Palavra Palavra…

Mayıs ayı işsizlik rakamları henüz açıklandı.Devletin istatistik kurumuna göre işsizlik oranı Mayıs-2010 döneminde 2009 yılına göre %2.6 azalarak %11 düzeyine gerilemiş.Tarım dışı işsizlik oranı %13.8 iken genç işsizlerin oranı %19.8.Bu rakamlar size bir anlam ifade etmiyorsa lafı uzatmadan sadede gelelim:Yaz aylarının etkisiyle enflasyonda yaşandığı gibi işsiz sayısında da göreceli azalma bekleniyordu.Verilerin önceki ayları içermesi sayesinde hükümet halkın gözünde gelecek dönem içerisinde işsizliğe karşı başarı kazandığı gibi bir sanrı uyandırmanın hazırlığı peşinde.Tüm bunlara rağmen mevsim etkilerinden arındırılmış istihdam, işsizlik ve işgücüne katılım oranları ya değişmemiş ya da olumsuz yönde değişmiş durumda.

Yok yere umutsuzluk yaratmak gibi bir niyetim yok ama açıklanan her veri tedbirleri geriden gelen bir ekonomi yönetiminin piyasada yarattığı şaşkınlığa işaret ediyor.Şöyle ki 2011’de Mali Kural’a geçileceğine dair yapılan yüksek perdeli açıklamaların yerini seçim yılının getirdiği yatırımcı bakanlıkların istekleri aldı.Düştüğü söylenen fiyatlara bakıp neden başta et olmak üzere -özellikle Ramazan ayının gelmesiyle- gıdada etiketler hala yükseklerde uçuyor?Kimse bana kalkıp genel düzeyde %8 enflasyon oranının gerçek olduğunu ileri sürmesin.Bu rakamları derleyip toplayanlar bile hayat pahalılığından şikayetçiler.Kira,gıda,ulaşım,giyim ve diğer harcamaların her ay bir önceki aya düzenli olarak yükseldiğini haykırmak birilerinin işine gelmiyor sanırım.Durgunluğun piyasada sebep olduğu baskı yüzünden fiyatlara zam yapamama alışkanlığı ileride patlama düzeyinde bir pahalılığa neden olacak.Doların yükselme ihtimali gerçekleşirse milli paramızın alım gücünü kötü yönde etkilemesine ek olarak ihracat rakamlarının üretimin azalmasıyla birlikte düşeceği bir döneme adım atacağız.

Haziran ayından itibaren sanayi üretiminin gerileme yönünde ivme kazanması çift haneli büyüme rakamı palavralarına inanma zamanının geçtiğini gösteriyor.Bana kalırsa ekonomi 2007 yılından bu yana iyi durumda değildi.2001 Krizi’nin yaraları halk seviyesinde hala sarılamamıştı.Borsamızın 58.000-60.000 bandında demir atması yabancıların ve bir avuç yerli zenginimizin ortalık sakinken para kazanmasına yol açmaktan başka bir işe yaramıyor.Evine ekmek götüremeyenlere ekonominin iyi olduğunu söylemek o insanlarla dalga geçmekle eşdeğer.

Azaldığı söylenen işsizlik,düşük gelen enflasyon rakamları,düşük kur ve faiz ile yükseklerde gezinen borsa;tüm bu kandırmacalar sırf bir dönem daha iktidarda kalmak zorunda kalan hükümetin -tıpkı referandumda olduğu gibi- seçimlere kadar durumu idare etmeye çalıştığının sayısal verileri.Aynı zamanda özelleştirmelerin olanca hızıyla sürdürülmesi bütçeyi denk tutmanın başka bir yolu olmadığının işareti gibi duruyor.Yıl sonuna kadar 10 milyar dolarlık kamu varlığı satışından elde edilecek gelir önceki satışlarda olduğu gibi gelir dağılımını daha da bozarak gelecek yıllarda mutlak yoksulluğu azgınlaştıracak.

Tüm samimiyetle inandığım bir gerçeği sizlerle paylaşmak isterim: Medeniyetler İttifakı Eş Başkanı seçilen Başbakanımızın küresel dünyada süregelen rant paylaşım ekonomilerinin başta gelen siyasi destekçisi sayılması yokluğun kışkırttığı sokaklarda güvenle gezemeyeceğimizin meşum bir işareti değil mi?Kızgın kalabalıkların türlü çeşitli bahanelerle sindirilmeye çalışılması patlamaya hazır sosyal bombanın parça tesirlerini her tarafa yayarak arttıracak.Bugünden yarına etraflıca tedbir alınmaması halinde 2011 senesi,2001 yılını hatırlatacak derecede güçlü bir kaosa takvim yılı olarak eşlik edecek.Ardından gelen sosyal ve siyasal sarsıntılar iktidarları daha sert tedbirleri almaya zorlayacak.

