Sözün Başladığı Yer…

Yıllardır kardeşin kardeşi vurduğu yakıcı bir sorunla karşı karşıyayız.Cemil Çiçek’in “Sözün bittiği yer” dediği Kürt Sorunu 1984 yılından bu yana PKK aracılığıyla şiddet yoluyla tarif ediliyor.Uzun zamandır katliamların,köy basmaların,faili meçhullerin,Hizbul-Kontra’ların,Yeşillerin kol gezdiği bu kirli savaşın çaresiz izleyicileri olduk.Terör örgütü,15 Ağustos 1984 tarihinde Eruh’ta er Süleyman Aydın’ı şehit ettiğinde 11 yaşında ilkokul son sınıf öğrencisiydim.Yaşım 26 iken 17 Şubat 1999’da ABD yardımıyla Abdullah Öcalan Kenya’da paketlenip yurda getirildi.37 yaşına geldim o günden bugüne kadar terörle alakalı çözüme yönelik kaç adım atıldı?

Eşref Bitlis,Uğur Mumcu,Mehmet Sincar,Vedat Aydın,Ahmet Cem Ersever, Behçet Cantürk…Adlarını daha sayamayacağım nice tanınmış isim terörle bağlantılı cinayetlere kurban gittiler. Öğretmenler,muhtarlar, askerler, köylüler,çocuklar,kadınlar,mühendisler binlerce insan bu kirli savaşta yok yere hayatlarını yitirdi.Kürt Sorunu’nun silahlı temsilcisi haline gelen terörist örgüt “Bir kaç çapulcudan!” sınırötesi operasyonlara yol açan,halk içinde taban bulan bir güce ulaştı.Şiddetin tek geçerli dil sayıldığı bölge coğrafyasında ağa-devlet-korucu işbirliği halkı örgütten uzaklaştıramadı bana kalırsa.En son Demokratik Açılım adı verilen şarlatanlık Kürt kardeşlerimizin bir kısmını sevindirse bile içi boş olması hasebiyle kanlı bir öç almaya dönüştü.

Sınır karakollarının saldırıya açık bırakılması,zaman içerisinde örgüte inisiyatif kazandıran devlet yönetimindeki başıbozukluk,çatışma alanının militanlara teslim edilmesi gibi hareketlerin stratejik hatalar içerdiğini söylemek için emekli orgeneral olmaya gerek yok.Akıl yoluyla gelişmeleri değerlendirdiğimizde 21 Ekim 2007 Dağlıca Baskını’nın ardından yapılan 5 Kasım 2007 tarihinde Bush-Erdoğan Görüşmesi’nin mahsulü diyebileceğimiz Demokratik Açılım süreci bizleri bugünlere kadar getirdi. Süreçle eş zamanlı yürütülen İstihbarat Paylaşımı ve Edip Başer’in Türkiye’yi temsilen ABD ile birlikte eşgüdümle yürüttüğü ikili yapı hiçbir başarı sağlamadı.Türk Ordusu’na istihbari bilgi veren küresel güç aynı bilgiyi kendi unsurları vasıtasıyla terör örgütüne veremez mi?Üstelik Barzani ya da Talabani gibi karanlık isimlerden PKK’ya ciddi bir yaptırımlar beklemek hayalcilikten öte bir aymazlık.

Tüm bu kör gözüm parmağıma yapılan yanlışlardan daha vahimi ise İstanbul’da otururken Diyarbakır’ı,Hakkari’yi kurtarmayı denemek gibi akıl tutulmasını yarı okumuş aydınlar olarak siyasilere bizim salık vermemiz. Kürt halkını yeterince tanımadan yapılan girişimler ülkemizi yeni bir sorun sahibi daha yaptı:Bunun adı “Türk Sorunu” dur.Ağırlaşan ekonomik bunalım altında yaygınlaşan milliyetçilik akımı sadece tıkanmış ideolojilerin yarattığı bağnazlıktan türeyen zihinsel sapma değildir.Milliyetçi hareketler adil gelir dağılımının sağlanamamasından dolayı orta sınıfı çöken, gitgide fakirleşen toplumun tüm dünyada olduğu gibi sağa kayarak verdiği cevaptır.

