Yeşil Kuşak Felaketleri…

Afganistan,Hindistan,Çin yakın zamanda seller ve toprak kaymaları yüzünden binlerce insanını kaybetti.Yaralar sarılmaya çalışılırken açlık, salgın hastalıklar,mikroplu içme suları yüzünden daha binlerce insan ölüm tehditi altında yaşıyor.Nüfusunun yaklaşık %10’u seller tarafından etkilenen Pakistan karşı karşıya kaldığı sorunları çözme konusunda ciddi sıkıntı içerisinde.Şu an o diyarlarda çocuklar bir kuru ekmeğe yahut bir damla temiz suya hasretlik çekip günlerini gece karanlığında geçirerek umutla bekliyorlar.Çin’de toprak kaymaları sonucunda etkilenen nüfus 350 milyon.Yanlış okumadınız,350.000.000 kişi felaketlerden bir şekilde etkilenmiş durumda.

Dünya,özellikle Batı ülkeleri, bu sessiz çığlıklara karşı duyarsızlıklarını koruyor.Haiti’de yaşanan depremde yüzlerce yardım kuruluşu ciddi miktarda yardım sağlamışlardı.Aynı hassasiyeti o depreme yakın şiddette felaket yaşayan adı geçen ülkeler için beklememiz gerekmez mi?Daha bir iki gün öncesine kadar Pakistan için gerekli olan yardım miktarının sadece yarısı toplanabilmişti.Ben dahil çoğu insanda genel umursamazlık hissinin tüm insanlığa yayıldığını görüyorum.Bizde yardıma engel olmak için geçerli bahane yok ama zengin ülkelerde Pakistan denince akıllara Taliban gelmekte.

Soğuk Savaş yıllarının Yeşil Kuşak teorisinin meşum bakiyesi sayılan Taliban,Afgan ve Pakistan topraklarında ceberrut bir yönetim yaratıp sosyal hayatı şeriat kurallarına göre biçimlendirmeye çalışıyor.Kuzey Doğu Pakistan-Swat Vadisi’nde geçen sene yaşanan iç savaştan sonra Taliban güçleri Afgan destekli güçlerle işbirliği yaparak sivillere kan kusturmaya devam ediyor.Binlerce insanı evlerinden eden çatışma Pakistan istihbaratının besleyip büyüttüğü Taliban güçlerinin Afganistan’da denetimi sağladıktan sonra yeniden bu devlete sirayet etmeye çalışmalarıyla had safhaya ulaştı.Ne tesadüf,11 Eylül Saldırıları’nı düzenleyen El-Kaide,Taliban yönetimi altında büyümeye imkan bulmuştu. O zamanlar Afganistan’a yapılan ABD saldırısının nedeni sayılan örgüt şu an için yardım kampanyalarının ayak bağı addediliyor.Sovyet işgaline karşı koymak için bu örgütlerin eline kim silah verip uyuşturucu paralarıyla cihat ilanı sağladılar açık değil mi?Elleriyle yaratıkları Dr.Frankestain tarzı sosyal canavarı soslayıp kendi halklarına işgal gerekçesi olarak sunuyorlar.Yardım kampanyaları bile bu propagandadan etkileniyor.

Felaketlerin insanları birleştirici gücüne rağmen Medeniyetler İttifakı kandırmacası ve terörle savaş bahanesi adı altında İslam ve diğer kültürler karşı karşıya getiriliyorlar.ABD’de Ku’ran yakmaktan tutun İsviçre’de minare referandumuna,Gazze’deki Filistinlilere karşı yapılan Holocaust Duvarı’ndan tutun Mavi Marmara’ya kadar… küreselleşmeden bu yana Batı ve İslam hafızası hiç bu denli ikiye bölünmemişti.Yalanların gerçeklerinin yerini aldığı Yeni Dünya Düzeni’nde bizim gibi görünen ama bizden alabildiğine uzak adamlara dikkat etmemiz gerekir bana kalırsa.Bu isimlerin ihanet ettikleri ilk değer kendi inandıkları aynı zamanda.

Yeşil Kuşak Teorisi’nin başarısıyla baştan aşağıya yeniden yaratılan Türk toplumu üzerine düşen ölü toprağı sayesinde mevcut iktidarı bile Yeni Dünya Düzeni’nin Ortadoğu için planlanan Truva atı olarak göremiyor. Savaş gerekçelerini yaratıp kriz bölgelerine müdahale eden ABD ve stratejik ortakları kendilerine en uygun isimleri seçip göreve getiriyorlar oysa.

Torna tezgahından çıkarılmışcasına aynı kafa yapısına sahip insanların yaşadığı topraklarda gerçeği algılayış tarzı hayatın sağlam zemininden kayıp metafiziğe meyledince tesadüfler gerçeği anlamlandırmada normalin yerine görev yapıyor.Anomalinin yaşam tarzı haline gelip artık kanıksanmadığı günümüz dünyasında kendimizi koruma refleksimizi her geçen gün kaybetmekteyiz.Esas felaketse tüm gerçeklere gözümüzü kapatıp sadece deve kuşunun yumurtasına tamah edip durmamız.

Akıl,bilincimizden süzülüp gelen dış dünya uyaranlarını değerlendirerek anlamlı sonuçlara ulaşır.Anomalinin doğal olanın yerine rol almasıyla zihinsel sapmalara uğruyoruz.Faşizm,aşırı milliyetçilik bu zihinsel sapmaların tezahürü.Tüm gelişmelerin arka planında ise sosyo-ekonomik düzen yatıyor.Bağnazlığımızın nedeni hem özgürlüğümüzün,hem umudumuzun,hem de çalışma koşullarımızın insanlık dışı koşullarda şekillendirilmesidir.Ekonomik krizlerin yarattığı yaşam koşulları savaşları sürdürerek içinde yaşadığı toplumların nefes almasına engel olan yönetimlere en uygun beşeri malzemeyi sağlıyor.Bu malzeme,açlığa meftun sokaktaki insandır.

