet merkezli şehirli burjuva sınıfı mevcut rantı başkalarıyla paylaşmaktan istemediğinden son 30 senede Anadolu’da ticari hayata katılıp zenginleşen kırsal kesim kökenli yeni zenginleri dışlıyorlar.Tasarruf düşüklüğünden dolayı ihtiyaç duyulan paranın dış dünyadan yüksek faizle edinilmesi borçla yürüyen altyapıyı iki tarafı keskin bıçak haline getiriyor. Tablonun bir yanında yaratılan rantı birbirleriyle paylaşmak istemeyen burjuva kesimi bulunurken diğer yanında işsizlik sebebiyle göç ettikleri büyük şehirlerde rant kavgasından pay almak için muhafazakarlaşmak zorunda kalan kitlelerle aç kaldığını unutmak adına etnik kimliklerine sarılanlar mevcut.Adil paylaşım politikaları uygulanmadığı sürece toplumun çürümeye meyyal hali gittikçe güçlenecek.Çağdaş sol siyasetin meydanda bulunmayıp onun yerine sahtesinin gezdirilmesi sosyo-ekonomik çözümsüzlüğün ana damarını teşkil ediyor.

İşte bu sebeple referandumda evet ya da hayır çıkması hiçbir şeyi değiştirmeyecek.2001 Finans Krizi’nde işsiz kalan sınıflar AKP’yi iktidara taşırlarken 2008 Krizi ile birlikte değişimi talep ediyorlar.Referandum sosuyla gizlenmek istenen en nihayetinde adil paylaşım kavgasıdır.Paraya sahip olanın gücü elinde tuttuğu günümüz dünyasından bilgiye sahip olanın ekonomiyi yeniden var edeceği geleceğin dünyasına orta sınıfı çökmüş toplum enkazıyla adım atamayız.Konunun özünü teşkil eden orta sınıfın belinin kırılması hali tüm şiddetiyle hüküm sürüyor.Mevcut iktidarın baskıyla kotardığı cemaat içi rant dağıtım işinin kendi istedikleri biçimde devam ettirilmeye çalışılması Küresel Ekonomik Kriz’le birlikte çözümsüzlüğe mahkum kalmaktadır.

Buradan konuya devam edersek Adalet ve Kalkınma Partisi ile yandaşlarının Referandum süreci boyunca “evet” çıkması için tüm muhalefetten fazla para harcamaları rant paylaşım işine verdikleri önemin işareti.Varlıklarını borçlu oldukları cemaatler kaynaklarını yitirmeye başlayınca yukarıdakileri sıkıştırırken hesapsızca yapılan harcamalar hepimizin başına dert açacak.2011 yılına dikkat etmek gerekir.Kaosun matematiği gelecek senenin seçim yılından öte geçim yılı adıyla nitelenebileceğini gösteriyor.Stagflasyon tehlikesini ciddiye almamız lazım. Toplum çapında büyüyen gerginlik halen zayıf durumda bulunan güven ortamını daha da zedeleyerek toplam üretim miktarını geriletecek işaretleri bünyesinde taşıyor.Borçların geri çağrılması bankaları sıkıştırırken reel sektörün bu durumdan bigane kalacağını düşünmek akıl karı değil.

12 Eylül Referandumu…

Anayasa Mahkemesi,şekil yönünden incelediği anayasa değişikliklerini ufak düzeltmeler yaparak referanduma taşıdı.12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak halkoylamasında “Evet” oyları “Hayır” oylarının üzerinde çıkarsa 1982 Anayasası hakkında söylenen yamalı bohça tabiri güçlenerek devam edecek.Yüksek mahkeme düzenlemelerle,sadece bazı cümleleri iptal ederek,erken bir genel seçim ihtimalini de engellemiş oldu.Böylelikle ak koyun kara koyun referandum günü akşamında belli olacak.Yönetemeyen demokrasinin yüksek yargısı ne şiş yansın ne kebap hesabıyla hareket ederken çözümsüzlük yumağı anayasal güçler arasında dolanmaya devam ediyor.

