Normalleşme!

Dili laf yapan,eli kaleme yatkın herkes aynı türküyü söylüyor:”Türkiye normalleşiyor.” Normalleşme diye nitelendirilen tüm gelişmeler ve kritik YAŞ gündeminin ardından yaşanan kilitlenme asker ile hükümet arasındaki kansız husumetin bir üst rütbeye terfi etmesi sonucunu doğurdu. Muhalefetsiz kalmış siyasi iktidarların nelere kadir olabileceğini görüyorsunuz.Yönetemeyen siyasetin çevreden merkeze doğru kaosa can veren karmaşası günbegün daha parlak biçimde belirginleşiyor.

Ekonominin büyüme yönünde ivme kazandığı iddia edilen şu zamanda anılan anlaşmazlık nereden çıktı?Herşey çok iyi gidiyor ise çatışmanın iki tarafı niye uzlaşmaya yanaşmıyorlar?Bana kalırsa toplumda dipten dibe devam eden kutuplaşma potansiyeli ne zamandır devlet zirvesine de ulaşmış durumda.Sokaklar tekinsiz hale geldikçe bu durumun müsebbipleri olup canını kurtarmak isteyen siyaset esnafları her sabah yataklarından “Bugün askeri nasıl itibarsızlaştırırım? sorusuyla uyanıyorlar.Oynadıkları oyunun tehlike derecesinin farkında değiller sanırım.Mahkemelerin kendileri hakkında en adaletli kararı vereceklerine inanıyorum

“Balyoz,İrtica Eylem Planı,Poyrazköy Silahları,Amirallere Suikast,Karargah Evleri” davaları Ergenekon Süreci’nin ülkemize kazandırdığı siyasi promosyonlar.Şu zamanda demokrat olmak için Silahlı Kuvvetleri yermek şart oldu.

Oysa tüm hikaye 2007 yılında yayımlanan 27 Nisan e-muhtırası ile başlamıştı.Aynı yılın Haziran ayında Trabzon’dan yapılan bir ihbarla polis Ümraniye’de bir gecekonduda eliyle koymuş gibi el bombaları ve silahlar buldu.Ardından mağdur rolü oynayan hükümete karşı darbe yapacakları iddiasıyla bazı isimler 2008-Ocak ayında tutuklanmaya başlandı.Bu esnada 1. ve 2. etap Ergenekon Davaları bir ismi ortaya çıkarmıştı:O isim Zekeriya Öz’dü.Gizli tanıklar,usulsüz telefon dinlemeler,tutuklamaların yargısız infaz halini alması gibi durumlar üst perdeden söylenen hukuk garabetleri idiler.Bu tertiplerin ardındaki isim Emniyet ve Adalet Bakanlığı’ndaki F-Tipi yapılanma-MİT-Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve cemaat arkadaşları bana kalırsa.Taraf Gazetesi’ne belgeleri sızdıranlar da aynı gruptan.

Komplo teorilerinden biraz başımızı kaldırırsak göreceğimiz resim şu olur: Türkiye’de rant dağıtım mekanizmasıyla sermaye el değiştirirken orta sınıf çöküyor.Üstelik medeni dünyaya ait değer yargıları cemaatleşmenin getirdiği yozlaşma yüzünden bir bir tüketilmekte.Yoksullaşmanın tüm süreçle at başı gitmesi bize en büyük tehlikeyi işaret etmektedir:O tehlike orta sınıfın beli kırılmasıdır.Özal’ın ortadirek diye adlandırdığı toplumu taşıyan omurga aşırı yoksulluk yükünün altında eziliyor.Geçim koşullarının savaş zamanını andırması üst düzey kavgaların gerçekçiliğini yitirmesine yol açıyor.En zengin ile en fakir arasındaki gelir farkının 8 kata ulaşması yukarıda anlatılan tablonun baş aktörü kanımca.Sosyal ilişkileri bu denli zehirleyen yoksullaşma özel sektörü de kredi bağımlısı haline getirmiştir.Borçlanmaya meftun bir ekonomik altyapı üstyapı kurumlarını sarsmaya devam ederken üstelik.Etnik bilincin bu denli keskinleşmesini kanserli hale gelmiş sosyal bünyede aramamız gerekmez mi?Yoksulluk depreminin yarattığı artçı dalga Türk-Kürt kutuplaşması kılığına girip yıkıcı biçimde sahillerimize vuruyor.

Sermaye kesiminin halka peşin satan tüccarın rahatlığıyla bankalarını kullanarak borç vermesi uçuruma doğru giden bozuk bir ekonominin yol işaretleri değil mi?Bizlerin bu kadar gamlı baykuşluk yapması yanılma payını ısrarla istemekle eşdeğer.Samimiyetle yanılmak istediğim zamanlardayız.

Tırmandırma Stratejisi…

Yaşanan her toplumsal olayda adım adım yaklaştığımız kanlı hesaplaşmanın izlerini görüyoruz.Pazar gecesi İnegöl’de,dün Hatay-Dörtyol’da yaşanan tehlikeli milliyetçilik sokaktaki iki grup arasındaki alacak-verecek davasına indirilemeyecek kadar önemli işaretler taşıyor bana kalırsa.Bir yandan “Balyoz Darbe Planı” nedeni ile tekrar tekrar gözaltına alınıp serbest bırakılan ve yeniden tutuklama emriyle çağrılan askerler;diğer yandan referandum gülmecesinin tuzaklara ram ettiği siyasetçiler…Her ikisi de krizin yarattığı sosyal patlamayı görmezden gelerek kendi dertlerine düşmüş durumdalar.