Karışan kafalar düşünmekten iyice uzaklaşarak suçlu ararlar.Suçlu ise kendisinden olmayandır.Hoşgörüsüzlükten bağnazlığa ulaşan bu yolda ekonomik krizler insanlık krizlerine altyapı sağlar.Benden söylemesi…

Tırmandırma Stratejisi…

Yaşanan her toplumsal olayda adım adım yaklaştığımız kanlı hesaplaşmanın izlerini görüyoruz.Pazar gecesi İnegöl’de,dün Hatay-Dörtyol’da yaşanan tehlikeli milliyetçilik sokaktaki iki grup arasındaki alacak-verecek davasına indirilemeyecek kadar önemli işaretler taşıyor bana kalırsa.Bir yandan “Balyoz Darbe Planı” nedeni ile tekrar tekrar gözaltına alınıp serbest bırakılan ve yeniden tutuklama emriyle çağrılan askerler;diğer yandan referandum gülmecesinin tuzaklara ram ettiği siyasetçiler…Her ikisi de krizin yarattığı sosyal patlamayı görmezden gelerek kendi dertlerine düşmüş durumdalar.

Peki tüm bunların arka planında ne gibi uzun erimli stratejiler var?
1-ABD,Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt Devleti kurmak için bölgedeki en organize güç TSK’yı çeşitli yöntemler kullanarak zayıflatma çabasında. Ergenekon Davası, AKP ile ABD’nin hükümete yakın polis ve adalet unsurları ile MİT teşkilatı kullanılarak bir araya geldiği tertiplerin kod adı sanki.Her tutuklama kararında hastaneye yatan emeklilerden nasıl darbe lideri devşirilecek merak ederim?
2-Türkiye açısından Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ni uygulamak amacıyla Medeniyetler İttifakı eşbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan daha iyi bir isim akla gelmiyor.Abdullah Gül,Bülent Arınç,Hüseyin Çelik vb… Türk büyükleri halka ılımlı İslamı yavaş yavaş alıştırmak için en uygun siyasi kimlikler.
3-2001 yılı öncesinde başlayan ve ardından devam eden krizlerle çökertilip dışa bağımlı hale getirilen ekonominin yarattığı kaos, toplumsal hareketlilik için en uygun beşeri iklimi yaratmaktadır.Şehit cenazelerinin yeniden gelmeye başlamasıyla işsizliğin kol gezdiği Anadolu bozkırında kutuplaşma artarken şiddete meftun gruplaşmalar bu sayede yanaşık düzende bir araya getirileceklerdir.

İşte size varlık-yokluk kavgasının bana çizdirdiği kısa Türkiye portresi. Bu betimleme sadece iç ve dış düşmanlıklara akıl erdirip suçu onlara atarak sorunun özüne inememenin çaresizliğini de içeriyor.Ülkemiz bir yandan bireysel terör sayesinde çatışma heveslisi insanların bollaştığı kışla tipi demokrasi günlerine geri dönerken diğer yandan üretimin tıkanması, üstelik adil biçimde paylaşılmaması yüzünden sosyal hayatında cemaatleşme şarkısını en üst perdeden söylemekte.

Rant ekonomisinin gelip dayandığı nokta böylesi çatışma dolu geceler değil mi?Hataları başkalarında arayarak kendimizi kandırmanın yolunu dış düşman fenomeniyle gideremeyiz.Şapkayı önümüze koyup düşünmenin tam zamanı.Barış gemisi henüz kalkmadan yetişip binmek gerekir.

Kimi Kimden Soralım?

Facebook’ta 18 Temmuz 2010 tarihli Sözcü Gazetesi’ndeki manşet haber gözüme ilişti.Haberde 2.Abdülhamit’in torunu Osman Kamil Osmanoğlu’nun cenazesine katılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve 4 bakanından bahsedilirken hemen yan sütunda Van’da şehit edilen Burhan Kılıç’ın Ardahan’daki cenazesinin haberi var.21 yaşındaki şehidin cenazesine katıl(a)mayan iktidar partisine mensup siyasiler sıra 90 yaşındaki Abdülhamit’in torunun cenazesine gelince seve seve saf tutuyorlar.

Ucuz milliyetçiliğin ötesinde anlatacaklarım.Dışarıdan karpuz gibi seçilip adım adım yetiştirilen ve oylarımızla başımıza getirdiğimiz aktörlerin ibretlik görüntüleridir bu haberde anlatılanlar.Halkın,haklının,mazlumun, yoksulun yanında olmayan;sadece varlıklının değirmenine su taşımayı iş edinmiş bir parti ve o partinin Genel Başkanı yani Başbakan’dan bahsediyorum.İleri gelenlerin etnik kimlikleri beni zerre kadar ilgilendirmiyor.Anadolu toprakları bir ırklar sofrasıdır;orada yaşayan herkesin bizlerin hayatında bir şekilde etkisi olmuştur.Bu gerçeği sanırım kimse inkar edemez.

Esas dikkat çekmek istediğim konu toplumda yaşanan varlık-yokluk kavgasının yarattığı ayrışma ve gerginliğin etnik kimlik çatışması şeklinde sahnelenmek istenmesidir.Tedirginliğin safha safha tırmandırıldığı psikolojik harbin gönüllü kobayları haline getiriliyoruz bana kalırsa. Tüketmek için çıldıran ama parası bu harcamalara yetişemeyen bir toplumun efradı olarak konuşa konuşa vardığımız son nokta başımızdaki adamların hangi ırka mensup oldukları ise yandı gülüm keten helva.

Sabah saatlerinde Hakkari-Çukurca’daki askeri birliğe PKK tarafından yapılan saldırıda 6 asker şehit oldu.Halen devam eden çatışma hakkında verilen bilgiler bu kadar.Aynı şehit cenazeleri gene haber olacak ve bizler gene oturup seyredeceğiz.Tayyip Erdoğan’a kızacak,Öcalan’a söveceğiz. BDP’ye düşman kesileceğiz.Üstelik kardeşin kardeşi vurduğu bu kanlı oyunda başgedikliyi oynamaya devam edeceğiz.

