Soykırım Tasarısı…

Ermeni Açılımı ilk somut meyvesini Amerikan Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin “Soykırım Yasa Tasarısı”nı kabul etmesiyle verdi.İşin bundan sonraki safhası Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin tasarıyı gündeme almasıyla devam edecek.Eğer Senato bu yasa tasarısını onaylarsa Başkan Obama,yasama organından geçip önüne kadar gelen krize çözüm arayacak.Belki de Soykırım Tasarısı nedeniyle her 24 Nisan’da yaşanan gerginlik bu yıl derinleşerek büyüyecek.

Şimdi çıkıp “ABD zaten Ermeni dostu.Soğuk Savaş döneminde bizi hep kullandı bu sefer AKP’yi Stratejik Ortaklık bahanesiyle kullanıyor!” diyeceğiz.Uluslararası ilişkilerin soğuk gerçeklerini duygusal kılıflara büründürmekle ne kadar doğru yapıyoruz?Tarih boyunca Rus Çarı’nın yaptığını şimdi ABD Başkanı oy kaygısıyla tamamlıyorsa olağan akışı geriye çevirmek güç iş.1915 yılı içerisinde,özellikle savaşın son dönemlerine doğru Hristiyan Ermeni Cemaati’nin İttihat ve Terakki liderlerince şifai emirler verilerek Teşkilat-ı Mahsusa tarafından savaş şartlarında göçe zorlanması gerçeği Ermeni Çetecilerin Van, Erzurum, Bayburt ya da diğer Doğu illerinde korkunç katliamlarını gizlemez.Bunun yanında göç yolunda aşiretlerin saldırılarına maruz kalan,hastalıklarla kırılan bir halk var ortada.Tehcir’in yarattığı göç dalgası Ermeni toplumunu bir daha biraraya gelemeyecek derecede ayırmıştır.Bunu hiçbir halk unutamaz.Tıpkı ASALA militanlarının 1970 ve 80’li yıllarının başında diplomatlarımızı şehit etmesini unutmadığımız, Hocalı Katliamı’nı nefretle hatırladığımız gibi.Hocalı’da 1991 yılında Ermenilerin Rus Ordusu yardımıyla Azerileri katletmesi güvenli bir ülkede yaşamanın önemini bizlere bir kez daha hatırlatıyor.Dağlık Karabağ’ı işgal eden Ermenistan devleti hala o topraklardan çekilmedi. Minsk Grubu,AGİT… adına her ne derseniz deyin, Azeri kardeşlerimizin yanında olmak boynumuzun borcu.

Duygusal problemler halinde uç veren iç çatışmaların çözümü çok zorlaşıyor.Özellikle Filistin-İsrail,Ermeni-Türk,Boşnak-Sırp,Azeri-Ermeni anlaşmazlıkları gibi aynı coğrafyayı paylaşan ancak farklı etnik köken ve dinden gelen halkların çatışmasını silahlı müdahalede bulunmadan önlemek imkansız.

Din ve kültür farklarının Soğuk Savaş döneminin göreli istikrarının yerini almasıyla yaşanan mikro-savaşlar 11 Eylül Saldırıları ile boyut değiştirmiş, İslam dünyası “Terörle Savaş” adı altında kana bulanmıştır.Maalesef tarihte tanık olunan gerçek stratejik ortaklıklar din, kültür ve ırk birliğine dayananlar olmuştur.Modern zamanlarda artık geride kalması gereken bu anlayış toplumlar içe dönük hale getirildikçe yabancı düşmanlığı ya da ırkçılık biçiminde kök salıp büyüyor. Hollanda’da, İsviçre’de, Fransa’da hatta bizde yaşanan karşı taraftan olana düşman gözüyle bakan bu zihniyet nefret ikliminin katılaştırdığı önyargıların iyice uç vermesiyle hayat buldu. Bunun adını ekonomik krizle işsiz kalanların sınıf farklılıklarının suçunu yabancı düşmanlığı haline getirmeleri olarak koyabiliriz.