Sosyal küremizde görünenleri söylemek bencileyin bana düştü. Yaşananlara kısa bir açıklama getirmek gerekirse: Ne zamandır toplumbilimin nesnel kuralları harekete geçmeye başladı.Olan biten sadece bu…

Referandum…

Ankara’da 78 gündür süren TEKEL eylemi bugün sona erdi.Bir aylığına tatile giren işçiler çadırlarını toplayıp evlerine geri dönüyorlar.Danıştay’ın kararıyla nefes alan TEKEL işçileri bir yandan da sendikalarının eylemlerine ara verme kararına anlam veremediler.Haberlere bakılırsa polis zoruna gerek kalmadan çadırlarını elleriyle sökenler 1 Nisan’da yeniden Türk-İş binasının önünde eylemlerine devam edecekler.Hakkını arayan emek kesimi karşısında zora düşen sermaye temsilcisi hükümet güvenlik güçlerini devreye sokmadan Tek-Gıda İş Sendikası geri adım attı.Su faturasını ödeyemediği için gözleri görmeyen,felçli 79 yaşındaki Dursun Ersellegil 4 günlüğüne hapse atanların işçilere merhamet etmesi zaten beklenemezdi.Böylelikle ivme kazanan hareket akamete uğradı.

İktidar partisi AKP kendisine gereken zamanı kazandıracak anayasa değişikliklerini gerçekleştirmek için düğmeye bastı.Bu süreçte MHP ve CHP’nin desteğine ihtiyaç duymadığını ifade eden Başbakan muhalefet partilerini referandum kültüründen haberdar olmamakla suçladı.”Yumruğunu sıkanlara elimizi açamayız” diyen Erdoğan, zaman geçirmeksizin harekete geçmeyi planlıyor.Anayasa değişikliklerinde kilit parti olan BDP ise pazarlık masasına oturarak seçim barajını düşürme çabasında.Her iki partinin toplam oyları kabul yeter sayısına ulaşmaması durumunda değişiklikler konusunda halka başvurma yolu açılıyor.İşte zurnanın zırt dediği yer burası. Yargıyı köşeye sıkıştırmak amacıyla HSYK ve Anayasa Mahkemesi’ne üye seçiminde kendi lehlerine değişikler planlayan iktidar kanadı erken bir genel seçimi de engelleme gayreti içerisinde.Ergenekon Davası’nı Erzincan’a kadar yayıp Başsavcı İlhan Cihaner ile 3.Ordu Komutanı Saldıray Berk’i de katan AKP,Darbe Belgesi’nin gerçek olduğunun dört ayrı incelemeyle sabit bulunmasıyla hızlıca harekete geçti.Geçen haftaki zirvede Balyoz Darbe Planı’nda isimleri geçen emekli kuvvet komutanlarının tahliyesi karşılığında yapılan anlaşma Dursun Çiçek’i içeri atma gayesiyle sürüyor.Böyle giderse gelecek günlerde tutuklananlar arasında İlker Başbuğ ve Işık Koşaner’de yer alacak.Emekli Genelkurmay Başkanları Yaşar Büyükanıt ile Hilmi Özkök, hükümet yanında TARAF tutmalarının karşılığında rahatsız edilmeyecekler sanırım.

Gizli ve satılmış tanıklar,yasadışı telefon dinlemeler,geceyarısı ev baskınlarıyla sürdürülen Ergenekon Soruşturması yurt çapına yayılan bir psikolojik terör eylemi halini aldı.Demokratikleşmenin tersine teyellendiği bu soruşturma:Türkiye Cumhuriyeti devletinin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında yeniden biçimlendirilmesini hedefliyor.Ilımlı İslam ülkesi olma yolunda geri dönülmez bir yola girdiğimiz mevzubahis.Soğuk Savaş dönemindeki Yeşil Kuşak teorisinin ısıtılıp Medeniyetler İttifakı sosuyla müslüman ülkelere sunulmasını yeniden yaşıyoruz. Büyük Oyun’un üzerimizde dikilmiş provasıyla elele veren Ergenekon Davası devam ederken akıllara seza bir referandum kampanyası zaman kazanma açısından Türk tipi siyasette can simidi misali durmakta.

