“Olmaz.One Minute…”,”Mr President,I’d like to apologize…” böyle başlamıştı tartışma.”Sayın Perez yaşın benden büyük” diye girdim söze.”Öldürmeyi siz çok iyi bilirsiniz!”…Sanki içimde biriken o öfke, haksızlık karşısındaki sabırsızlığım yeniden hayat bulmuştu.Davos’ta ben yeniden var olmuştum.İşte o karlı ve tartışmalı geceyi hiç unutmuyorum,ölene kadar da unutmayacağım… Dünya Ekonomik Forumu toplantıları yapılıyordu,Ortadoğu’da barış ile ilgili bir buluşma vardı.Diğer davetli isimler Peres,Ban Ki Moon ve Amr Musa idi. Konuşmamı yaptım… O saate kadar yaşananlarda bir tuhaflık yoktu.Benim ardından İsrail Devlet Başkanı söz aldı. Hiç beklemediğim ama sabırla dinlediğim sertlikte bir konuşma yaptı. Şahsımda ülkemi suçlaması 20 dakika kadar sürdü.Ama tahammülümün tükenip damarımın iyice kabardığı an moderatörün bana cevap hakkı doğmuşken mikrofonu vermediği kısa zaman parçasıydı.Kasımpaşa sokaklarında rast geldiğim kumpasa diplomasi koridorlarında kibar yüzlü beylerin masalarında şahit olmuştum.İşte başkaları için senaryo dedikleri ama fenomen olarak algılanan “One minute” olayı benim için böyle başladı.
İsrail’in Gazze’de yaptığı Dökme Kurşun Operasyonu’nda binden fazla masum insan katledilmişti.Halbuki daha bir kaç gün önce Olmert Ankara’ya gelmiş dostça bir tavra bürünüp, harekattan haberi olmadığı intibaını bizlerde uyandırmaya çalışmıştı.Düştüğüm bu oyunu hiç unutmamıştım. Şimdi sıra bendeydi.Karşımda yaşlı bir insan olsa da artık iş devletlerarası bir mesele haline dönüşmüştü bile.Gazze’deki çocuk arkadaşlarım için cevap vermek zorundaydım.Kardeşlerim için cevap vermek zorundaydım.O an sesimi çıkarmasam şimdikinden kötü bir duruma düşecektim.Yani aslımı inkar edecektim.Öfkem yatağını bulmuş, akıyordu…Yetmişti artık…
O saatten sonra kaderimin değiştiğini hissettim.Ülkemin,milletimin benimle birlikte olduğunu çok iyi biliyordum. Davos sonrası iktidarımın gücü artmıştı.Gerek askerlere karşı,gerek yargıya karşı kendimi daha fazla güvende hissediyordum. Ergenekon sürecinde hasımlarımı saf dışına bırakmam nasıl hukuku kullanarak izlediğim yöntem idiyse Gazze saldırısı sonrası Davos öyle bir can simidi sunmuştu bana.Bazen insan kendini en çaresiz hissettiği anda Allah’ın yardımını görüyor.Sıkışmıştım ve “One minute” bana hızır gibi yetişmişti.Daha bir buçuk sene önce yapılan seçimden hiç beklemediğim kadar güçlü çıkmıştım. Abdullah, Cumhurbaşkanı seçilmiş ben neredeyse oyların yarısını alarak Başbakan’lığımı perçinlemiştim.Şimdi bakıyorum,bugünlerin geleceğini tahmin edemeden geleceğimi kaderimin parladığı o anlardan ibaret sanmışım.Oysa hakikat ufak olaylar arasında kendini gizliyordu.Halkımın gözünde ve onların desteğiyle ufkumun varacağı en son ümite doğru yol alıyordum.
Kalabalıklar arasındaki yalnızlığımı giderecek tek ilaç iktidardı benim için.Çölde susamış bir insanın serap gördüğünden daha fazla uzaktım aslında.Şafaka yakın saatler gecenin en koyu vaktiydi ve ben karanlıkta el yordamıyla sonu nasıl biteceğini bilemediğim hikayeye doğru adım atarken yolumun üzerindeki insanlardan mürekkep haritaya dikkat etmemiştim.O insanlar beni var etmişlerdi.Şimdi tuzaklarına düştüklerimin onlarla benzer sıfatlar taşıması ne kadar garip.Toplum,birbirinden farklı gözüken oysa birçok konuda aynı düşünen aile gibi.Zamanında bu ailenin reisliği bana altın tepsiyle sunulmuştu.O zamanlar şahsıma emanet olarak verilen şimdiki tutsaklığım karşılığında benden geri alınıyordu.
Kavgayla sürmüş bir hayatın gecelerime tercümesi cümle huzur bırakmadı uykularımda. Gözlerimi duvara dikip sürekli geçmişin hesabını yapmaya çalışırken kabusların bulut bulut çevremi sardığını hissediyorum.Halbuki algıladıklarım benim aklımdan ürüyorlardı,biliyorum.Ve kendimi onlara karşı korumak zorundayım.Parmaklıklar ardında unutulma, eşimi,ailemi bir daha görememe ihtimali varoldukça gözlerime haram edilmiş keyif dolu uykumu ne kadar çok istiyorum.Yazık,onu nicedir yitirmiştim.Kendime karşı duyduğum dürüstlükle birlikte…
Koltuk insanı kirletiyordu.Dünyanın gelip geçici heveslerine kapılmam yüzünden önüme açılan tuzakları göremez olmuştum.İktidarın hırsla karıldığı o kokuşmuş düzende gömleğimi üzerimden sıyırıp zatımdan istenilenleri ses çıkarmadan yapmam sanki bir müridin şeyhinin isteklerini yerine getirirken sunduğu itaat hissiyle doluydu.Bu hale getirilmem üzerinde yükseldiğim kültürün doğal sonuçlarından başkası değildi.Ait olduğum çevreye bir kez daha yenilmiş,doğup büyüdüğüm, içinden geldiğim taassubun üzerimde yarattığı baskıya karşı koyamamıştım.Yaşamım boyunca hayranlık duyduğum gücün karşı konulmaz cazibesi yalnızlığımdan feyz alıyordu.Korkularım ise benimle kader ortaklığı yapan, parmaklıklar ardındaki yegane dostumdu artık.
Robotlaşmış olmanın ne anlama geldiğini oralara ait olmayan bilemez.Gönüllü bir sürgündür cemaat hayatı.Çile doldurmanın ötesinde benliğini kiraya vermenin, kula kulluk etmenin iç burkan kaygısıyla eğleşip durursunuz. Dışarıda koskoca bir dünya sizin kucak açmanızı bekler, oysa siz imanla dolu kaprislerin,edepsizliğin,riyakarlığın yumuşak bağrında kalbi kapkara bir oyuncak haline getirilirsiniz. Başkalarından birşeyler beklerken sizden istenileni verir,verdiklerinizin karşılığında kişilik surlarınızda ne gibi yaralar açılır tahmin bile edemezsiniz.Herşey olabilirsiniz benim gibi:Başbakan,milletvekili,belediye başkanı… ama mutlu olmak için güven duygusunu korumak. İşte o imkansızdır böyle gönüllü sürgünler için.Bir dava uğruna yüreğimi harcarken nefesimi sayanların varlığını sürekli ardımda hissetmem beni huzurlu bir yaşama hasret koymuştu.