İçeriden kaynaklanan problemlerin dış odaklarca desteklenerek güçlenme eğilimi taşıması bilinen bir gerçek.Kürt Sorunu’nu çözemediğimiz için daha fazla şiddet uygularken daha fazla şiddet kutuplaşmayı arttırıyor.Tüm bunlara halkın fakirleştiği ekonomik sistemi eklerseniz patlamaya hazır bir bombanın üzerinde oturduğumuz söylenebilir.Varlık-yokluk kavgasının etnik temelde ayrışmayı ortaya çıkarması Demokratik Açılım ile eşzamanlı olarak gitmekte.AKP bu politikalarda katalizör vazifesi görürken terörün yaygınlaşması bireysel şiddet ile ideolojik şiddet ayrımını ortadan kaldıracak yarın eline silah alan herkesin vatanı kurtarmaya çalıştığı bir kaosa doğru adım atacağız.

Sosyal problemlerin çözümü karmaşık olduğu gibi uzun zaman alır.Eğer bir yerlerden başlamak istiyorsak kendi vatandaşlarımıza insan gibi davranmak doğru hareket noktası olmalı.Türkiye’de sadece Kürtler mi eziliyor?Sokağa çıktığımızda, adliyeye düştüğümüzde,hastahane veya hapishanede çile çektiğimizde birbirimizden ne farkımız var?Bunun yanında anadilini konuşamayanlara,kültürünü gereğince yaşayamayanlara herhangi bir etnik veya dini azınlığa ait olmaktan dolayı zulme uğramış olduğunu söyleyenlere yardım elini uzatmak ana unsur olarak biz Türk’lerin boynunun borcudur.Yoksa birbirimize diş bileyerek varacağımız son nokta büyükşehirleri Gazze haline gelmiş Güneydoğu portresinden ötesi değil.

Tarihin Gör Dediği!

Hükümeti tarafından Ortadoğu bataklığına çekilmiş bir ülkenin mensubu olarak gelişmeleri ibret ve kaygıyla izliyorum.İsrail-Filistin Anlaşmazlığı’nda ya da İran’ın Nükleer Silah Üretme konularında Batı İttifakı karşısında tek taraflı çaba göstermemizin sonuçlarını yakında almaya başlarız.Bu girişimlerin olumsuz geri dönüşler yaratacağını görmek için kahin olmaya gerek yok.Hükümetin Mavi Marmara travmasını Ermeni Açılımı’ndan hemen sonra Azeri doğalgazının metreküpünü 120 $ yerine 300 $’dan edinmek türü bir diplomatik zafer gibi sunmasına da alışırız.Tıpkı imzalandığı gün geçersiz sayılan takas anlaşması gibi.

Ekonomisi yalpalanan Türk gemisinin kaptanı eğer Gazze için gerçekçi çözümleri sağlarsa böyle eylemleri hepimiz ayakta alkışlarız.Oysa çocukların,yardımseverlerin sırtından siyaset yapmanın faturasını daha geçen ay 9 canla ödedik.Atılan taşın ürkütülen kurbağaya değmesi kafası bozuk diplomatik manevralarla sağlanamaz bana kalırsa.Arap Dünyası’nın önde gelen ülkesi Mısır bile Refah Sınır Kapısı’nı açmak için İsrail’li komandoların yardım gemilerine saldırmasına kadar bekliyorsa güç dengesinin nerede yer aldığını iyi hesap etmemiz gerekir.Sınırlarımızın ötesinden aktif bir uluslararası güç sayılma hesabını yapıyorsak kendi sınır güvenliğimizin hakkını vermemiz gerekmez mi?