Ekonomik durum kötüleştikçe sokaklar güvensizleşiyor,siyaset ısınıp sinirler geriliyor.Boş teneke çok öter cinsinden açıklamalar kutuplaşmayı arttırmaktan başka bir işe yaramamakta.Ne yazık ki toplum çapında düşman pususuna düştüğünü göremeyen bir körler ülkesi haline getirildik.

İMAM….

Serçeler gürültüme uyanarak penceremin önündeki boynu bükük ağacın dallarından pırpır havalandılar..Ademoğlu güneşin tazecik ışıklarını bu ufaklıklar cıvıldaşarak su içmeye gelince daha da içinde hissediyor.Toprak, şafakla beraber karanlıkları üzerinden sıyırıp sabah kıyafetlerini üşenmeden seçip giyinirken umudun o dingin şarkısını evrenle uyum içerisinde dinlemek benim gibi öfkesine sürekli yenik düşmüş birisine ne kadar uzak kalmış his idi.Şimdi,hatta hiç ölmeyecek biçimde şu anımdaki sonsuzlukta adına yaşam denilen kaderle karılmış olan o insanlık macerasını böyle cümle özentileriyle paylaşmak istedim sizlerle.Umudun şerefine yıkanıp giden pislikler, onun aşkına unutulan pişmanlıklar uyandığım her sabahın ilk duası oluyor.İşte bu saatlerde tabiat ana yalanlardan bıkmış gözlerime tadına doyulmaz resimler seriyor fütursuzca.

Birşeyler yazmak istiyordum.İçimdeki yazma güdüsü karşı konulmaz hale gelince gerçeklerle hayalgücüm el ele verdi.Ve karşınıza aşağıda karaladıklarım çıktı.Tarihi yeniden yazmak imkansız değil ama geleceği yaratmak pekala mümkün.Sizinle paylaşacağım o hayal benim iflah olmaz arzum olmaktan öte sanki gelecekte yaşanması muhtemel kehanet öyküsü.Meşum olduğu kadar masala dönmüş ve bizlere mal olmuş bir hayatın ömür güncesi bu.

Edebiyat mı yapıyorum?Bırakın yapayım,her anım kendimle başbaşa geçerken yalnızlığımın üstüne kelimelerden örülü bir çuval örteyim.İğneyi kendime batırırken çuval deyince aklıma benim ve ülkemin yakın tarihi düştü bile. 2 Temmuz 2003 Süleymaniye…ABD askerleri,Türk özel kuvvetlerine baskın düzenlerler.Tıpkı Ergenekon Davası’nda olduğu gibi önemli birisine suikast düzenleyecekleri iddiasıyla askerlerimizin başına çuval geçirip, ellerini kelepçelerler.Üstelik ordunun üst kademesinden hiçkimse Amerikalılara karşı koyun emri vermez.Böylesi bir tepkisizlik ileriki tarihlerde komuta kademesine çok acı sonuçlarla geri dönecektir ya.

Skandal olaya en başından beri şahit olan kahramanımız karşı tarafın en üst derecedeki ikinci muhatabına durumu haber verir.Muhatabı askerlerin sağ ve sıhhatte olduğunu söyler ama bizimki tatmin olmaz.Sanki geçmişinden bahsederken geleceğinin hamurunun tüm bu anların toplamından ibaret olduğunu için için sezer. “Ben de hapse düştüm. Parmaklıklar arkasında ne yaşandığını iyi bilirim.Hemen askerlerimi serbest bırakın!”deyip, kestirir atar. Yine damarı kabarmış,benliğini yaratan onulmaz öfkesi aklının o incecik yollarını çiğneyip geçmiştir.İkinci önemli adam, gereğini yapacağını söyleyerek başından savar bizimkini.Oysa 1 Mart Tezkeresi’nin Meclis’ten geçmemesinin acısı yeni yeni çıkmaya başlamıştır.Zülfikar Ali Butto ne söylemişti?:”ABD, fil gibidir. Kinini içinde tutar, yeri geldiği zaman kusmak üzere elbet.”

