Modernizmle Ne Değişti?

Değişim kavramı insan soyunun doğaya uyum sağlama yeteneğinden doğdu.İhtiyaçların motive ettiği atalarımız bugünkünden çok daha zorlu yaşam koşullarında mücadelelerini sürdürme başarısını düşüncelerini eyleme kavuşturmalarına borçlular.Bazen tesadüflerle bazen de büyük emekler verilerek yapılan icatlar üretim süreçlerini yaratarak zaman içerisinde bizleri modern hayatın nimetlerine sahip kıldı.Bu hareketin ilk adımı ise uygarlık maceramızın yerleşik hayata geçilmesinden çok daha önce soyumuzun evrimi ile başlayan biyolojik değişim aşamasının yavaş yavaş yol almasıydı.Maymundan gelip gelmediğimize değil de bugün ulaştığımız noktaya odaklanırsak halen devam eden sosyal evrimi iliklerimize kadar yaşamıyor muyuz?Öyleyse biyolojik açıdan evrim kavramına neden bu kadar karşıyız?Yaradanın büyüklüğü karşısında evrim fikri daha mı az mucizeler içeriyor?

Sabah sabah aklımın kurcaladığı soruları okuyanlarımla paylaşmak isterim.Düşünen ve araştıran aklın hayatımıza kazandırdığı aygıtlar sayesinde yazılarımı kişisel web sayfama ekliyorum.Elektronların hareket kaabiliyetlerinden faydalanarak bildiklerimizi ya da bilmediklerimizi başka insanların bilgisine sunuyoruz.Bu tür bir değişim sürecini insan ırkından başka hangi tür gerçekleştirebildi?Bilimin elinden tuttuğu eleştirel düşünce ile merak duygusunun kamçıladığı bilgi edinme arzusu işbirliği yaparak yaşam maceramız daha gelişmiş imkanlara kavuştu.Bundan 30 sene öncesinde kullandığımız aletlere bakarak şimdiki zamanla kıyaslama bile yapamaz durumdayız.Peki bundan 30 sene sonra nelere sahip olacağız?

Irkımızın bu denli değişime açık olması sahip olduğu sorunların büyüklüğünü azaltmıyor elbette.Bana kalırsa modernizm karşısında benliğimizi yitirmemiz bu kayıpların en yakıcısı.Doğadan uzaklaştıkça özüne yabancılaşan insanlığımız modern hayatın kurumları karşısında çaresiz kalarak tehlikeli bir tür mutasyon geçiriyor.Çölleşen doğa,kitlesel kıyımlara yol açan savaşlar,adını ancak heceleyebildiğimiz ölümcül hastalıklar,kendinden korkan bir faşizm… bu başkalaşım sürecinin giderek yaygınlaşan meşum işaretleri bana kalırsa.

18. YY.da hızlanan Sanayi Devrimiyle birlikte milliyetçilik hareketlerinin at başı gitmesi tesadüf olmasa gerek. Aynı damardan beslenen teknolojik evrim ve savaşlar birbirlerimize olan düşmanlıkları körükleyerek yaşam maceramızı kana buluyorlar.Sanırım geçen iki yüzyıldan bu yana yaşanan toplumsal değişimin en büyük tetikleyicisi bilimin öncülük ettiği teknolojik gelişmeyle birlikte kitlesel üretimin hız kazanmasıdır.Tüketen pazarlara duyulan ihtiyaç kapitalist ekonominin insan doğasına aykırı saydığımız üretim süreçlerini güçlendirmekten başka bir işe yaramadı.Emeğine yabancı kalan insanlık sürgün halinde geldiği şehirlerde isteyip bir türlü ulaşamadığı hayatı örün ağlarında sanrı biçimde yaşıyor ne yazık ki.

Değişimin ,ben dahil, insanlık lehine olduğunun tartışmasız kabul edildiği bilimsel gelişmeye aşık modernizm döneminden post-modernist döneme geçiş yaptığımızdan bu yana tek kutuplu dünyanın yarattığı baskıcı kültürle iç içeyiz.Sürekli tüketen insanların varlığına ihtiyaç duyan kapitalizm Yeni Dünya Düzeni’ni dev şirketlerin dünyamızı tamamen ele geçirdiği küreselleşme kavramı ile açıklıyor.Kriz ve savaşlarla birlikte değişmeye duyduğu ihtiyaç gün gibi ortaya çıkan kapitalist üretim biçimi pazar kavramına insanı sürece ait olan nesne haline getirerek boyut katmaya ısrarla devam ediyor.