Osmanlı halkının son dönemlerinde tecrübe ettiği 93 Harbi, Balkan Savaşları,I.Dünya Savaş’ının kanlı bilançosu : Yıkılan bir imparatorluk, milyonlarca ölü,dağılan aileler oldu.Büyük Ortadoğu Projesi,İslam coğrafyasının parçalanıp kana bulanması planına dayanması hasebiyle gelecek zaman ırkçı nefretin arttığı,dinin terörle anıldığı günleri beraberinde getirecek.El-Kaide,Leşker-i Tayyibe,Hamas bu örgütlerin önde gelen isimleri olarak anılacak,müslümanlar ise terörist.Peki ya burnumuzun dibinde katliam yapan Ermenistan, İsrail,ABD,Rusya gibi devletler hangi sıfatla anılacaklar?

Dış Siyasetin Özgül Ağırlığı.

Durumdan vazife çıkartma sevdalısı ve taşeron dış politika anlayışının güzide temsilcisi AKP, Irak-Suriye arasında yaşanan son gerginliği hafifletmek amacıyla Ahmet Davutoğlu’nu iki başkente de gönderdi. Irak, 19 Ağustos tarihinde 95 kişinin ölümüne yol açan patlamalardan Suriye’yi sorumlu tutuyor ve iki ülke arasında 10 sene önce Suriye ile aramızdaki savaş ihtimalini dillendirecek ölçüde bir gerilim mevcut.

Sonuçsuz açılımların ve komşularla sıfır problem politikasının diplomatik temsilcisi kafanın ne işi var oralarda bilinmez? Türkiye’nin bölgesel güç olma isteğinin yeter şartı ekonomik zenginlikten geçiyor. Kendi aralarında bölünmüş, iç savaş tehlikesini yaşayan Irak ile gerginliğin diğer tarafı olan Suriye’ye, Davutoğlu’nun sözünü geçirme çabası biraz komik kalıyor. Bu gidişle adamların ayaklarına gide gele tarafların nezdinde herhangi bir ağırlıkları da kalmayacak.Ülkemizi temsil etmeseler davranışlarının benim açımdan herhangi bir sakıncası yok, sadece kendilerini bağlar.

Sıradaki sürpriz Ermenistan ile sürdürülen diplomatik ilişkileri geliştirme çabası… 23 Nisan tarihinde -tarihe bakar mısınız!”- Türkiye-Ermenistan ve arabulucu İsviçre tarafından açıklanan uzlaşma; diplomatik temsilciliklerin açılması, “Soykırım” iddialarının kurulacak tarih komisyonunca incelenmesi, sınırların açılıp ticaretin serbestleştirilmesi gibi ilkelere dayalı bir normalizasyon süreci içeriyor. Buna ek olarak Dışişleri Bakanımız ,Yukarı Karabağ Sorunu’na çözüm için muhatabı ABD Dışişleri Bakanı ile konuşmuş. Sanki her 24 Nisan tarihinde Başkanı ve Senatosu Soykırım kozunu başka bir ülke kullanmazmış gibi.Bana kalırsa bölgede Rusya’yı hesaba katmayan hiçbir girişim başarılı olamaz. Nasıl AB baskısı ile Rumlara limanların açılması dayatılıyorsa…Azerbaycan’ı küstürme bahasına da Ermenistan’a yaklaşma siyaseti yoğun bir şekilde ABD baskısı sonucu gerçekleştiriliyor.

Başka güçlere kendini kullandırma siyasetinin sonucu maalesef bu. Vizyonsuz, ilkesiz, cemaat kafasıyla ulaşılan noktada gülünç ama acı bir tablo mevcut. İşbirlikçilerin alkışlarına kanarak milli politikalara bigane kalanlar yarın hesabı vereceğin halkın karşısına ne yüzle çıkacaklar, işte orası bilinmez?