Evet,yılların NATO müttefiği, Irak işgaline engel olduğunu düşündüğü herkese:Orduya,muhalefete ve tabii kahramanımızın lideri olduğu siyasi düşünceye ders vermek istemiş,dönemin Savunma Bakan yardımcısı olan zat: “Türkiye,ayağa kalkıp hatasını kabul ederek, özür dilemelidir!” sözlerini sarf edebilmişti.Müstemleke idarelerinin sömürge valisi gibi emir buyurarak.Halkın yoksulluktan bıkıp usandığı,çaresiz bırakıldığı kanla çizilmiş insan coğrafyasında yalanların ardındaki gerçek nice zorluklarla kurulan Cumhuriyet devletinin birilerinin taşeronu haline getirilip, dostlarının! suikast planlarına kurban edilmek istendiğiydi.Milliyetçi olmanın Mütareke Döneminde olduğu kadar tehlikeli hale gelmesiydi gerçek.Sanki Damat Ferit,Vahdettin yeniden mezarlarından hortlamış, kabuslarımızın tapu belgesi olan Sevr Muahedesi gizlendiği mahzende semirtilerek yaşayan bir ölü gibi hayatımıza fırlatıp atılmıştı.İleriki bölümlerde kahramanımız ne diyecekti “Korkularım,hayallerim olmuştu.” İşte halkın korkuları geleceğini çepeçevre kuşatmış,toplum denen koca başlı aile hastalığını seven kişilikler misali acınası biçimde dününe sarılmıştı. Diğerleri ölsün bana ne gam diyebilecek noktaya getirilmişti.Böylesi dev gibi büyüyen günlerde yokluğun adı konmamış, çetin inadına mayası bozukların ihanetleri devşirilecekti adım adım .

Yaşananların ardından Bağdat’taki Türk Büyükelçiliğini korumakla görevli beş özel harekat polisi yine Irak sınırları içerisinde şehit edilmişlerdi.Polislerin cenaze töreninde kahramanımız şu dizeleri terennüm etti:”Ey, şehit oğlu şehit isteme benden makber.Sana ağuşunu açmış duruyor peygamber.”Ama gidenler geri gelmiyordu.Habur’da ala-ü vala ile karşılanan teröristlere benzer biçimde davulla zurnayla,toy düğünle karşılanmaları gerekirken kefenlerini görev yolunda dikip,yavrularına hasret gidiyorlardı.

Yazılan senaryo kanla acının el ele verdiği yepyeni bir dünya düzeninin mutlak kaosunu içermekteydi. Türkiye, bu planın yalnızca ana istasyonlarından ibaret değildi.Büyük Ortadoğu Projesi’nin taşeronluğunu yapacak siyasal partinin başında bulunduğu cepheydi aynı zamanda.Oysa Türkiyem, seçilmişlerin ancak atanmışlar kadar siyasi meşruiyete sahip olduğu darbelerle demokrasi hayalinin silik bir ufuk çizgisinde dans ettiği destanlar ülkesiydi.

TEKEL işçilerinin ekmek kavgalarını sokağa taşımaları yazılan kötücül senaryonun halktan uzak,devlete yakın imkansız siyaset anlayışına armağanı olmuştu.Aç kalan kursaklara hiçbir dua çare olmuyor,işsiz babaların evlerinde cinnet geçirmelerine,annelerin sütten kesilmelerine neden olan töreden ibaret kalmış dindarlık artık vesvese getiriyordu. Tohumları yalanla sürülmüş çorak toprak sel sularıyla yıkandığında dipten gelen kopkoyu tortuyu yasaklarla örülmüş hiçbir set durduramazdı.Ankara,taşkın selinin karşısında savunmasızdı ve dünyayı yok edenlerin arzularına birlikte kaşık sallayanlar gürül gürül,kasla,etle,direnişle dolu gelen bu akışı asla geri çeviremezlerdi.Savaş,silahların susmasıyla bir başka biçimde yeniden başlamış,saflar tutulmuş mutlak çoğunluğun hakim azınlık karşısındaki sürgit mücadelesi kitaplara,gazetelere,örün ağlarına yeni tarihleri,toplumsal hareketleri müjdeliyordu.