Uyanıkken gördüğümüz kabus haline gelen modern şehir hayatı tek tip insanlık malzemesi yaratma hevesinde.Bu amaçla tüm toplumsal kurumları hiç düşünmeden kullanıyor.Şeyleştirilen insan -Ünsal Hoca’ya Allah rahmet eylesin- doğasını yaşayamadığı için mevcut düzenin çıkarına uygun olduğu fikri bilinç endüstrisi ile benimsetilerek kendi kendinin kurdu haline getiriliyor.

Herkesin kardeş kabul edildiği yeryüzündeki sahte cennetlerden keyifle bekçilik ettiğimiz gerçek cehennemlere adım attığımız günümüz dünyasında ruhumuzu satarak ancak bir ev bir araba sahibi oluyoruz.Uygarlığın insan aklıyla geliştiği düşüncesi insan eliyle yaratılan kurumlarla yerle bir ediliyor yine.Değişime olan inanç yıkılarak kötünün iyisi en iyi seçenek gibi kabul ediliyor.Bilinç endüstrisi sayesinde bilinçaltımıza gömülen zihinsel çapalarla vardığımız sonuç gelişmeye duyulan kör inancı sarsar nitelikte.Değişimin dinamiğini oluşturan insan ihtiyaçlarının karşılanmasının yerini kitlesel üretimin almasıyla yaşam bulan milliyetçilik fikri kapitalizmin son aşaması hali sayılan küreselleşmeyle birlikte nesneye çevrilen insanın yeniden sarıldığı anakronizmdir.

Ülkemizde de olanca hızıyla geliştirilmeye çalışılan ve aynı zamanda Kürt-Türk gerginliğine ya da ilerici-gerici çatışmasına neden olan bu çeşit insan doğasına aykırı üretim biçiminin yarınlar için yeni tehlikelere yol açacağını görmezden gelemeyiz.İnsan aklının evrimiyle alet kullanarak ulaştığımız modern hayat biçimi kendi kurduğumuz kurumlar yüzünden ırkımızın sonunu getirebilir.Yüzüm gülmedikten sonra Iphone benim neyime!

Bu İşlerin Devamı…

Dikkat edilmesi gereken derecede gerginlik siyaseti izleniyor son zamanlarda.Tırmandırılan çatışma ortamının kimlere yarayacağı ise hemen hemen ortada.Bugüne kadar bencilce yapılan yanlış hesapların getirdiği daha fazla yoksulluk,yabancılaşma ve adaletsizlik sayesinde gelecek günler gitgide içinden çıkılması zor bir kördüğüme dönüşüyor.Sorun, AKP,Tayyip Erdoğan, Ergenekon,İsrail ya da ABD İttifakı değil bana kalırsa sorun;irademizi doğru mecralardan doğal bir şekilde kamuoyu sesi haline getiremememiz.Gazze için ortalığı yıkanlar neden şehit askerler için aynı tepkiyi göstermezler?Hrant Dink alçakça vurulunca “Ben Ermeniyim!” diyen sol cenahın insanları neden benzer hassasiyeti kimlik siyasetine bulanmış Açılım safsafatalarına karşı dile getirmiyorlar.İnsanlar öldükten sonra atılan gecikmiş ve eksik adımlar son maden kazasına “İşçilerimiz güzel ölmüşler” diye niteleyen bakanların şaşkınlığına benzemekte.Bakanlar gerçeklere bakmayanlar kadar kör,sağır ve dilsiz kalırlarsa o siyasileri seçip koltuklara ram edenlerin yanlışlarını çok görmemek lazım.

Savaşı siyasetin devamı olarak gören strateji dehası Clausewitz bile insanların silah kullanıp birbirlerinin canını almada bu denli mahir olmalarını herhalde açıklayamamıştır.Alet icat ederek yegane düşünen varlık olduğunu ispat eden ademevladının vicdanını nereye sakladığını da sanırım merak etmiştir.En azından ben merak ediyorum.