Tehlikenin giderek büyüdüğü toplumun temellerinin dinamitlendiği geçim kavgasının etkilerinin her yanımızda yaşıyoruz.Akşam yemeğinde 10 askeri ücretlinin maaşını harcayanların heyecanla seyrederken yattığımız gaflet uykusundan kalkmak için düşman gemilerinin İstanbul kıyılarına gelmesi mi gerekiyor?

Bugün aynı zamanda Kıbrıs Barış Harekatı’nın yıldönümü.Bizleri birbirlerine düşman edenlerin EOKA’cılarla el ele Kıbrıs’taki Türk varlığını yok etmeye çalışmalarını önleyen sonuna kadar haklı bir harbin tarihi.Bosna-Hersek, Irak,Afganistan,Yemen ya da Filistin,İran…İslam Dünyası’nın bugün düştüğü acı ve acizlik çukurundan geçen yüzyılın başında bizleri kurtaran Mustafa Kemal ile arkadaşları hakkında nefret cümleleri kuran adamların onur duygusundan bu denli uzaklaşmaları yaşanan yozlaşmanın siyasi arenadaki kişilikleri nasıl etkilediğinin göstergesi.

Yazdıklarımdan husumet ekini hasat edenlere diyecek bir şeyim yok.Eğer Milliyet blog sayfasında bu yazı yayımlanmazsa editörlerin canı sağolsun. Yazmak istediklerim söylemek istediklerimden daha fazlası…Kelimelerin boğazımıza dizilip kaldığı zamanları yaşıyoruz ne yazık ki!

Ben Bu Hükümeti Ne’yleyim?

2002 Kasım ayından bu yana Dışişleri Bakanlığı bürokratlarının işleri zor olsa gerek.Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın danışmanı sıfatıyla Ahmet Davutoğlu tarafından yürütülen Türk diplomasisi sıfır problem hedefiyle görev aldığı dönemi yaptığı büyük hatalarla bitirme aşamasına getirdi. Hatalardan bahsetmişken;Son G-20 zirvesinde bir saat on beş dakika süren Obama-Erdoğan görüşmesinin şişirilme girişimlerinin bana anımsattığı konu miyadı dolmuş bir siyasi liderin kendini önemli gösterme çabasından başka bir işe yaramıyor.

Gelelim dış politikadaki sürdürelemez hatalara:Türk tarafının İsrail hakkında sızım sızım sızlanmasının Gazze’deki çocuklara ne faydası var?Yakın mesafeden vurularak öldürülen insanlarımızın haklarını nerede arayacağız?Başkan Obama’nın ağzının içine bakarak mı?HAMAS adı altındaki siyasi odağın Gazze şehrini baskı aracılığıyla yönetmesi İsrail ile birlikte yürütüğü terör diplomasisinin sınırlarını benim gözünde silikleştiriyor.Gediktepe’de eğilenler Gazze’de dik duramaz ki!Yarın İsrail ile yeniden siyasi bağlantılara devam etme riyakarlığını bu iktidardan bekleyebiliriz.

BM’de İran lehine oy kullanmak,İsrail’e Gazze yüzünden düşman kesilmek, PKK terörünü körüklemekten başka bir işe yaramamakta.Kendi sınırlarımızı adamakıllı korumaktan aciz iken Filistin halkının hamisi kesilmek tribünlere oynamakla eşdeğer.Bu süreçte Mavi Marmara fiyaskosu Türk dış politikasına sürülen kara bir lekedir.Bu rezaletin sorumlusu başta Başbakan ve Dışişleri Bakanı’dır.Yüce Divan’da bu isimlere hayatını kaybeden 9 insanımızın hesabı sorulmalıdır.En az İsrail kadar onlar da bu katliamdan sorumludur.Neden derseniz?Böylesine destek verdiğiniz,teşvik edip uluslararası sulara gönderdiğiniz yardım filosunu korumak amacıyla bir tane bile fırkateyn kendilerine eşlik etmemiştir.Siyasi temsilcilerini o gemiye koymamak akıllılığını gösterirken neden aynı basireti gemidekiler için göstermediniz?

Hükümet giderayak attığı her konuda beceriksizlik ötesinde yanlışlar işlemekte.Ben bu konuyu azınlık zihniyetine sahip olmalarına bağlıyorum. Kendilerini fikren ait hissetmedikleri bir ülkede iktidara geldiler.Onlar daha ziyade kendilerini Hamas’a,Suriye’ye,Katar’a ya da Suudi Arabistan’a yakın hissediyorlardı.Fikri düzeydeki yetersizliklerini pratik zekalarıyla kapatmaya çalışırlarken dünyadan haber olmamaları sebebiyle bizleri Küresel Krizin teğet geçtiğine inandırmaya çalıştılar.Teğet geçip geçmediği ise ortada.

Zararın neresinden dönersek kardır.Seçimlerin yaklaşmış olması referandum fırtınasının ardından gelecek günlerin gündemini teşkil edecek gibi.Yoksa terör saldırılarının gölgesi altında yaşayacağımız sıcak yaz günlerini soğutmak için başka hiçbir bahane çare olamayacak.