Dedim ya, umut tükenmezdi.Halkın bükülmez bileğini sahtekarlıkla kıvırıp; buhranı, sefaleti tehditle bastırmaya çalışmak yakın tarihin bildik görüntüleriydi.Aslında Silahlı Kuvvetler siyasete yan kapıdan -Ergenekon kapısından- girmiş,açılan davaların ardından intihar eden, tutuklanan subaylar,dağılan aileleri ordunun başlıca iç güvenlik meselesi haline ulaşmıştı.Bu süreçte yıllardır en güvenilen kurumun mensubu sayılanlar yıpratılarak pasif duruma düşürülmüşlerdi.Sınırlarını koruma refleksini kaybetmeleri yüzünden Kozmik Oda’larına rahatlıkla girilmesinden öte, kurum içerisinde sürgit yaşananlar subaylarına ve kendilerine duyulan sarsılmaz inancın da sorgulanmasına yol açıyordu.Sanki halk ayağa kalktıkça, ordu susuyor ve bu garip suskunluk bir yerlerden emir bekliyorlar iddialarına sebep oluyordu.Anlamlandırmaya çalışmakla kalmayıp, birebir görgü şahidi olduğumuz komplo dolu günler perde arkasında yazılırken istihbarat kuruluşları bu hikayeleri TARAF gibi gazetelere servis etmeye devam ediyorlardı. Millet bu işin içerisinde yoktu.Ama şimdilik…Son gülen iyi güler, bu sözü hiç yabana atmamak gerek.

(DEVAMI GELECEK)

Kim Kazançlı Çıkar?

Yargı ile hükümet arasındaki çatışmanın yarattığı karşıt iki grup birbirini sürekli suçluyor.Bizler, AKP’nin yargıyı siyasallaştırdığını, demokratikleşme adı altında Ergenekon Davası’nı bahane olarak kullanıp siyasi görüşlerine muhalefet edenleri içeri atmakla suçluyoruz.Onlar ise bizleri; darbeci, demokrasi karşıtı, asker ve yargıya sırtını dayamış, halkın oyuyla iktidar olan partilerini kapatmaya çalışan güruh olarak görüyorlar.Kim haklı kim haksız bunu zaman gösterecek.Yarın öbürgün yakın tarihin belgeselini yapacak tarafsız isimler gerçekleri tüm çıplaklığıyla önümüze koyacaklar. Şimdiki tartışmalar gerilen sinirlerin boşaldığı bir fay hattı arızası sanki.

Ekonomi gemisinin fırtınalı denizde kıyasıya mücadele ettiği kriz dönemlerinde kaptanın mahareti esastır.Bizim geminin kaptanıysa ikbal derdine düşmüş bir taşra politikacısına benzer biçimde yıpranmaması gereken değerleri sığ tartışmalara malzeme ediyor.HSYK’nın son kararını yargının bağımsızlığına darbe olarak niteleyip cemaatlere soruşturma açan Erzincan Başsavcısı’nı bundan hemen önce içeri attırmak hangi hukuka sığar?İktidar kanadı yetkililerinin Özel Yetkili Savcılar eliyle AKP hukukunu yargıya usul usul giydirmeye çalışmaları oynadıkları oyunun tehlikesini gözler önüne seriyor.

Cemaat ve tarikatları sivil toplum kuruluşları diye nitelendiren zihniyet söz ABD’den açılınca nedense esas duruşa geçiyor.Sınırlarımızın hemen ötesinde İslam ülkelerine ABD tarafından yapılan saldırılar hiç itibara alınmayıp sonu belli olmayan açılımlara tevessül ediliyor.Kendi elleriyle seçtikleri Cumhurbaşkanı tarafsızlığa zıt tüm hükümleri görevi süresince icra ederken AB’ye uygun bir Yargı Reformu yapılmasını yüksek sesle dile getiriyor.Sanki Anayasa Mahkemesi,HSYK,Yargıtay,Danıştay yasalardan habersiz organlar.

Sorunun özünü yürütmenin yasama ve yargı erkleri üzerinde baskı kurması teşkil ediyor dersek güncel ama eksik bir saptama yapmış oluruz. Sosyal sınıfların varlık-yokluk kavgası içinde bulunduğu bir Türkiye tablosunda açların sesleri yönetenlere ulaşamadığı için mevcut çatışma bürokrasi görünümünde kendisini ifade ediyor.Asker-Yargı/Hükümet zıtlaşması bozuk ekonominin su kaynatması gibi bir şey.Ergenekon Davası siyasi iradenin kendi zenginlerini yaratmasına karşılık ranttan uzak kalanların hukuksuzluğa heves etmeleri olabilir mi sizce?Güç olgusunun birey bazındaki çaresizliğe en uygun ilaç olduğu tespitinde bulunursak iktidarsızlıktan dolayı yaşadığımız bireysel terör gerçek hakimlerin bizlere uzaklardan bakıp güldüğü günlük hayat pratiği sanki…Kaosun matematiği gelecek günlerde safların ve yumrukların sıkıldığı çetin bir denklemi işaret ediyor.Yokluğun azdırdığı insanların sokakları geçilmez kıldığı savaş zamanlarını gördüğünüzde dediklerimi daha iyi anlayacaksınız.Altyapı tümüyle değişirken derinden gelen depremin yarattığı şiddet dalgası daha ekonomiyi vurmadı.İnşallah yanılırım…