Bugüne kadar Türkiye’deki siyasi partilerin kuruluş amaçları içinde öncelikli konu devlet tarafından üretilen rantı yakınlar arasında paylaştırmaktı.Siyaset kurumu kredi kanallarını,ihaleleri,kamu kadrolarını kullanarak devlete özgü rant dağıtım mekanizmalarını oluşturup üretimden kaynaklanmayan bir artı değeri halka dağıtmakla maruf idi.Ürettiğinden fazlasını tüketme yanlısı ekonomik politika bizleri mevcut durumun ötesinde zengin gibi yaşattı.Halkın popülizme düşkünlüğü yüzünden ülkemiz kısa aralıklarla sürekli ekonomik krizlere ram oldu.Askeri darbelerin hemen öncesinde toplumun döviz krizleriyle sarsılması ile kışla siyasetin merkezine oturdu bana kalırsa.Darbe anayasası bahsettiğim dönemin doğal bir sonucudur.

Mevcut iktidarın geçmiş yıllardaki partilerden en büyük farkı ise şöyle açıklanabilir:AKP,rant dağıtım mekanizmalarını kullanarak hakimiyeti altına aldığı devlet kurumlarını konsolide etmeye çalışmaktadır.Hükümet özel kesimde sermayeye hakim yeni bir seçkinler sınıfını yaratmaktadır.Geniş kesimlere yapılan gösteriş yardımlarının yanında Çalık,Albayrak… gibi kendine yakın gruplara mali desteklerde bulunmaya devam etmektedir. Yaratılan yeni burjuva sınıfı ile eskisi bu paylaşım kavgasının odak noktasındaki aktörleridir.Devletin rant dağıtım olanakları özelleştirmelerle gitgide azaldıkça ekonomik iktidarı derdest etme savaşı başka düzlemlere kaymaktadır.

İdeolojilerin,inançların,bağlılıkların parayla tahvil edildiği mevcut düzen dönemsel çalkantılardan öte savaş ekonomisinin yarattığı borçlanmayı karşılayamadı.2008 Kredi Krizi bu yapının çatlamasıyla ortaya çıktı. Olmayan varlıkları yatırımcılara satarak göründüğünden daha riskli hale gelen şirketler vadesi gelen borçlarını ödeme sıkıntısına girince ülkelerini ciddi bunalıma düşürdüler.Bizde ise devletin rant dağıtım mekanizmalarıyla piyasaya müdahale etmesi kendine özgü kuralsız bir kapitalizmi yaratırken yoksullaşmayı da beraberinde getirdi.

Yozlaşmanın toplum üzerindeki etkisini geçim imkanlarının giderek azalmasıyla daha belirgin biçimde görüyoruz.Devlete sahip olmanın ranta sahip olmakla eşanlama gelme gerçeği güçlünün hukukunu yaratan siyaset kurumu tarafından tüm gücüyle korunup kollanmaktadır.Siz siz olun önemli adamların kavga eder gibi göründüklerine aldanmayın. Dostluklara ya da düşmanlıklara güvenemeyeceğiniz bir paylaşım savaşı yaşanıyor aslında.Yarın referandum kampanyasında birbirlerini suçlayanlar iş maaş veya özlük haklarına gelince yelkenleri suya indirmezler mi?Rant paylaşımı işinin kaymağını iktidar-muhalefet birlikte yerlerken kavgasını halka yaptırmazlar mı?

Gelecek günlerimiz bugünümüzden daha zorlu gelişmelere gebe…

CHP,Sol,Erdoğan ve Gelecek Günler…

Yakın zamanların taze pişirilmiş kaosu son gelişmelerin yanında meze sayılabilir.Gelecek günlerin hazır mutfağında herkesin yiyemeyeceği kadar zor bir aş kotarılırken insan bu gelişmeleri tam anlamıyla yorumlayamıyor.İnternet üzerinde CHP Ankara milletvekili Nesrin Baytok ile uygunsuz görüntüleri yayınlanan Deniz Baykal en sonunda siyasetten uzaklaştırıldı.Başka türlü hiçbir demokratik yoldan CHP’nin başından gitmeyecek olan ve ebediyet arzeden genel başkan koltuktan elini eteğini bu şekilde çekmek zorunda bırakıldı.Yazık… Zamanında yerine uygun bir isim seçilmesine karşı çıkan Baykal şimdi dut yemiş bülbül gibi.Özel hayatı kendisini ilgilendirmekle birlikte bunca seçim kaybeden herhangi bir liderin partisinin başında kalmasında biz seçmenlerin değişime karşı amansız direnişimiz ve boş vermişliğimizin etkisi sanıldığından daha fazla bana kalırsa.Neyse, Deniz Baykal hafızalarımızda dürüst ama başarısız bir siyasetçi olarak kalacak.Hatta ve hatta bu döneme ilişkin sırlar etrafa saçıldığında ana muhalefet partisi liderinin iktidarın başındaki Recep Tayyip Erdoğan ile ne kadar içli dışlı olduğu ortaya çıkacak.Siz bakmayın siyasetçilerin kanlı bıçaklı göründüklerine,o anlı şanlı isimler Meclis’te kavga ederlerken bile arka bahçelerinde yaptıkları tavla müsabakalarını hesap ederler.Üstelik bunda şaşılacak bir şey yok.Politikanın çok yüzlü değirmeninde kendi tarlasına su taşımak için yapılan ayak oyunları şeytanla ittifak yapmayı hep akla yakın tutar.1980 öncesindeki terör ortamında liderlerin tartışmalarının sağ-sol çatışmasını ne kadar körüklemiş olduğunu hepimiz biliyoruz.Bu hesaba bakılırsa cadı kazanında kim bilir daha ne akıl almazlıklar kaynatılacak.