Savaş Rüzgarları…

Medeniyetler İttifakı adı altında yeni tür Haçlı Seferleri’nin yapıldığı son 20 senede 2008 Küresel Ekonomik Krizi’nin faturası bir kez daha mazlum uluslara çıkarılıyor.ABD’de batan şirketlerin Türk halkı ve diğer dünya halkları tarafından finanse edilmesi yeni ekonomik düzenin hırsızlık enstrümanlarına bizleri de alet etmeye çalışmasının doğal sonucu.Savaş, işte bu gelir adaletsizliğinin zorladığı sefer görev emri değil mi?Küresel Kriz’e yol açan ABD ve İngiltere savaşın yükünü karşılamakta güçlük çeker iken muazzam düzeydeki borçlarını halkına ve bizlere pay etmekten çekinmiyorlar.Bu girişimlerini borç aldıkları ya da gizli açık ticaret yaptıkları devletleri yok ederek sağlama amacındalar.Şer Ekseni’nin merkezinde İran’ın,Afganistan’ın,Irak’ın yer alması Suudi Arabistan veya Türkiye’nin olmadığını göstermez.Bütün bir İslam coğrafyasında yaşayan milletlerin katliamlar,baskılar,iç çatışmalar ya da işgallerle sindirilmek istendiği Yeni Dünya Düzeni’ne şahit oluyoruz.Soğuk Savaş yıllarının Yeşil Kuşak Teorisi ardından Batı medeniyeti için büyük risk oluşturan aşırı dinci akımlar bugünlerde Önleyici Vuruş Doktrini’nin şiddete meyyal odaklarının küresel düzeydeki bahanesi oldular.Yüzyıllar boyunca halkların bağımsızlıklarını yitirdikleri,acımasız bir cehalete teslim edildikleri,otoriter yönetimler altında inim inim inletildikleri siyasal düzenlerde geçmişe ait her ne kadar kurum varsa İslam dinine izale edilerek yola devam edildi. Aynı çarpık zihniyeti Osmanlı’dan bu yana -özellikle son yıllarda-ülkemizde de görmekteyiz.

Yaklaşan günlerin sonu savaşla bitecek gerginlikleri iyice arttırdığı uyarısıyla yazıma devam etmek isterim.İran-ABD/İsrail gerginliğinin ulaştığı uzlaşmaz nokta Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) en tehlikeli safhasının hayata geçirilme arzusunun kabardığının işareti.Nükleer silahlara sahip olma-olmama tartışmasının arkasında yatan ve 11 Eylül Saldırıları ile tetiklenen yeni küresel düzene geçiş adımları sıklaşacak gibi. Ortadoğu ve Yakın Asya’daki ülkeleri bölerek şekillendirme çabaları hız kazanmışken bizim bu konudan muaf olduğumuzu düşünmek yaşadığımız gaflet uykusunun ürünü olsa gerek.

Savaş,politikanın devam eden aracı ise ABD ve müttefikleri 2001 yılından bu yana anılan aracı en haksız biçimde uygulayan emperyal güç olarak öne çıkmaktalar.Daha geçen sene Orta Asya enerji deltasında Sincan Olayları’na tanıklık ederken bu sene iç savaşın kemirmeye başladığı Kırgızistan’ı izliyoruz.Tesbih tanesi gibi sıraya dizilen Irak,Afganistan, Filistin,Pakistan ve Yemen’in ardından İran ile Türkiye BOP’un yıkmak istediği nihai hedef ülkeler olarak öne çıkmaktalar.Ermeni-Kürt Açılımları bu temel stratejinin ABD tarafından AKP’ye ihale edilmiş ayakları idiler. Temelleri doğru atılmamış,hedefleri belirsiz,terörü azaltacağına iyice arttıran “Açılım Siyaseti” Türk halkının eline ayağına vurulan zincir gibi duruyor.

Merkezi Washington’da bulunan küresel ittifak İsrail’in güvenliğini sağlamak amacıyla sınırlarımız içerisinde ve hemen yakınlarında suni Kürt Devletçiği’ni devşirmekten geri durmuyor.1.Körfez Savaşı’nın ardından Kuzey Irak’a çöreklenen Çekiç Güç,Turgut Özal vasıtasıyla görevini ifa ederken şu sıralar Özal’ın yerini Recep Tayyip Erdoğan almıştır.Terörün zirve yaptığı 1991-1995 arası dönemde Saddam yönetimindeki Irak’ın önemli rolü vardı,şimdilerde ise Talabani ve Barzani önderliğindeki Yeni Irak Devleti’nde mevcut duruma berdevam.ABD askerlerinin çekilmesiyle birlikte Irak içerisinde azacak olan mezhep savaşları ile etnik çatışmaların Türkiye’ye yansımaması imkansız bana kalırsa.Bu konuda PKK yaşanan yeni dönemin eski aracı değil mi?

Şu sıralar konunun odak noktası ise İran-İsrail çatışması.Haberlere bakılırsa -Milliyet 25.06.2010- 18 Haziran 2010 tarihinde ABD savaş gemileri Süveyş Kanalı’ndan geçerek bilinmeyen sulara doğru yol aldılar. İsrail helikopterleri ise Suudi Arabistan’a askeri mühimmat bıraktılar.Hatta İsrail’in İran’ı Gürcistan tarafından vuracağı öne sürülüyor.Tüm bunların propaganda silahına baş vuran askeri kaynaklı haberler olduğunu kabul etsek bile Ortadoğu coğrafyasına kelepçe vuran savaş cenderesi yüzünden Türk siyasi bütünlüğü PKK tehdidinden öte bir tehlikeyle karşı karşıya kalmıştır.Haritaların değiştirilmesi ve bölge ülkelerini parçalama girişimleri NATO İttifakı’nın kurucu devletleri tarafından piyasaya sürülen Yeni Dünya Düzeni stratejisinin üçüncü ve en tehlikeli safhasıdır.Birinci aşama 1991 Körfez Savaşı,ikinci aşama 11 Eylül Saldırıları ile başlayan Afganistan ve hemen ardından devam eden Irak işgalleri iken son aşamada İran,Suriye ile Türkiye yer almakta bana kalırsa.

Komplo teorilerinin havada uçuştuğu modern zamanlarımızın en acı tarafı kendimizi koruma reflekslerimizin psikolojik harp teknikleriyle elimizden alınmasıdır.Yaşanan süreçte doğruları görüp cesaretle söyleyen aydınların ortada olmaması büyük eksiklik.Bu sayede zayıflık göstergesi sayabileceğimiz komplolara sığınma girişimleri ya da fikri düzeydeki yetersizliklerimiz önlenebilirdi.Kafamızda yarattığımız düşmana bağımlı kalarak çözüm üretmeye çalışarak sorunun merkezinde yer aldığımızı görmekten uzak kalıyoruz.