Toplum ve Derin Devlet…

Birbirleriyle zincirle bağlanmış gibi görünen olaylar süreci yakından irdelenirse aralarında bazı derin bağların olduğu görülür.Ergenekon Davası’ndan tutun Darbe Belgesi’ne,Kürt Açılımı’ndan Ermeni Açılımı’na, Reşadiye saldırısından tutun DTP’nin kapatılmasına kadar dolu dolu geçen 2009 yılı temelde çatışan iki gücün varolduğunu bizlere işaret ediyor.

Devletlerarası kavganın coğrafyamızda halen sürdüğü düşünüldüğünde kurumlarımız arasındaki çatışmanın sokaklardaki izdüşümü şiddete meyilli etnik kimlik ifadesiyle hayat buluyor.Cümlenin Türkçe meali şu:Gelir dağılımını ağır biçimde bozan son 15 senedeki üç ekonomik kriz (1994-2001-2008 Krizleri) halkın yaşam şartlarını oldukça zorlaştırdı.Orta sınıfın gelir kaybına uğraması doğal olarak A sosyo-ekonomik yaşam düzeyi ile diğer toplum kesimleri arasında uçurum düzeyinde varlık farklılaşmasına neden oldu.Vücudun omurgası kırıldığında ayakları tutmaz olur,beynin verdiği emirler sinirlerin dumura uğramasından dolayı yerine getirilmez. İnsanları isyan noktasına getiren varlık-yokluk kavgası artık örtülemediği için Kürt Açılımı (Kürt-Türk kutuplaşması) şeklinde kristalize edilmiştir.

Uzun zamandır sosyal antropologların üzerinde deneysel saha çalışması yaptığı Türk toplumu bilinçli ve tehlikeli şekilde güdüleniyor.Bu derece keskin bir gelir farklılığı ortamında tutunacak dalı olmayanlar yoksulluklarının kaygısını dini,etnik yahut sınıf bilincini uyandırarak gidermeye çalışmaktadır.Ekonomik altyapının düzelmeyecek şekilde bozulması geniş bir kesimde umutsuzluk,şiddet,kışkırtılmaya açık olmak gibi duygulara yaşam imkanı sağlıyor.

Temcit pilavı gibi söylediklerimden kastım şu:Derin devlet artık harekete geçmiştir.Bu irade ise bizlerin hep aleyhinde sonuçlandı.Kutuplaşmanın iyice derinleştiği göz önüne alındığında ekonomide yaratılan artı değerin yeniden paylaşılmasının önüne geçilmek isteniyor.

Son sözüm şöyle.Bizleri böylesi duruma getiren yıllardır üzerimizde uygulanan ekonomik şiddettir.Farklı kesimlerde birbirlerinin düşmanı gibi görünenler aslında aynı davanın savunucuları gibi.Küresel dinamiklerin paylaşım kavgasında yerel güçlerle çatışması yeni bir dünya düzenini somutlaştırırken,Türk toplumu ekonomik demokrasiyi bir türlü hale yola koyamadığı için arkaik alışkanlıklarını hatırlamaktan başka bir çare bulamıyor.Sosyal psikoloji açısından PKK bizim toplumsal travmamızdır.Ve bizler tedavi olmak istemediğimizden dolayı travmasını seven patoloji sahipleri gibi hareket ediyoruz.Çözüm yolunda hareket etmek akılla hareket edenlerindir.Bu kadar bağırış çağırış arasında akıl nerede duruyor sizce?