Ekonomik hareketlenmenin başladığı yılın ilk üç ayının ardından gelecek altı aylık dönem boyunca sakinlik kelimesini unutacağımızı nacizane söyleyebilirim.Yeni çalışmaya başlayan organların atık ifraz etmesi gibi hem ülke ekonomisi hem de CHP tıkanıkları aşarken yarattıkları basınç ile bünyelerindeki paslı çivileri söküp atarlarken sosyal değişimi hızlandıracaklar.Bu gelişmelere Kürt Açılımı’nın söndüremediği terör yangınını veya dış politikadaki mehter havalarını da ekleyebiliriz.

Türk siyasi hayatında dönüm noktası sayılabilecek olaylara şahit olma şansına sahibiz.Seçimlerin ardından sosyal devlet kavramının ve demokratik hakların gelişmesini,halkın alım gücünü yükselten politikaların izleneceğini tahmin edebiliriz.İane usulü gelir dağılımı zihniyetinin sonuna gelinmesi bana bu kadar kesin tahminlerde bulunma ayrıcalığını veriyor,dilerim yanılmam.Sosyal demokrasiye en fazla ihtiyaç duyulduğu bir zamanda CHP’de yaşanan kan değişimi seçimlerde her alternatifi deneyen seçmene yeni bir imkan sunacak.Bu seçeneğin adı:Kemal Kılıçdaroğlu ve yenilenmiş CHP…Artık arkaik hale gelmiş Baykal ile arkadaşlarının yerine seçilecek dinamik,dürüst, sorunlara doğru çözüm önerileri getirecek isimler geniş kesimlerin dertlerine derman olabilirler.

Anayasa Mahkemesi’nin referanduma gidilmesine neden olan anayasa değişikliklerini iptal etme ihtimali erken seçimi gelecek yaz günlerinde sürekli gündemde tutacak gibi.Deniz Baykal’ın siyasetten uzaklaştırılmasının ardından sıra Recep Tayyip Erdoğan’a gelecek bana kalırsa.Tabii bu siyasi falda üç vakte kadar kendisine Yüce Divan yolu gözüküyor.

DİP NOT:Bu arada Fenerbahçem’in başına Deniz Baykal gelebilir.Nasıl olsa Aziz Yıldırım yönetiminde de kulüp hep ikinci oluyor,yok birbirlerinden bir farkı…

Bütçe’nin Dört Aylık Performansı…

Haberlere bakılırsa Nisan ayını kapsayan dönemde bütçe açığı geçen seneye göre %21 azalarak 15.8 milyar TL’de kalmış.Bütçe giderleri %7 artarak 93 milyar 546 milyon liraya ulaşırken,gelirler 2009 yılına göre %15 oranında artarak 77 milyar 750 milyon TL olarak gerçekleşmiş.Faiz giderleri ise sadece %4.4 artarak 22 milyar 52 milyon TL. değerinde çapa atmış durumda.Cari transferler 35 milyar 250 milyon iken,personel giderleri 21 milyar 405 milyon. Bütçe’de esas giderleri yaratan üç kalem toplamı tüm giderlerin %84’nü teşkil ediyor.