Doğa,asla boşluk kabul etmiyor.Sosyal hayatın kendine ait kanunları işlerken yaşanan bu sürecin pasif izleyicisi sayılmamız edilgenlik atının can yakan koşum takımlarıdır.Süslü sözlerin arkasında yatan iradesizlik adım atmamızın önündeki en büyük engel değil mi?

Tarihin Gör Dediği!

Hükümeti tarafından Ortadoğu bataklığına çekilmiş bir ülkenin mensubu olarak gelişmeleri ibret ve kaygıyla izliyorum.İsrail-Filistin Anlaşmazlığı’nda ya da İran’ın Nükleer Silah Üretme konularında Batı İttifakı karşısında tek taraflı çaba göstermemizin sonuçlarını yakında almaya başlarız.Bu girişimlerin olumsuz geri dönüşler yaratacağını görmek için kahin olmaya gerek yok.Hükümetin Mavi Marmara travmasını Ermeni Açılımı’ndan hemen sonra Azeri doğalgazının metreküpünü 120 $ yerine 300 $’dan edinmek türü bir diplomatik zafer gibi sunmasına da alışırız.Tıpkı imzalandığı gün geçersiz sayılan takas anlaşması gibi.

Ekonomisi yalpalanan Türk gemisinin kaptanı eğer Gazze için gerçekçi çözümleri sağlarsa böyle eylemleri hepimiz ayakta alkışlarız.Oysa çocukların,yardımseverlerin sırtından siyaset yapmanın faturasını daha geçen ay 9 canla ödedik.Atılan taşın ürkütülen kurbağaya değmesi kafası bozuk diplomatik manevralarla sağlanamaz bana kalırsa.Arap Dünyası’nın önde gelen ülkesi Mısır bile Refah Sınır Kapısı’nı açmak için İsrail’li komandoların yardım gemilerine saldırmasına kadar bekliyorsa güç dengesinin nerede yer aldığını iyi hesap etmemiz gerekir.Sınırlarımızın ötesinden aktif bir uluslararası güç sayılma hesabını yapıyorsak kendi sınır güvenliğimizin hakkını vermemiz gerekmez mi?

Dış politikadaki konuları iç politikaya mal etmek tehlikeli bir oyun bana kalırsa.Aynı zamanda köşeye sıkışan hükümetlerin sarıldığı geçersiz bir silah.Siyasileşmiş yardım kuruluşlarını bu işlere alet etmekle yardıma muhtaç insanların dertlerine derman olunamıyor.Yaraların kanla yıkanmaya çalışıldığı Ortadoğu coğrafyasında tarih boyunca yaşadığımız sinsice arkadan vurmaların kurbanı olmaya devam mı edeceğiz?Osmanlı Devleti’nin,İngiliz altın ve silahlarıyla bu bölgede yok edilmesinin faturası şimdiki Filistin,Irak,Lübnan cehennemleri değil mi?

Yahudi ve Hristiyan alemi için aynı kutsallığı taşıyan,ölümün bayramlık elbiselerini giyip dolaştığı Vaat Edilmiş Topraklar bizler için de geri alınması gereken “Kutsal Emanetler” anlamına geliyorsa neden bu emanetlere yeterince sahip çıkamadık?Yaşam derdine düşmüş Gazze’lilerin,oyun oynarken katledilen çocukların üzerimizde hakkı bulunduğunu bilmek ile onlar haklarını alana kadar mücadele etmek arasındaki farkı anlamak bizim dirayetimize bağlı.Ama ağlamakla, sızlanmakla hiçbir sorun çözülmüyor.Kriz yaratmakla sorunların azalmasını bekler gibi ruh hali içerisindeyiz.Çaresiz kalan insanların verdiği ilkel tepkileri toplum çapında veriyoruz.

Cetvelle çizilen sınırlar arasında bölünmüş,aynı kökenden gelen insanların sırf diktatörlükler ayakta kalsın diye savaşmalarını görmek üzücü.Bizim açımızdan ise tarih boyunca krizlerin iç içe geçtiği toprakların bekçiliğini yapmış olmamız yeniden savaşacağız anlamına gelmiyor.İsrail Devleti’nin terörizmi günlük hayat pratiği yapması Hamas’ı haklı çıkarmaz.”Direniş” diye sivil insanlara roket atmaktan başka bir işe yaramayan baskıcı siyasi oluşum Filistin toplumunda iki başlığa sebebiyet veriyor.El-Fetih’den devşirme Hamas zaman içerisinde Gazze’liler için demokratik tercih olmaktan ziyade zorunlu ihtiyaç maddelerinin tedarikçisi haline gelmedi mi?Ablukanın haksızlığı Hamas’ı meşru kılar ama haklı kılmaz.Haklı olan Gazze’li çocuklardır bana kalırsa.Oraya giden doktorlar,yardım görevlileridir…Hatta ve hatta Hamas, Gazze sınırları içerisinde varlık sebebini borçlu olduğu ablukanın devam etmesini bile arzu edebilir.

Diplomasinin yumuşak yüzünün ardındaki acımasızlığa her gün televizyonlarda şahit oluyoruz.Karmaşık ve anlaşılmaz çıkarların siyaset aracılığıyla ve silahlarla halklara dikte edildiği Ortadoğu bataklığında dış politik manevralara kalkışmak Türk işi siyasetin yavan kalacağı gereksiz bir gösteridir.Kolayca istikrarsızlığa sürüklenecek dinamiklere sahip ülkemiz iç barışını sağladığı ölçüde dış politikada rahat hareket edebilir. Son günlerde yaşananlar ise iç barıştan uzaklaştıkça dış politikaya sarılan malum zihniyetin açmazlarını gülünç ve acınaklı biçimde ekranlara getiriyor.Fazla söze ne gerek?