Şiddetin bu denli yaygınlaşması gerçeğini, hatta ve hatta çağımızın vebası sayılmasını önlemeye kalkışmak Gazze,Irak,G.Doğu,Afganistan ve benzeri tüm acıların unutkanlıkla örtülmesini sağlayan sebepleri yaratan biz sokaktaki insanlarız.Herşeye boyun eğip geçen,hakları için kıyasıya savaşmayan,ufak çıkarların adamı olan bizler..İrademizi kiraya vermemizin sonucu akıl tutulmalarına boğuluyoruz.Özümüzü yok eden insan ve doğa düşmanı herşeyi ayakta alkışlarken bu hipnoz ortamında en fazla efsunlanan isim hiç soluk almadan koltuklara oturarak halklara önderlik ediyor.

Çoğunluk aydınlar ya da benim gibi yarı okumuşlar asli kavramların içini boşaltarak kendi zihinsel sapkınlıklarını ideolojilerle zenginleştirip kitlelere bol kepçe servis yapıyorlar.Düşüncelerini hayattan almayan biz yarı aydınlar sokaktaki insanın zorlu gerçeği hayattan almasına dudak bükerek kitabi bilgileri dogmalar halinde yaşam anayasasına dönüştürüyoruz.

Değişim,dinamizm,doğanın diyalektiği kalıpların donmuş dünyasında nerede saklı kalıyorlar?Aydınların,okumuş yazmışların şiddetin bu denli yoğun yaşanmasında esas unsur sayılmaları yanlış bir saptama değil bana kalırsa.Mevcut durumun analizini yapıp süslü cümlelere dönüştürmenin, zıtların çatışmasını halktan saklamanın kalemşörleri sayılıyoruz insanlar arasında.Kimsecikler bize güvenmiyor bizse kendimize hiç güvenmiyoruz. Hayat karşısında cümlelerimizi cesaretsiz sızlanmalarla yarım ağız geveledikçe tarih önünde gerimizi kusursuz biçimde kuran patronların hıh deyicisi sayılmaktan öte bir rolümüz olmayacak.

İnsanlık krizinin,özü doğadan koparılmış bireyin zavallı yalnızlığına sebep iktisadi model olduğunu söylemek yavan kalmış bir şarkı…Çarenin arandığı dönemlerin kaosunu yaşıyoruz şimdilerde.Modernizmin yaratıcısı diyebileceğimiz savaşlar son 20 yılda ekonomik krizleri yarattıkça özgürlük arayışımız had safhaya ulaştı.Yakın coğrafyamızda bireysel terör ya da kitlesel terör örgütlerinin yaygınlaşması umutsuzluğun göstergesi. Komşusu aç yatarken kendisi tok yatanın mümin sayılamayacağı bir kültürden en ahlaksız münafıkları yaratmak alet kullanma becerimizi aşan insan kullanma sanatının doğal bir ürünü.Tıpkı Gazze’ye gidecek gemiye binecek yüreğe sahip olmayıp masum insanları İsrail askerlerinin merhametine emanet etmek gibi.

Dialektik…

Tarih boyunca değişim kavramı çeşitli düşünce yöntemlerinde arandı durdu.İnsanoğlu gücüyle kendisini korkutan doğa olaylarını yorumlamak için önceleri dini açıklamalar ve eylemleri denerken zamanla alet kullanmanın getirdiği üstünlükle doğaya egemenlik sağlamaya başladı. 10.000 yıldır süren bu macerada dönem dönem yaşanan parlamalara gerilemeler eşlik etti.Batı Medeniyeti’nin sonraları modernizme yol açan fikri devrimleri ise kendisinden önceki uygarlıkların atılımlarını geliştirerek yenilemesiyle yaşandı.Ortaçağ boyunca taasubun yarattığı karanlığa rağmen akla verilen önem sayesinde gelişme önce içten içe sonraları hızlanarak sürdü.

Felsefenin bu macerada etkisi yadsınamaz bana kalırsa.Düşünce ufuklarını ilerletmeye yarayan akıl yorma biçimleri insanlığın,tarihin, medeniyetlerin,altyapının çelişkilerle ilerlediğini öne süren diyalektik materyalizm ile üst düzeye çıkmıştır.Bu sayede idealizmin getirdiği kavram ve düşünüş farklılıklarına materyalizmin getirdiği eleştiri ile karşıt tezler yaratıldı.Diyalektiğin bir düşünce yöntemi olarak kullanılmasıyla birlikte felsefe tarihi önemli bir dönüm noktasına şahit oldu.Hegel’in idealizme uyguladığı bu yeni boyut Karl Marx’ın diyalektik materyalizmi ile birlikte yepyeni bir düşünce biçimi halini almıştır.Felsefenin anlaşılmaz akıl yormalarının aksine tarihin tez-antitez-sentez biçiminde ilerlediğini öne süren Marxist düşünce sosyalizmin insanlığın fikir aleminde yepyeni bir düzeye kavuşmasına neden oldu.