Israrla söylemek lazım yerel yönetimlerin belli olmayan açık kalemleri genel bütçeye dahil değil.Emlak Vergisi’ndeki büyük artış, büyükşehir belediyelerince salma misali uygulanan ecrimisiller sırf bu açıkları kapatmaya yönelik girişimler.İller Bankası’ndan yerel idarelere ayrılan pay belediyelerin dişinin kavuğuna yetmeyince emlak değerlerinde muazzam artışlar yaşanıyor.Bu ay içerisinde vergilerinizi öderken karşılaşacağınız fatura yüklü olabilir.Başkanlar içlerinden çıkamadıkları borç batağından yeni vergiler ihdas ederek kendilerini kurtarmak istiyorlar.

İç ve dış açıkların düşmesi ya da artması ekonomik değerleri doğrudan etkileyebiliyor.Bütçe açığının artış yönünde eğilim göstermesi bir yandan kamu dengesini bozarken diğer yandan ithal mala olan talebin fazlalaşması dış açığı büyütüyor.Bana kalırsa en tehlikeli gelişme sayılan iç ve dış açık yükselişleri borçlanma gereksinimini,faiz ve yabancı para değerlerini yukarı çekiyor.Siyasi istikrarsızlığın gelişmeleri olumsuz yönde etkilemesinin neden olduğu borç krizleri iktisadi yapıları vururken halkın geçinme koşulları bu gelişmelerden dolayı çok zorlanmakta.AB ülkelerinin 750 milyar avroluk kurtarma ya da istikrar getirme paketi en hayati alanlarda taviz verme zorunluluğuna neden.Avrupa para biriminin zayıflamasını engellemek amacıyla uygulanan destek paketleri üye ülkelerin milli paralarını kaldırıp yerine avroyu getirme reformunun daha hakkından gelemedikleri bir yapı yaratmasından kaynaklanmakta.Mali birliğe geçmeden parasal birliğe geçmeleri kömür ve çelik ittifakının kanayan yarası olmuştur.

Bizimkiler Yunan siyasilere ders vermek için Atina’ya uçarlarken artlarında bıraktıkları referandum soslu,Baykal tatlandırıcılı gündem halkın geçim kavgasını gölgeleyecek biçimde gündelik hayatta yerini alıyor.Yarın bugünden daha fazla ekonomi konuşuyor olacağız bana kalırsa.Hormonlu büyümenin meşum sonuçlarına Atina sokaklarında şahit olurken acaba politikacılarımız hiç Yunanistan’da veya diğer AB ülkelerinde yaşananlardan ders aldılar mı?

Üretim Rakamları…

Son açıklanan TÜİK verilerine göre Türk ekonomisi 2009 yılı boyunca toplamda %4.7 oranında geriye gitmiş.2008 yılı büyümesi %0.7 olduğu halde dönemsel ivmeye bakıp o seneyi de küçülme olarak hesaba katarsak 2001 yılından bu yana 9 yılda 3 kez daralma yaşadık.Bu rakam 1999 küçülmesiyle birlikte son 11 yılda 4 kez gerilediğimizi gösteriyor.

2009’un son çeyreğinde tüketime bağlı %6’lık gelişme kimilerine göre resesyondan çıktığımızın işareti.Hatta politikacıların demeçlerine bakılırsa 2010’da hızlı bir ilerleme sağlanacağı ümitlerini kendilerinde görüyoruz. Piyasanın kan ağladığını gören yok elbette.Çöpten ekmek toplayarak karnını doyuranları da.Trilyonlara satılan lüks araba veya daireler, milyarlar değerindeki hediyelik eşyalar küreselleşmenin fakirlik eşiğindeki Türk toplumuna düğün takısı.

Ekonomik kriz derinleştikçe emtiaya verilen değer artarken insana verilen değer azalıyor.Derin darbenin toplumdaki etkisi bireyselleşip yaygınlaşan terör ile kaosun günlük hayattaki sürgit iradesi.Para ve gücün doyuramadığı mideleri yetim hakkının doyurması bana kalırsa güç iş.Bu sebeple referandum tartışmaları, koltuğu korumak için yargıya müdahaleler artarak sürüyor.Muhalefet odaklarının öğrenilmiş çaresizlikleri iktidar kanadının parmak hesabına dayanan siyaset kurnazlığı gerçek gündemi değiştirmiyor ki!

Ekonomi büyüyor,Türkiye demokratikleşiyor,enflasyon düşerken dünya devletleri Türkiye’ye hayran.Kendimizi kandırmanın faturası evvel emirde bu işte hiç günahı olmayanlardan çıkıyor.

Ortalık Sütliman!

