Serçeler gürültüme uyanarak penceremin önündeki boynu bükük ağacın dallarından pırpır havalandılar..Ademoğlu güneşin tazecik ışıklarını bu ufaklıklar cıvıldaşarak su içmeye gelince daha da içinde hissediyor.Toprak, şafakla beraber karanlıkları üzerinden sıyırıp sabah kıyafetlerini üşenmeden seçip giyinirken umudun o dingin şarkısını evrenle uyum içerisinde dinlemek benim gibi öfkesine sürekli yenik düşmüş birisine ne kadar uzak kalmış his idi.Şimdi,hatta hiç ölmeyecek biçimde şu anımdaki sonsuzlukta adına yaşam denilen kaderle karılmış olan o insanlık macerasını böyle cümle özentileriyle paylaşmak istedim sizlerle.Umudun şerefine yıkanıp giden pislikler, onun aşkına unutulan pişmanlıklar uyandığım her sabahın ilk duası oluyor.İşte bu saatlerde tabiat ana yalanlardan bıkmış gözlerime tadına doyulmaz resimler seriyor fütursuzca.
Birşeyler yazmak istiyordum.İçimdeki yazma güdüsü karşı konulmaz hale gelince gerçeklerle hayalgücüm el ele verdi.Ve karşınıza aşağıda karaladıklarım çıktı.Tarihi yeniden yazmak imkansız değil ama geleceği yaratmak pekala mümkün.Sizinle paylaşacağım o hayal benim iflah olmaz arzum olmaktan öte sanki gelecekte yaşanması muhtemel kehanet öyküsü.Meşum olduğu kadar masala dönmüş ve bizlere mal olmuş bir hayatın ömür güncesi bu.
Edebiyat mı yapıyorum?Bırakın yapayım,her anım kendimle başbaşa geçerken yalnızlığımın üstüne kelimelerden örülü bir çuval örteyim.İğneyi kendime batırırken çuval deyince aklıma benim ve ülkemin yakın tarihi düştü bile. 2 Temmuz 2003 Süleymaniye…ABD askerleri,Türk özel kuvvetlerine baskın düzenlerler.Tıpkı Ergenekon Davası’nda olduğu gibi önemli birisine suikast düzenleyecekleri iddiasıyla askerlerimizin başına çuval geçirip, ellerini kelepçelerler.Üstelik ordunun üst kademesinden hiçkimse Amerikalılara karşı koyun emri vermez.Böylesi bir tepkisizlik ileriki tarihlerde komuta kademesine çok acı sonuçlarla geri dönecektir ya.
Skandal olaya en başından beri şahit olan kahramanımız karşı tarafın en üst derecedeki ikinci muhatabına durumu haber verir.Muhatabı askerlerin sağ ve sıhhatte olduğunu söyler ama bizimki tatmin olmaz.Sanki geçmişinden bahsederken geleceğinin hamurunun tüm bu anların toplamından ibaret olduğunu için için sezer. “Ben de hapse düştüm. Parmaklıklar arkasında ne yaşandığını iyi bilirim.Hemen askerlerimi serbest bırakın!”deyip, kestirir atar. Yine damarı kabarmış,benliğini yaratan onulmaz öfkesi aklının o incecik yollarını çiğneyip geçmiştir.İkinci önemli adam, gereğini yapacağını söyleyerek başından savar bizimkini.Oysa 1 Mart Tezkeresi’nin Meclis’ten geçmemesinin acısı yeni yeni çıkmaya başlamıştır.Zülfikar Ali Butto ne söylemişti?:”ABD, fil gibidir. Kinini içinde tutar, yeri geldiği zaman kusmak üzere elbet.”
Evet,yılların NATO müttefiği, Irak işgaline engel olduğunu düşündüğü herkese:Orduya,muhalefete ve tabii kahramanımızın lideri olduğu siyasi düşünceye ders vermek istemiş,dönemin Savunma Bakan yardımcısı olan zat: “Türkiye,ayağa kalkıp hatasını kabul ederek, özür dilemelidir!” sözlerini sarf edebilmişti.Müstemleke idarelerinin sömürge valisi gibi emir buyurarak.Halkın yoksulluktan bıkıp usandığı,çaresiz bırakıldığı kanla çizilmiş insan coğrafyasında yalanların ardındaki gerçek nice zorluklarla kurulan Cumhuriyet devletinin birilerinin taşeronu haline getirilip, dostlarının! suikast planlarına kurban edilmek istendiğiydi.Milliyetçi olmanın Mütareke Döneminde olduğu kadar tehlikeli hale gelmesiydi gerçek.Sanki Damat Ferit,Vahdettin yeniden mezarlarından hortlamış, kabuslarımızın tapu belgesi olan Sevr Muahedesi gizlendiği mahzende semirtilerek yaşayan bir ölü gibi hayatımıza fırlatıp atılmıştı.İleriki bölümlerde kahramanımız ne diyecekti “Korkularım,hayallerim olmuştu.” İşte halkın korkuları geleceğini çepeçevre kuşatmış,toplum denen koca başlı aile hastalığını seven kişilikler misali acınası biçimde dününe sarılmıştı. Diğerleri ölsün bana ne gam diyebilecek noktaya getirilmişti.Böylesi dev gibi büyüyen günlerde yokluğun adı konmamış, çetin inadına mayası bozukların ihanetleri devşirilecekti adım adım .