Kuru bilgi halinde devam eden denememi şöyle devam edeyim.Evrendeki olayların atomların farklı görünümlerinde başka bir şey olmadığını öne süren materyalizm yaşamı maddi açıdan yorumlar.Din,ruh, töz,tanrı… gibi idealist felsefeye ait kavramlar bir kenara atılır.Tüm bunların kaynağı maddedir.Hayatın engin akışında tez-antitez-sentez biçiminde ilerleyen insanlık alemi gelişmenin motorunu fikirlerini diyalektik eleştiri süzgecinden geçirerek ortaya koymalıdır.Ne yazık ki dogmatizme en büyük eleştirileri getiren diyalektik materyalizm zamanla dogmalar arasında yerini almıştır.

Konuyu daha iyi anlatmak için örnek vermek gerekirse ekonomik krizle birlikte altyapıdaki değişim AKP’yi hükümete taşımıştır.Altyapının üstyapıyı etkilemesi sonucu yaşanan hızlı değişim toplumun düşünce yapısında şekillenen antitezin bir sonucudur.DSP-MHP-ANAP Koalisyonu tez olarak kabul edilirse antitez Adalet ve Kalkınma Partisi’dir.Değişimin motor gücünü 2001 Krizi oluşturmaktadır.Sentez ise yine 2008 yılında iyiden iyiye açığa çıkan ekonomik çalkantıyla başlamış ve sosyal değişimi tetikleyen bu dinamik siyaset kurumunu altüst eden değişikliklerle kendi antitezini yaratmıştır.Deniz Baykal ve felsefesi tez olarak kabul edilirse Kemal Kılıçdaroğlu ideolojisi antitez olarak okunabilir.Sağ tez olarak alınırsa sol bu fikrin antitezidir.Hayatta gerçeklikler antitezler biçiminde karşılığını bulur.Bu düşünsel akış senteze ulaşıncaya kadar sürer gider. Sentez ise kendi antitezini yaratan yeni bir başlangıç noktasıdır.Doğadaki gelişme dinamiği zıtların birlikte var olması ve çatışmalarıyla yeni yollara kavuşur.

Kısaca özetlediğimiz diyalektik felsefe gücünü zıtların çatışmasından alan dinamik düşüncedir.Kendi fikirlerimize baktığımızda aynı anda zıtlıkları görebilmeyi öngören ve olaylardan sentezler çıkaran bu düşünce tarzını içselleştirirsek yaşam maceramız daha da zenginleşecektir bana kalırsa.

Soğuktan Ölenler…

Sahipsizliğin en acı sokak gösterisinden birisi tinerci çocuklarsa diğeri evsiz kalanlar.Dün gece polis ekipleri Zeytinburnu,Belgradkapı otobüs durağında soğuktan donarak ölen bir kişi bulmuşlar.İşte size kara kışın kara tablosu. Yoksulluk edebiyatını pek seven olmaz buralarda ama açılımları yastık edip başlarının altına koyanlar bu fakirlik tablosunun karakalem çalışanı olmadılar mı?Oysa ünlülerin ışıltılı hayatı daha çekici gelir bizim gibi tuzu kurulara.

Sabah sabah gamlı baykuş gibi kakalanmalardan ziyade kışın buz gibi kanatlarını indirdiği bölgesel güç Türkiye çaresiz uyanamayışlarla güne başlamakta.Bir bomba üzerinde oturduğumuzu dilimiz döndüğü kadar anlatmaya çalışıyoruz.Üstelik ölenlerin ardından tedbir getirememe acizliğini toplumun yarası olmuş diğer tüm sorunlarda birebir yaşarken… Sanayimiz tıkır tıkır üretemiyor, bizler altta kalanın canı çıkma oyununu haberlerden takip ediyoruz.Domuz gribi,yokluk gribi üstüne bir de acı kış soğuğu eklendi.Çifte kavrulmuş insanlık krizini donmuş ölüleri sokaklardan polislere toplatmakla gidermek donayazmış kalıpları çözemiyor. Merhametimin üzerine umarsızlık tipi olmuş yağıyor.