İktidar partisine bakılırsa üretim ve ihracat rakamları Türk ekonomisinin iyiye gittiğinin işareti.Gazetelerde genel bir iyileşmenin dünya ekonomilerinde yaşandığı izlenimini arttıran haberler ön sütunlarda yer alıyor.Yunanistan, İspanya,Portekiz gibi AB ülkelerinin borç krizleri bir yana bırakılırsa ABD,Çin, Almanya kendi problemleri yanında uluslararası piyasalardaki sorunlara da el atmış durumdalar.Gelişmeler olumlu ivme kazanmasaydı diğer devletlere bu kadar kolayca müdahale etme sevdalısı olmazlardı.Yoksa yanılıyor muyuz?

Kriz havasının henüz geçmediğini en iyi bilenlerse orta ve alt gelir grubundakiler.TÜRK-İŞ araştırmasında bu sene Mart ayında 4 kişilik ailenin açlık sınırı 845 TL, yoksulluk sınırı ise 2.752 TL olmuş.Geçen seneye göre açlık sınırında 100 TL,yoksulluk sınırında 327 TL’lik artış var. Gerçek rakamlarsa açlık sınırındakilerin hızla arttığını söylüyor.Resmi işsiz sayısının 3.5 milyonu geçtiği göz önüne alınırsa aslında nurlu ufuklar çizenlerin gelişen krizden haberleri yok.

AKP iktidarının HSYK ve Anayasa Mahkemesi ile girdiği koltuğu koruma kavgasında yargı bağımsızlığı bahane işlevi görürken tüm üstyapı kurumlarının birbirleriyle ilişkide bulunduğu toplumsal yapıda üretim koşullarında yaşanan kırılma sosyal olayların tesadüfe dayanmadığının birinci elden delili.Derinden işleyip devam eden zengin-yoksul tezatlığı fay hattında devam eden tehlikeli bir oyun sanki.Böylesi kaypak zeminde referandum tartışmalarının kolaylıkla meşruiyet tartışmalarına dönüşebileceği gözardı edilemeyeceği de ortada.Hükümet hesapsızca girdiği bu rus ruletinde mermiyi birinci sıraya koydu bana kalırsa.

Demokratik Açılım, Ermeni Açılımı,IMF Anlaşması… yarım bırakılan her ne kadar girişim varsa altına imza atanlar son çare diye referanduma sarıldılar.Yaklaşan bir erken seçimi engellemenin ötesinde hapiste sona erecek bir mukadderatı erteleme kaygısı alınan kararda hakim öğe.Bu hikayede 330-367 arasında oy alan her madde referandum safhasında hükümetin güven oylamasına dönüşecek gibi duruyor.2012 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Abdullah Gül’ün yerine oynayacak olan Başbakan bırakın dokunulmazlıkları kaldırmayı zaten yargının büyük ölçüde hadım edilmiş özgür karar verme yeteneğini Anayasa değişiklikleri ile iyice azaltma hesabında.

Gene döndük dolaştık halkımızın sağduyusuna muhtaç kaldık.Onların doğru tercihte bulunmaları önemli.Hayatta hiçbir şey son değil başlangıç ancak 2010 Anayasa Değişiklikleri AKP’nin tabutuna son çiviyi çakacak gibi.Bu bile hayırlı bir başlangıç bana kalırsa…

Anayasa Paketi…

AKP,1982 Anayasası’nda bazı değişiklikleri içeren paketi basına henüz açıkladı.23 maddelik teklif muhalefet partilerine elden teslim edilirken bugün CHP,MHP ve BDP hükümet tarafından ziyaret edilip görüşleri alınacak.Anayasa taslağı içerisinde en önemli maddeler HSYK ve Anayasa Mahkemesi hakkındaki olanlar.Geçici 15. madde ile Ombdusman,memurlara toplu sözleşme ve sendika hakkı tanınması,siyasi partilerin kapatılmasının zorlaştırılması, askere sivil yargı yolunun açılması,YAŞ kararları gibi öneriler olumlu. Hükümet,artık yamalı bohça haline gelmiş bulunan darbe dönemi temel kanununun reforme edilmesi ve Türkiye’nin daha demokratikleşmesi söylemine sahip.