Dış politikadaki konuları iç politikaya mal etmek tehlikeli bir oyun bana kalırsa.Aynı zamanda köşeye sıkışan hükümetlerin sarıldığı geçersiz bir silah.Siyasileşmiş yardım kuruluşlarını bu işlere alet etmekle yardıma muhtaç insanların dertlerine derman olunamıyor.Yaraların kanla yıkanmaya çalışıldığı Ortadoğu coğrafyasında tarih boyunca yaşadığımız sinsice arkadan vurmaların kurbanı olmaya devam mı edeceğiz?Osmanlı Devleti’nin,İngiliz altın ve silahlarıyla bu bölgede yok edilmesinin faturası şimdiki Filistin,Irak,Lübnan cehennemleri değil mi?

Yahudi ve Hristiyan alemi için aynı kutsallığı taşıyan,ölümün bayramlık elbiselerini giyip dolaştığı Vaat Edilmiş Topraklar bizler için de geri alınması gereken “Kutsal Emanetler” anlamına geliyorsa neden bu emanetlere yeterince sahip çıkamadık?Yaşam derdine düşmüş Gazze’lilerin,oyun oynarken katledilen çocukların üzerimizde hakkı bulunduğunu bilmek ile onlar haklarını alana kadar mücadele etmek arasındaki farkı anlamak bizim dirayetimize bağlı.Ama ağlamakla, sızlanmakla hiçbir sorun çözülmüyor.Kriz yaratmakla sorunların azalmasını bekler gibi ruh hali içerisindeyiz.Çaresiz kalan insanların verdiği ilkel tepkileri toplum çapında veriyoruz.

Cetvelle çizilen sınırlar arasında bölünmüş,aynı kökenden gelen insanların sırf diktatörlükler ayakta kalsın diye savaşmalarını görmek üzücü.Bizim açımızdan ise tarih boyunca krizlerin iç içe geçtiği toprakların bekçiliğini yapmış olmamız yeniden savaşacağız anlamına gelmiyor.İsrail Devleti’nin terörizmi günlük hayat pratiği yapması Hamas’ı haklı çıkarmaz.”Direniş” diye sivil insanlara roket atmaktan başka bir işe yaramayan baskıcı siyasi oluşum Filistin toplumunda iki başlığa sebebiyet veriyor.El-Fetih’den devşirme Hamas zaman içerisinde Gazze’liler için demokratik tercih olmaktan ziyade zorunlu ihtiyaç maddelerinin tedarikçisi haline gelmedi mi?Ablukanın haksızlığı Hamas’ı meşru kılar ama haklı kılmaz.Haklı olan Gazze’li çocuklardır bana kalırsa.Oraya giden doktorlar,yardım görevlileridir…Hatta ve hatta Hamas, Gazze sınırları içerisinde varlık sebebini borçlu olduğu ablukanın devam etmesini bile arzu edebilir.

Diplomasinin yumuşak yüzünün ardındaki acımasızlığa her gün televizyonlarda şahit oluyoruz.Karmaşık ve anlaşılmaz çıkarların siyaset aracılığıyla ve silahlarla halklara dikte edildiği Ortadoğu bataklığında dış politik manevralara kalkışmak Türk işi siyasetin yavan kalacağı gereksiz bir gösteridir.Kolayca istikrarsızlığa sürüklenecek dinamiklere sahip ülkemiz iç barışını sağladığı ölçüde dış politikada rahat hareket edebilir. Son günlerde yaşananlar ise iç barıştan uzaklaştıkça dış politikaya sarılan malum zihniyetin açmazlarını gülünç ve acınaklı biçimde ekranlara getiriyor.Fazla söze ne gerek?

Soykırım Tasarısı…

Ermeni Açılımı ilk somut meyvesini Amerikan Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin “Soykırım Yasa Tasarısı”nı kabul etmesiyle verdi.İşin bundan sonraki safhası Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin tasarıyı gündeme almasıyla devam edecek.Eğer Senato bu yasa tasarısını onaylarsa Başkan Obama,yasama organından geçip önüne kadar gelen krize çözüm arayacak.Belki de Soykırım Tasarısı nedeniyle her 24 Nisan’da yaşanan gerginlik bu yıl derinleşerek büyüyecek.