Dış Politika(sızlık)…

İsrail komandoları Pazartesi sabahı uluslararası sularda seyreden ve aralarında bir Türk gemisinin de bulunduğu “Rotamız Filistin Yükümüz İnsani Yardım” konvoyuna baskın düzenledi.Ölüm ve yaralanmaların yaşandığı saldırının ardından gemiler Aşdod isimli İsrail limanına çekildi. Hemen hemen aynı saatlerde İskenderun Deniz Üssü’nde 6 askerimiz nöbet değişimi yaparken PKK tarafından şehit edildi.Tesadüf olamayacak kadar etkili ve eş zamanlı yapılan saldırıların aylardır adım adım tırmanan gerilimin gündeme düşen yansıması olduğunu görüyoruz.4 günde 11 şehit verilmesinin ocaklara düşürdüğü acıyı yaşamayanların Gazze’deki olaylara bu kadar tepki göstermesi vicdanımızın sıkışıp kaldığı ümmetçi kilitten kaynaklanıyor bana kalırsa.Mavi Marmara gemisine yapılan saldırıya karşılık Suriye,Mısır,Arabistan,Kuveyt acizlik gösterisinden başka ne yaptılar?Taksim Meydanı’nı “Filistin” diye inletenlerin son olaylardan sonra Gazze’deki çocuklara ne faydası oldu?

Günlerdir yardım konvoyuna “Gelmeyin!” diyen,terörü devlet politikası haline getiren İsrail’den başka bir tepki gelmeyeceğini hepimizin hesaplaması gerekirdi.Hiçbir tedbir almadan sivilleri gemilere doldurup yola çıkaranların suya tirit açıklamaları ile yetinirsek başımıza gelenlere “Kader” diyenlerin düştüğü duruma düşeriz bana kalırsa.Batı Dünyası’nın timsah gözyaşlarının ardında yatan hesap İslam aleminin güçsüzlüğünü yansıtan terör örgütlerini halkıyla beraber topyekün yok etmekten başka bir amaç taşımıyor.”Terörle savaşacağız!” diye Afganistan ve Irak’ı işgal eden,Pakistan’da iç savaş çıkartan,İran’ı nükleer silah üretecek diye vurmayı hesaplayan küresel güç,Türkiye’yi tehlikeli bir iç çatışma ortamına sürüklüyor.Açılımların yarattığı tedhiş ortamında yoksulluğa düşmüş kitleler birbirlerine diş bilerken yaşanan kutuplaşma perde arkasındaki zengin-yoksul kavgasının dışa vurumudur.

Ne yazık ki Recep Tayyip Erdoğan ile şürekasının Gazze fetişizminin kanlı karşılığı körpe yavruların biraz daha aç kalması ve masumların ölmeye devam etmesidir.Anadolu’da veya İstanbul’da yataklarına aç giren insanların dertlerine derman olamayan acizlerden başkalarının yarasına merhem sürmelerini beklemek çaresizlik hissiyatının siyaset sahnesine tercümesi değil mi?Şimdi kimse çıkıp “Dış politikayı iç politikaya alet etmeyin” demesin. Gazze Sendromu ve İsrail tamamen iç politika hesaplarına kurban edilen tehlikeli bir diplomatik adımdır.Bu riskli girişime İran’ı da ekleyebiliriz.Düne kadar Medeniyetler İttifakı’yla Batı’nın yardakçılığını yapanlar,kamu varlıklarını yabancılara peşkeş çekenlerin şimdi İslam aleminin hakkını savunuyor görünmesi şaşırtıcı bir aptallığı içeriyor.Zekamıza hakaret denilebilecek Açılım paranoyalarının ardından özellikle müslüman dünyaya Gazze Yara’sını ideolojik enerji içeceği gibi sunanların Yüce Divan’da yargılanmaları gerekir.Bu saate kadar dökülen her şehit kanından Ergenekon’u sorumlu tutmaya çalışan ahmaklar ordusunun artık İsrail’i büyük şeytan ilan etmesi hiç şaşırtıcı değil. Kendilerine inanan safları her zaman bulacaklardır.Ama şeytanın bile yanından ürkerek geçtiği adamlarla aynı pazarlık masasına oturma cehaleti/cesareti Gazze,Filistin, Kürt ya da Ermeniler üzerinden yapılmamalı.

Kısacası bu iktidar en kısa zamanda gitmelidir.Ufak adamların büyük ülkeleri yönetmelerine neden olan yanlış tercihler yüzünden hem fakir kaldık hem de umutsuz…Zor zamanlarda hızır gibi yetişen dürüst,kalıbının adamı bir isime ihtiyacımız var bana kalırsa.Kılıçdaroğlu’nu bizlere yedirmeye çalışan medya mutfağına pek inanmamak gerekir.Dün Deniz Üssü’nde ya da Reşadiye’de askerlerimizi şehit edenlerin bugün kimi isimleri hayatımıza muştulaması tedirgin edici bir müdahale cüretini gösteriyor.Oyun tehlikeli bir oyun:Özellikle Türkiye çapında bir savaş ihtimaliyle sona erebilecek riskleri bünyesinde barındırıyor.Yanılmaktan gurur duyacağım yegane kötücül kehanet bu olur bana kalırsa.Allah yardımcımız olsun…

Soykırım Tasarısı…

Ermeni Açılımı ilk somut meyvesini Amerikan Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin “Soykırım Yasa Tasarısı”nı kabul etmesiyle verdi.İşin bundan sonraki safhası Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin tasarıyı gündeme almasıyla devam edecek.Eğer Senato bu yasa tasarısını onaylarsa Başkan Obama,yasama organından geçip önüne kadar gelen krize çözüm arayacak.Belki de Soykırım Tasarısı nedeniyle her 24 Nisan’da yaşanan gerginlik bu yıl derinleşerek büyüyecek.