Peki tüm bunların arka planında ne gibi uzun erimli stratejiler var?
1-ABD,Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt Devleti kurmak için bölgedeki en organize güç TSK’yı çeşitli yöntemler kullanarak zayıflatma çabasında. Ergenekon Davası, AKP ile ABD’nin hükümete yakın polis ve adalet unsurları ile MİT teşkilatı kullanılarak bir araya geldiği tertiplerin kod adı sanki.Her tutuklama kararında hastaneye yatan emeklilerden nasıl darbe lideri devşirilecek merak ederim?
2-Türkiye açısından Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ni uygulamak amacıyla Medeniyetler İttifakı eşbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan daha iyi bir isim akla gelmiyor.Abdullah Gül,Bülent Arınç,Hüseyin Çelik vb… Türk büyükleri halka ılımlı İslamı yavaş yavaş alıştırmak için en uygun siyasi kimlikler.
3-2001 yılı öncesinde başlayan ve ardından devam eden krizlerle çökertilip dışa bağımlı hale getirilen ekonominin yarattığı kaos, toplumsal hareketlilik için en uygun beşeri iklimi yaratmaktadır.Şehit cenazelerinin yeniden gelmeye başlamasıyla işsizliğin kol gezdiği Anadolu bozkırında kutuplaşma artarken şiddete meftun gruplaşmalar bu sayede yanaşık düzende bir araya getirileceklerdir.

İşte size varlık-yokluk kavgasının bana çizdirdiği kısa Türkiye portresi. Bu betimleme sadece iç ve dış düşmanlıklara akıl erdirip suçu onlara atarak sorunun özüne inememenin çaresizliğini de içeriyor.Ülkemiz bir yandan bireysel terör sayesinde çatışma heveslisi insanların bollaştığı kışla tipi demokrasi günlerine geri dönerken diğer yandan üretimin tıkanması, üstelik adil biçimde paylaşılmaması yüzünden sosyal hayatında cemaatleşme şarkısını en üst perdeden söylemekte.

Rant ekonomisinin gelip dayandığı nokta böylesi çatışma dolu geceler değil mi?Hataları başkalarında arayarak kendimizi kandırmanın yolunu dış düşman fenomeniyle gideremeyiz.Şapkayı önümüze koyup düşünmenin tam zamanı.Barış gemisi henüz kalkmadan yetişip binmek gerekir.

Acizliğin Darbesi…

Suç işleyen askerlere işledikleri suçun niteliklerine göre sivil yargı yolunu açan kanun değişikliği Cumhurbaşkanı’nın onayıyla yürürlüğe girdi.TBMM, 1 Ekim’den itibaren gereken düzenlemeleri yaparak, Gül tarafından giderilmesi istenen tereddütleri de açıklığa kavuşturacak. Tüm bu değişiklerin görünen sebebi Taraf Gazetesi tarafından yayımlanan bir belge fotokopisi. Ülke gündemini bir aydır belirleyen -sahte veya gerçek olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğimiz- o belge, Ergenekon Davası adına yürütülen bir soruşturma sonucu subay emeklisi bir şahısta ele geçirildi. Darbe Belgesi’nde adı geçen albay ise tutuklanıp, kısa süre içinde serbest bırakıldı.

Bu arada farkında olmadan demokratik hayatımıza giren iki konu vardı:
1-Asker siyasete bir şekilde dahil edilmişti.
2- İktidar, polisi askere karşı caydırıcı bir denge unsuru olarak görüyordu. Ergenekon Davası bu durumun somut bir göstergesidir.

Muhalefet, adı geçen değişiklikleri iptal etmek amacıyla Anayasa Mahkemesi’ne gitmeye kararlı.Bana kalırsa CHP, Silahlı Kuvvetler’e tıpkı AKP’nin polise giydirmek istediği dokunulmazlık zırhını geri vermeye çalışıyor. Parti, artık çağ dışı kalmış muhalefet anlayışının tüm örneklerini vererek iktidarı halkın gözünde alternatifsiz kılmaya sağlıyor.Görünen o ki ülkemizde muhalefet sorunu var, iktidar sorun üretmede muhalefetten daha geri planda kalmakta.

İktidara hakim olan zihniyet ise 28 Şubat Süreci’nin kuyruk acısı izlerini taşıyor. Tabanlarına söz verip gerçekleştiremedikleri hangi vaat varsa, Meclis çoğunluğuna sığınarak yapmaya kalkıyorlar. Güçlerinin yetmediği değişiklikleri geri adım atıp, uygun zamanı kollamakla yeniden deniyorlar. Bu kısır döngünün, yönetemeyen iktidarın sebebi ne olsa gerek?

Üretmeyen, daralan ekonomi bunu sebebi dostlarım… İthalatı azdıran, yabancı sermayeye koşulsuz olanaklar sağlayan, borçlanmayı zorunlu bir seçenekmiş gibi sunan, kamu ya da özel fark etmeyen kurumsal rant sağlayıcı mekanizma.Yozlaşmamızın en büyük gerekçesi bu çarpık yapı ve bu yapıya dayanan yağmacı kültür.

Şiir okudu diye müstakbel başbakanlarını hapse atanlar,artık o anlayışın yasal uşakları durumundalar. Şimdi o başbakan ise kendisine muhalefet edenleri hapse atacak kadar kendine güvenmeyen, mazlum postuna bürünmüş bir zalim. Bunun arkasında da ekonomik gerekçeler olmasın sakın?