Şimdi çıkıp “ABD zaten Ermeni dostu.Soğuk Savaş döneminde bizi hep kullandı bu sefer AKP’yi Stratejik Ortaklık bahanesiyle kullanıyor!” diyeceğiz.Uluslararası ilişkilerin soğuk gerçeklerini duygusal kılıflara büründürmekle ne kadar doğru yapıyoruz?Tarih boyunca Rus Çarı’nın yaptığını şimdi ABD Başkanı oy kaygısıyla tamamlıyorsa olağan akışı geriye çevirmek güç iş.1915 yılı içerisinde,özellikle savaşın son dönemlerine doğru Hristiyan Ermeni Cemaati’nin İttihat ve Terakki liderlerince şifai emirler verilerek Teşkilat-ı Mahsusa tarafından savaş şartlarında göçe zorlanması gerçeği Ermeni Çetecilerin Van, Erzurum, Bayburt ya da diğer Doğu illerinde korkunç katliamlarını gizlemez.Bunun yanında göç yolunda aşiretlerin saldırılarına maruz kalan,hastalıklarla kırılan bir halk var ortada.Tehcir’in yarattığı göç dalgası Ermeni toplumunu bir daha biraraya gelemeyecek derecede ayırmıştır.Bunu hiçbir halk unutamaz.Tıpkı ASALA militanlarının 1970 ve 80’li yıllarının başında diplomatlarımızı şehit etmesini unutmadığımız, Hocalı Katliamı’nı nefretle hatırladığımız gibi.Hocalı’da 1991 yılında Ermenilerin Rus Ordusu yardımıyla Azerileri katletmesi güvenli bir ülkede yaşamanın önemini bizlere bir kez daha hatırlatıyor.Dağlık Karabağ’ı işgal eden Ermenistan devleti hala o topraklardan çekilmedi. Minsk Grubu,AGİT… adına her ne derseniz deyin, Azeri kardeşlerimizin yanında olmak boynumuzun borcu.

Duygusal problemler halinde uç veren iç çatışmaların çözümü çok zorlaşıyor.Özellikle Filistin-İsrail,Ermeni-Türk,Boşnak-Sırp,Azeri-Ermeni anlaşmazlıkları gibi aynı coğrafyayı paylaşan ancak farklı etnik köken ve dinden gelen halkların çatışmasını silahlı müdahalede bulunmadan önlemek imkansız.

Din ve kültür farklarının Soğuk Savaş döneminin göreli istikrarının yerini almasıyla yaşanan mikro-savaşlar 11 Eylül Saldırıları ile boyut değiştirmiş, İslam dünyası “Terörle Savaş” adı altında kana bulanmıştır.Maalesef tarihte tanık olunan gerçek stratejik ortaklıklar din, kültür ve ırk birliğine dayananlar olmuştur.Modern zamanlarda artık geride kalması gereken bu anlayış toplumlar içe dönük hale getirildikçe yabancı düşmanlığı ya da ırkçılık biçiminde kök salıp büyüyor. Hollanda’da, İsviçre’de, Fransa’da hatta bizde yaşanan karşı taraftan olana düşman gözüyle bakan bu zihniyet nefret ikliminin katılaştırdığı önyargıların iyice uç vermesiyle hayat buldu. Bunun adını ekonomik krizle işsiz kalanların sınıf farklılıklarının suçunu yabancı düşmanlığı haline getirmeleri olarak koyabiliriz.

Osmanlı halkının son dönemlerinde tecrübe ettiği 93 Harbi, Balkan Savaşları,I.Dünya Savaş’ının kanlı bilançosu : Yıkılan bir imparatorluk, milyonlarca ölü,dağılan aileler oldu.Büyük Ortadoğu Projesi,İslam coğrafyasının parçalanıp kana bulanması planına dayanması hasebiyle gelecek zaman ırkçı nefretin arttığı,dinin terörle anıldığı günleri beraberinde getirecek.El-Kaide,Leşker-i Tayyibe,Hamas bu örgütlerin önde gelen isimleri olarak anılacak,müslümanlar ise terörist.Peki ya burnumuzun dibinde katliam yapan Ermenistan, İsrail,ABD,Rusya gibi devletler hangi sıfatla anılacaklar?