Sokaklar Eylem Tarlası…

Bu hafta, 25 Kasım tarihinde memurlar iş bırakacak.Yani sokaktaki vatandaşın günlük sıkıntı takvimine şanlı şerefli bir çentik daha atılıyor.Memurların isteklerini sokaklara düşerek anlatmak zorunda bırakılması yılların ihmal edilmişliğinin göstergesi.Bilinen konu şu: Türkiye’de haddinden fazla memur istihdamı var,üstelik verimsiz çalışıyorlar.İşini yapan dürüst memurun sonu ya sürgün ya geri hizmet. Topluma yansıyan çürümenin daha beteri devlet dairelerinde mevcut.Kimi kamu işyerlerinde rüşvetsiz iş yapan adam azınlıkta kalıyor.Bu hantal ve niteliksiz yapının doğal sonucu ay sonunu zor getiren memur kesimi olmakta.Özel sektörün aksine kamu kesiminde çalışanların bazı istisnalar dışında ömür boyu iş garantisine sahip olmaları vatandaşın hizmet talepleri karşısında kayıtsız kalmalarına yol açıyor.

Memurlarla belirli süreli ve performansa dayalı iş sözleşmesi yapılması karşılığında grevi de içeren toplu sözleşme haklarının karşılanması mantıklı bir çözüm yolu.Kendilerinden iş yapmalarını bekliyorsak adam gibi çalışma koşullarının sağlanması toplumdaki her kesim için önemli bir adım sayılır. Diğer önemli nokta ise verimli hizmet üretmek talebinin sadece kamu çalışanlarından beklenmemesi gerçeği.Özel sektörün üretim altyapısı kimi yönlerden çağdaş koşulları karşılamaktan uzak.Bilgi toplumunun yaratılması eğitimle nitelik kazanmış işgücü ile sağlanabilir.Kısmen sanayileşmiş kısmen tarım toplumu olarak tanımlanabilecek Türk ekonomik düzeni aşiret tarzı üretim ilişkilerini profesyonel meslek sahibi olmanın düzeyine eriştirmekte zorlanıyor.

Kamu kesiminin hantallığı,oradaki rüşvet çarkı sade vatandaşın bal tutan parmağını yalar zihniyetinin bürokratik düzeyde temsili.Özel sektörümüz bu konuda yukarıda sayılan özelliklerden bigane değil.Bizim en önemli ekonomik sorunumuz verimsiz üretim altyapımız ile nitelikli insan kaynaklarının dünya çapındaki değişimleri karşılamakta zorlanması.Küresel kriz denilen finansal kırılma,varolmayan bir ekonomik değerin kredi mekanizmasıyla kitlelere ulaştırılması değil mi?ABD’de gelişmiş finansal araçların piyasadaki egemenliği kapitalizmin son derece ilerlemiş olmasının doğal bir sonucu. Ülkemizde AB ve IMF çapalarına bağlanan 200 yıllık modernleşme maceramız eğitimli insanlara sahip olup,verimli üretim ilişkilerine dayanmadıkça ekonomik krizlerimizi siyasi zanneder, içeride ve dışarıdaki gelişmeleri anlamaktan aciz kalabiliriz.

Krizle Gelen Krizle Gider…

Başlık, Deniz Baykal’ın söylediği “AKP ile gelen APS ile gider” cümlesine benzer biçimde yazılsa da CHP Lideri’ne sahip olan anlam ve popülizm sığlığını taşımıyor.İşin türkçesi şu:2001 Ekonomik Krizi, 2002 seçimlerinde koalisyon partilerini silip süpüren AKP iktidarına kapıyı açtı.2008 Ekonomik Krizi’ni çifte kavrulmuş yaşayan seçmenler iktidarın performansını yakın zamanda yapılma ihtimali olan seçimlerde değerlendirecektir sanırım. Güçsüzlüğünü ortaya Darbe Belgeleri saçıp gereğini yapmadan oturmakla ispat eden siyasi irade şimdi de bürokrasi içerisinde kendisine karşı olan isimleri bertaraf etmeye çalışıyor.