Herşey iktidar partisinin hikaye ettiği gibi samimi niyetlere dayanmıyor. Siyasi muhalefetin çapsızlığı AKP yönetimine avantaj sağlarken TSK’nın pasif hale getirilmesiyle kala kala tek direniş noktası Yargı erki oldu.HSYK ve Anayasa Mahkemesi yapısında planlanan değişiklikler hükümetin devlette çapında kadrolaşması ile mahkemelere rahatlıkla sirayet edebilmesinin yolunu açıyor.Özellikle Ergenekon Davası bu konuda kaldıraç işlevine sahip.Referandumun kabul edilmesinin ardından Özel Yetkili Savcıların yerine AKP yanlısı hakimler iş başına geçecek.Bu yöndeki gelişmeleri güçlendiren emareler Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi hakimi Osman Kaçmaz,YAR-SAV Eski Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu ile halen gözaltında tutulan Erzincan Cumhuriyet Eski Başsavcısı İlhan Cihaner’e yapılan hukuksuz muamelelerden belli olmuştu.

Tek adam siyasetinin batak noktaya gelmesinin en güzel işareti sözde anayasa değişiklikleri değil mi?Demokratikleşmenin yasalarda yazılı bırakılması günlük hayatta ne gibi kolaylıkları bizlere sağlayacak?Üstüne üstlük ekonomik demokrasinin çorak kaldığı siyasal iklimlerde göz boyama amaçlı girişimler zengin-yoksul kavgasının hukuk düzeyinde yap-boz tahtası gibi duruyor.Tek parti iktidarını eleştire eleştire tek adam olma yönünde adımlar atanların adil bir gelir dağılımı sağlamadaki hevesli yetersizlikleri iane usulü bir toplum yaratmalarından kaynaklanmış olmasın?

2010 yılı Erken Seçim yılı olabilir.Referandum+erken seçim ekonomik temelleri daha da bozarken yeni bir IMF anlaşmasının imzalanma ihtimali güncelliğini koruyacak gibi gözüküyor.Kaosun matematiğini yapmak bizlerin boynunun borcu artık.Üstelik 2012 Cumhurbaşkanlığı seçimleri mevcut istikrarsızlığı da arttıracak.Bu istikrarsızlık dalgası nelere gebe bir düşünen var mı?

Erken Seçim 8 Ağustos 2010 Tarihinde Yapılabilir…

Kulağıma gelen bir istihbaratı sizlerle paylaşayım,haksız çıkarsam sizlerden şimdiden özür dilerim.Söylentilere göre baskın bir Erken Genel Seçim 8 Ağustos 2010 tarihinde yapılması planlanıyor.Halen, IMF ile Mayıs ayında yeniden anlaşma ihtimali bulunan iktidar partisi elde edeceği döviz varlığını Hazine’nin seçim harcamalarını karşılamak üzere kullanacak.Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,Anayasa değişiklikleri sürecinde ihtiyaç duyduğu desteği bulamazsa yoksullukla boğuşan geniş toplumsal kesimlerin ağzına bir parmak çalarak seçim rüşvetleriyle 2012 Cumhurbaşkanlığı seçimini garanti almaya çalışacak.Siyasi açıdan ömrünü dolduran AKP lideri olası seçim yenilgisinin sigortası olarak Cumhurbaşkanlığı makamını görüyor.İhtimaller hesabının çoklu bilinmezliği gözönüne alındığında Cumhurbaşkanı koltuğunda Abdullah Gül’ün yerine Recep Tayyip Erdoğan’ı görebiliriz.

Ergenekon Davası’nın yöneticilerimiz için neden hayati önem arz ettiği kaos dolu günlerimizin tozu dumanı arasında daha iyi günışığına çıktı.Siyasi partilere kapatma davası açılmasını zorlaştıran Anayasa değişiklikleri gerçekte reform tadında değişiklikleri değil siyasilerin kendilerini koruma saikiyle yapılmış eğretilikler gibi duruyor. Siyasi arenada koltuğu koruma davasından varlığı koruma savaşına dönüşen çaresiz çırpınmalar sosyal kesimler düzeyinde zengin-yoksul kavgasının birebir izdüşümü sanki.Her akşam çocuklarına bir lokma ekmek götürme derdine düşen insanların geleceğinden çalmak iktidar tarafından atılan her adımda sefillik düzeyindeki pazarlıkları içinde barındırıyor.

Bu diyarlarda erken öten horozu kesip,doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış.Ne diyelim,dürüst adamlardan eğri iş beklemek yakışık almaz, tıpkı yanlış adamlardan doğru iş çıkmayacağı gibi.Bekleyelim görelim… Mevlam ne eylerse güzel eyler…