Şimdi çıkıp “ABD zaten Ermeni dostu.Soğuk Savaş döneminde bizi hep kullandı bu sefer AKP’yi Stratejik Ortaklık bahanesiyle kullanıyor!” diyeceğiz.Uluslararası ilişkilerin soğuk gerçeklerini duygusal kılıflara büründürmekle ne kadar doğru yapıyoruz?Tarih boyunca Rus Çarı’nın yaptığını şimdi ABD Başkanı oy kaygısıyla tamamlıyorsa olağan akışı geriye çevirmek güç iş.1915 yılı içerisinde,özellikle savaşın son dönemlerine doğru Hristiyan Ermeni Cemaati’nin İttihat ve Terakki liderlerince şifai emirler verilerek Teşkilat-ı Mahsusa tarafından savaş şartlarında göçe zorlanması gerçeği Ermeni Çetecilerin Van, Erzurum, Bayburt ya da diğer Doğu illerinde korkunç katliamlarını gizlemez.Bunun yanında göç yolunda aşiretlerin saldırılarına maruz kalan,hastalıklarla kırılan bir halk var ortada.Tehcir’in yarattığı göç dalgası Ermeni toplumunu bir daha biraraya gelemeyecek derecede ayırmıştır.Bunu hiçbir halk unutamaz.Tıpkı ASALA militanlarının 1970 ve 80’li yıllarının başında diplomatlarımızı şehit etmesini unutmadığımız, Hocalı Katliamı’nı nefretle hatırladığımız gibi.Hocalı’da 1991 yılında Ermenilerin Rus Ordusu yardımıyla Azerileri katletmesi güvenli bir ülkede yaşamanın önemini bizlere bir kez daha hatırlatıyor.Dağlık Karabağ’ı işgal eden Ermenistan devleti hala o topraklardan çekilmedi. Minsk Grubu,AGİT… adına her ne derseniz deyin, Azeri kardeşlerimizin yanında olmak boynumuzun borcu.

Duygusal problemler halinde uç veren iç çatışmaların çözümü çok zorlaşıyor.Özellikle Filistin-İsrail,Ermeni-Türk,Boşnak-Sırp,Azeri-Ermeni anlaşmazlıkları gibi aynı coğrafyayı paylaşan ancak farklı etnik köken ve dinden gelen halkların çatışmasını silahlı müdahalede bulunmadan önlemek imkansız.

Din ve kültür farklarının Soğuk Savaş döneminin göreli istikrarının yerini almasıyla yaşanan mikro-savaşlar 11 Eylül Saldırıları ile boyut değiştirmiş, İslam dünyası “Terörle Savaş” adı altında kana bulanmıştır.Maalesef tarihte tanık olunan gerçek stratejik ortaklıklar din, kültür ve ırk birliğine dayananlar olmuştur.Modern zamanlarda artık geride kalması gereken bu anlayış toplumlar içe dönük hale getirildikçe yabancı düşmanlığı ya da ırkçılık biçiminde kök salıp büyüyor. Hollanda’da, İsviçre’de, Fransa’da hatta bizde yaşanan karşı taraftan olana düşman gözüyle bakan bu zihniyet nefret ikliminin katılaştırdığı önyargıların iyice uç vermesiyle hayat buldu. Bunun adını ekonomik krizle işsiz kalanların sınıf farklılıklarının suçunu yabancı düşmanlığı haline getirmeleri olarak koyabiliriz.

Osmanlı halkının son dönemlerinde tecrübe ettiği 93 Harbi, Balkan Savaşları,I.Dünya Savaş’ının kanlı bilançosu : Yıkılan bir imparatorluk, milyonlarca ölü,dağılan aileler oldu.Büyük Ortadoğu Projesi,İslam coğrafyasının parçalanıp kana bulanması planına dayanması hasebiyle gelecek zaman ırkçı nefretin arttığı,dinin terörle anıldığı günleri beraberinde getirecek.El-Kaide,Leşker-i Tayyibe,Hamas bu örgütlerin önde gelen isimleri olarak anılacak,müslümanlar ise terörist.Peki ya burnumuzun dibinde katliam yapan Ermenistan, İsrail,ABD,Rusya gibi devletler hangi sıfatla anılacaklar?

Davutoğlu Tahran’da…

Stratejik ortağı tarafından bölgesel güç olarak addedilen Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bugün Tahran’da.Katar’da gerçekleştirilen Başbakan ile H.Clinton arasındaki görüşmenin ardından İran’ı ziyaret eden Davutoğlu’nun amacı ne olsa gerek?Tabii ki olası bir savaşa engel olmak. İran devletinin uranyum zenginleştirme işini kendi başına halledeceğini dünya kamuoyuna açıklamış olması uluslararası baskıyı arttırırken son bir iyi niyetli çaba da bizden geliyor.Tüm bunlara rağmen Tahran’ın tutumunun değişeceğini düşünmek safdillik olsa gerek. İçeride sıkıştıkça dış düşman arayan dini yönetim muhalefete baskı uygulamak için Besiç’lere daha fazla yetki ve mali kaynak ayırırken Belucistan eyaletinde Cundullah denilen sünni örgütle çarpışıyor. Maalesef Haziran seçimlerinden bu yana girdiği kargaşa ortamından bir türlü uzaklaşamadı.Sanki gizli bir el oraları sürekli karıştırmakta.Irak, Pakistan,Afganistan,şimdi Yemen ve İran…GOP (Genişletilmiş Ortadoğu Projesi) sayesinde küresel güçler savaş imkanlarını senaryolarına her türlü ihtimali dahil ederek genişletiyorlar.

Son gelişmelerden birisi Çin’in İran ile Güney Pars sahasında petrol arama çalışmalarına başlayacağını ilan etmesi.Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Rusya’nın kenara çekilmesinden sonra İran yüzünü artık doğunun yükselen gücüne çevirdi.ABD’nin füze kalkanı projelerinden vazgeçmesi karşılığında Rusya nükleer silahlanma konusunda Batı tarafında yer alıyor artık.Sınır komşumuzun diplomatik baskıların ardından ambargo, o da yetmezse havadan vurulması Türkiye’ye ne gibi etkilerde bulunur?Bana kalırsa bu kadar devletin vurulmasının ardından sırada ülkemizin olduğunu düşünmek hiç şaşırtıcı değil.ABD’nin bir zamanlar müttefik sıfatıyla el ele verdiklerini şimdi yok etmeye kalkışması 25 sene sonra neler yaşanabileceğini gözler önüne seriyor.