Krizin dut yemiş bülbülü olma çaresizliği iktidar kanadı politikacılarını mikrofonu eline her aldığında vaaz verme sevdalısı yapıyor.Ne zamandır sahte açılımlarla oyaladıkları halkın evine ekmek götürememesi onlar için hiç mühim değildir.İkbal derdine düşmeleri son perdeye doğru olanca hızla koşmalarına neden oluyor.Korkuları eni konu damıtıp bizlere acı ilaç diye içirmeye kalkmaları casus kulaklar,yokluğa düşürme,psikolojik baskı altına alma girişimleri Made in USA tarzı nostaljileri anımsatıyor.Andıç demokrasisinin kulaklara hoş gelmeyen darbelenmeleri hakim, albay,savcı tutuklayıp,dinleyerek çözülmez.Ekonomik demokrasiyi kotarıp, gelir dağılımını insan gibi yaşama imkanlarına bağlama basiretini içerir.İçerir de nerede bizde o yürek, akıl,cesaret.Derin çalkantıların salladığı Türkiye gemisi bilinmez bir limana demir atmadan evvel erken seçim yollarına çıkmak elzem olmuştur.Boy boyladık,soy soyladık…

Mektup Kardeşliği…

Geçen hafta, Açılım hakkında Ana Muhalefet Lideri ile Başbakan arasında mektup tartışması yaşandı.Ancak kendi kendine gelin güvey olan bizler ve siyasiler tarafından ortaya karışık gündem sayesindeyse konu çarçabuk unutuldu gitti.Kaosun matematiği olmaz diye düşünürsek yaşanan belirsizlik ve diyalogsuzluk ortamında tüm kurumlar üzerine düşen edimleri yerine getirmekte sıkıntıda kalıyorlar.İki tarafın kendi gündemlerini birbirlerine dayatmaları altından kalkılamayan sonuçları beraberinde getirebilir.

Malum, Meclis bugün,Abdullah Gül’ün konuşmasıyla yeni yasama yılı için açılış oturumunu yapacak.DTP’lilerin ifade verme krizi, sınır ötesi harekat tezkeresi,açılımlar…gibi konular ekonomik kaynaklı depremin öncü sarsıntıları.Bana kalırsa yöneten ve yönetilen arasında yaşanan uçurum halk nezdinde tartışmaların önemini azaltıyor.Unutmaya hevesli balık hafızamızla yaşadığımız günleri anlamlandırmaktan uzak kalıyoruz.

Açılım sürecinde yaşanan kamplaşmalara karşı ciddi herhangi bir tedbir alınamadı.Her alanda ciddi kan ve zaman kayıpları yaşıyoruz.Dünya değişirken değişememe sancılarını yaşamak sadece bize özgü bir durum olmasa gerek.Kaosun bize özgü olan kısmı yanlış adamları doğru mevkilere seçmek olabilir.

Residence Cumhuriyeti…

Donald Trump, Amerika’nın emlak kralı olan bir isim.Avrupa’daki ilk gayrimenkul yatırımını Trump Towers olarak Şişli’de sürdürüyor. Ortalama metrekare değeri 6.200 $ olan residence daireler 34 katlı binada yer almakta. Alışveriş merkezi, spa gibi yenilikler teknolojinin son noktası akıllı dairelere yaşam alanı sağlıyor. Şehir içinde şehir anlayacağınız. Bu arada unutmayalım, hükümetin kişi başı gelirde yıllık hedefi 10.000 $ idi . 1 m2 daire alanı fiyatına hayat, oh ne rahat…

Cüzdanlar boşaldıkça vicdanlar aheste kürek çekmekte. Bireysel terörün azdığı zamanların tanıklarıyız. İnsanların bir hiç uğruna öldüğü , nüfus kalabalıklığını hiç bir yere sığdıramadığımız suç toplumunun üyeleri olduk. Faşizmin adım adım yaklaşmakta olduğu apaçık bir sır sanki. Gelecek günler, askerin darbe yapma ihtimalinden fazla sosyal hareketleri bastırma bahanesiyle seçilmiş iktidarların haklarımızı gasp edeceği gelişmelere gebe. Nostaljik bir filmin yeniden çevrimi sanki, senaryo fazla değişmemiş esas oğlan fakir , demokrasi ise zenginlerin sanal seçim oyunu…

Gelir dağılımı son 10 senede halk aleyhine müthiş bozuldu. Bu 10 senenin 7 senesi AKP yönetiminde geçti. “Velev ki siyasi simge olsun…” gibi demeçlerle başlayıp, “Ananı da al git” ağzı bozukluğu ile süren bitmek tükenmek bilmeyen açılımlarla karşı karşıyayız. Muhalefetin, alternatif politika üretme yeteneğini yitirmiş olması bu kısır döngüye sebep.İktidar tek seçenek gözüktükçe bu dar alanda paslaşmalar devam edecek. Ne zamana kadar? Bana kalırsa pek tekin olmayan birileri oyuna ara verinceye kadar