Yaşananların ardından Bağdat’taki Türk Büyükelçiliğini korumakla görevli beş özel harekat polisi yine Irak sınırları içerisinde şehit edilmişlerdi.Polislerin cenaze töreninde kahramanımız şu dizeleri terennüm etti:”Ey, şehit oğlu şehit isteme benden makber.Sana ağuşunu açmış duruyor peygamber.”Ama gidenler geri gelmiyordu.Habur’da ala-ü vala ile karşılanan teröristlere benzer biçimde davulla zurnayla,toy düğünle karşılanmaları gerekirken kefenlerini görev yolunda dikip,yavrularına hasret gidiyorlardı.
Yazılan senaryo kanla acının el ele verdiği yepyeni bir dünya düzeninin mutlak kaosunu içermekteydi. Türkiye, bu planın yalnızca ana istasyonlarından ibaret değildi.Büyük Ortadoğu Projesi’nin taşeronluğunu yapacak siyasal partinin başında bulunduğu cepheydi aynı zamanda.Oysa Türkiyem, seçilmişlerin ancak atanmışlar kadar siyasi meşruiyete sahip olduğu darbelerle demokrasi hayalinin silik bir ufuk çizgisinde dans ettiği destanlar ülkesiydi.
TEKEL işçilerinin ekmek kavgalarını sokağa taşımaları yazılan kötücül senaryonun halktan uzak,devlete yakın imkansız siyaset anlayışına armağanı olmuştu.Aç kalan kursaklara hiçbir dua çare olmuyor,işsiz babaların evlerinde cinnet geçirmelerine,annelerin sütten kesilmelerine neden olan töreden ibaret kalmış dindarlık artık vesvese getiriyordu. Tohumları yalanla sürülmüş çorak toprak sel sularıyla yıkandığında dipten gelen kopkoyu tortuyu yasaklarla örülmüş hiçbir set durduramazdı.Ankara,taşkın selinin karşısında savunmasızdı ve dünyayı yok edenlerin arzularına birlikte kaşık sallayanlar gürül gürül,kasla,etle,direnişle dolu gelen bu akışı asla geri çeviremezlerdi.Savaş,silahların susmasıyla bir başka biçimde yeniden başlamış,saflar tutulmuş mutlak çoğunluğun hakim azınlık karşısındaki sürgit mücadelesi kitaplara,gazetelere,örün ağlarına yeni tarihleri,toplumsal hareketleri müjdeliyordu.
Dedim ya, umut tükenmezdi.Halkın bükülmez bileğini sahtekarlıkla kıvırıp; buhranı, sefaleti tehditle bastırmaya çalışmak yakın tarihin bildik görüntüleriydi.Aslında Silahlı Kuvvetler siyasete yan kapıdan -Ergenekon kapısından- girmiş,açılan davaların ardından intihar eden, tutuklanan subaylar,dağılan aileleri ordunun başlıca iç güvenlik meselesi haline ulaşmıştı.Bu süreçte yıllardır en güvenilen kurumun mensubu sayılanlar yıpratılarak pasif duruma düşürülmüşlerdi.Sınırlarını koruma refleksini kaybetmeleri yüzünden Kozmik Oda’larına rahatlıkla girilmesinden öte, kurum içerisinde sürgit yaşananlar subaylarına ve kendilerine duyulan sarsılmaz inancın da sorgulanmasına yol açıyordu.Sanki halk ayağa kalktıkça, ordu susuyor ve bu garip suskunluk bir yerlerden emir bekliyorlar iddialarına sebep oluyordu.Anlamlandırmaya çalışmakla kalmayıp, birebir görgü şahidi olduğumuz komplo dolu günler perde arkasında yazılırken istihbarat kuruluşları bu hikayeleri TARAF gibi gazetelere servis etmeye devam ediyorlardı. Millet bu işin içerisinde yoktu.Ama şimdilik…Son gülen iyi güler, bu sözü hiç yabana atmamak gerek.
(DEVAMI GELECEK)