İktidar partisinin küresel gücün tüm isteklerine evet demesine rağmen Ermeni Soykırım Tasarı’sının Senato ve Temsilciler Meclisi’nde kabul edilme ihtimali günden güne artıyor.İşte size Kürt ve Ermeni Açılım’larının bonusları.Araya sıkıştırılmaya çalışılan Alevi,Roman Açılımları ise sadece göz boyamak amaçlı bana kalırsa.Halk, işsizlik ve açlıktan kırılırken bir yerlerden talimat alarak yola çıkanların sonları hüsranla bitecek gibi.Bu arada AB’den hiç bahsetmiyorum.Zira Kıbrıs konusunda istediklerini almadıkça yazılan raporlar hep Rumlar lehinde çıkacak.

Karamsarlıktan öte bir gerçekçilik bana ekonomideki gerilemeden miras kaldı.İki senedir yürütülen IMF görüşmeleri halen devam ediyor. Ergenekon Davası,3.Ordu Komutanı’nı şüpheli sıfatıyla adliyeye çağrılmasından sonra ilginç bir hal aldı.Tıpkı İsmailağa Cemaati’ne karşı sürdürülen operasyonun savcısı İlhan Cihaner’in ev ve işyerinin aranması gibi…Osman Şanal,tutukladığı devlet görevlilerinin yanlarına yenilerini ikame etmeye çalışırken hukukun aldığı yara kimsenin umurunda değil.

Tüm bu yaşananlar Habur’da PKK’lıları davul zurnayla karşılayanların mahkemeleri siyaset alet etmelerinin acı örnekleri.Tarihe şahitlik ederken tepkisizliğimiz nedeniyle gelişmeleri anlamlandıramıyoruz Küresel Güç, ülkemizi çoktan işgal etmiş kendi kurallarını taşeronlar aracılığıyla bizlere dayatıyor.Halkın bir lokma bir hırka anlayışı adım adım yok edilirken açlıkla imtihan edilen kitleler sokakları adımlamaya devam edecekler.Askerin siyasete alet edilmesi safha safha gerçekleştirilirken Kozmik Odalar’da itibar kaybedenlerin çuvalcı generali Ankara’da ağırlaması bu itibar zedelenmesinin toplum düzeyindeki karşılığını elimizdeki ekmeğin gitgide azalmasıyla ödüyoruz.Uzatmayayım.Katar’da Başbakanımıza bazı buyruklar sunanlar GOP senaryolarını çoktan uygulamaya koydu.Neyse bu kış uykusu da geçer.

Azeri Açılımı…

Salam politikası benzeri taviz alma yöntemleri küresel diplomasinin başlıca ayak oyunlarından birisidir.Bunun en taze örneğini Ermeni Açılımı sürecinde görebiliriz.Minsk Grubu üyeleri,başta ABD ve Rusya olmak üzere -Dağlık Karabağ’ın Ermeni güçler tarafından kanlı şekilde işgal edilmesiyle başlayan- Azeri-Ermeni anlaşmazlığını sözde gidermeye çalışırlarken Türk tarafını Ermenistan ile gizli protokollere imzalamaya zorlamaları halihazırdaki salam politikasının verimini karşı taraf nezdinde arttırıyor.Azeri devletini küstürme bahasına imzalanan protokoller Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nden koşullu olarak kabul görmesinden bu yana Açılım bizim için açmaza dönüştü. Satranç oyununda karşı tarafa şah çekerek onun değerli taşını kazanmak gibi 24 Nisan günü ABD Senatosu’nda Ermeni Soykırımı da dahil olmak üzere toprak bütünlüğümüz yönünden bile kıskaca alınmamız Ekim ayında altına attığımız imzaların can acıtan sonuçlarından birkaçı sadece.Hocalı Katliamı dünyanın gözleri önünde Azerilere yaşatılırken o çok insan sever hümanistler neden ses çıkarmadılar?

Aslına bakarsanız Açılımlar konusunda bu kadar yaygara çıkarmamın nedeni ülkemizin geleceğinin mevcut siyasi iktidarın kör gözüm parmağına attığı adımlarla karartılmasından kaynaklanıyor.Cümle alemin “Başıma bir şey gelir mi?” korkusundan nemalanan paranoyak bir Türkiye sizi bilmem ama şahsen benim hayalim değil.Açılımları,Darbe senaryolarını bir yana bırakın AB ile baştan savma başlık açma girişimleri bile iktidarın zihni yetersizliğinin diplomasi sahasına vuran yansıması olarak duruyor.Kıbrıs Sorunu’nda devşirme Annan Planı’na dört elle sarılıp sırf Avrupa Birliği’ne şirin gözükmek için Rumlara meftun Mehmet Ali Talat başkanlığındaki Kıbrıs Türk halkına onaylatmak AKP hükümetinin diplomasi sabıkalarından yek diğeri.Geçen yılın sonuna kadar Rum Kesimi’ne hava ve deniz limanlarını açmak zorunluğunun ertelenmesiyse AB ile yaşanan Kıbrıs anlaşmazlığının giderek daha ciddi bir hal kazanacağının işaret fişeği gibi duruyor.

Ermeni Açılımı konusuna geri dönersek bu saatten sonra bize Azeri Açılımı yapmak lazım gelir diye düşünürüm. Azeri yönetiminin ucuza sattığı doğalgaz fiyatına zam yapmak istemesi Ermenistan ile yakınlaşmamızın kazıkla şekillenen sonuçlarından birisi sadece.Tabii,bu fakirin sözü üç beş okuyandan başkasına duyurulmaz ama olsun. Laf bizden çıksın gerisini zaman gösterecek. İçeride kan kaybederken dışarıda taviz vermek mevcut iktidarın yanlışlarını çoğaltıyor.