Bir Ocak İkibin On…

Hepinize tekrar iyi yıllar…Yılbaşı rehavetinin akşam karanlığına karıştığı yılın ilk saatlerinde umutlarınızı her daim diri tutmanızı dilerim.
Haber bültenlerine karışan acılar ise durmadan devam ediyor:Pakistan’ın,Lakki Mervat şehrinde voleybol maçına düzenlenen bombalı intihar saldırısında 70 ölü,65 yaralı var.250 kg. patlayıcıyla kendisini havaya uçuran militan aynı toprağın insanlarını acımasızca yok etti.Kardeş diye kabul ettiğimiz ülkelerin ölümcül sancıları sarıklarında dinamit lokumu taşıyan mollalarla CIA-MOSSAD örgütlerinin el ele vermesinin doğal sonucu.İslam ülkelerinde yaşanan kaosun sebebi ise 11 Eylül Saldırıları ve bu saldırıları takiben ABD işgallerinin Ortadoğu’da hayat bulması oldu.İstihbarat örgütlerinin saha çalışmalarının kanla yazılan senaryolara uygun ortam sağlaması iç çatışmaları Türkiye,İran,Yemen gibi ülkelere domuz gribi hızıyla yayıyor.Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ne (GOP) su taşıyan taşeron siyasi iktidarlarla el ele veren Batı kendisine karşı denge güç oluşturacak Doğu ülkelerine Haçlı Seferleri’ni Medeniyetler İttifakı palavrasıyla yedirmekte.Bana kalırsa İttifakın eş başkanı seçilen Tayyip Erdoğan küresel güçlerin kuklası işlevi gören başkanlık görevinden ayrılsa iyi eder.Çünkü Erdoğan,Müslüman kanını kendine helal edenlerin değirmenine su taşımak vebalini omuzlarında artık taşıyamaz.Zaten kendisinin Doğu-Batı kardeşliğini düşünecek hali yok koltuğunu -daha doğru sözü siz bilirsiniz- kurtarma derdinde.

Kanımca Emin Çölaşan’ın harika benzetmesiyle “Ağlayan Güzel” ya da benim deyimimle “Manisa Tarzanı” Bülent Arınç’a suikast düzenlenecek ihbarının yurtdışından gelmesi dış istihbarat örgütlerinin gündem kaydırmaya dönük manevraları gibi görünüyor.ABD p… siyasetinin Demokratik Açılım ile çıkartılan kargaşanın ardından işini bitirdiği aktörlere yol vermesiyle perde kapanacak.DTP-BDP-KCK-PKK ya da diğerleri…Barzani-Talabani isimlerinde yaşanacağı gibi küresel güçlerin kullan-at tarzı stratejilerinin zavallı kuklaları olacaklar.Oyunun ikinci perdesine İran devletine nükleer silah üretiyor diye saldırılmasıyla başlanabilir.Üstelik Ahmedinejad-Hamaney ikilisinin İranlıları isyan noktasına getiren dış ve iç düşman yaratma hevesleri sonucu ısınan koltuklarında yeni bir devrimle karşılaşmaları ihtimalini hep diri tutuyor.

Peki biz niye böyleyiz?Korkularımızı hayatımıza yastık edip üzerinde tilki uykusu uyumamız ne zaman sona erecek? Sürekli Küresel Güçleri bahane edip hayali yeldeğirmenlerine saldırmamız neyi değiştirecek?Sorular, sorular… Ekonomik krizin toplumları çatır çatır değiştirdiği yeni düzene uyum sağlamamız güçleşmekte.Tarihin kırılma anında yoksulluğun yozlaşmayı, yozlaşmanın linç ve yağma kültürünü yarattığı lümpen insan kaynaklarının bir an evvel tedavi edilmesi gerekiyor. Kazık kadar adamların beleş mezar bulsa öleceği yokluk iklimi yığınların sefalete davet edildiği bir travmayı yeniden yaşatıyor.Olayların görünen yüzünün ardındaysa açlığın,işsizliğin hergün daha fazla yaşam şansı bulduğu ekonomik şiddet yer almaktadır.

Suçlanmanın anlamı yok.Yakın tarihte yaşananları dönüp dönüp kıraat etmemiz paylaşmayı bilmememizden kaynaklanıyor.Sol siyasetin askeri darbeler neticesinde hadım edilip umudunu Mustafa Sarıgül,Deniz Baykal gibi isimlere yatırması hangi baronları sürekli büyük ikramiye sahibi yapıyor?Bize bizden başka kimseden fayda yok.Ankara’ya giden orasının havasına alışıyor.

Fetret Devri…

Tarih, bugünümüzü anlamak açısından önemli bir disiplin.Örnek vermek gerekirse son 100 senelik Türkiye’deki askeri darbelerde İttihatçı dönemin izlerini bulmak mümkün.Bilindiği üzere Osmanlı İmparatorluğu’nun Fetret Devri diye anılan bir dönemi var.Yıldırım Beyazıt, 1402 tarihinde Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilince başlar.Çelebi Mehmet,beyliklerin bu başkaldırı döneminde kılıç zoruyla egemenliğini sağlamıştır.Belki de devlet-i ebed için kardeş katli uygulaması sonraki padişahlara siyasi erkin parçalanmasını önlemek için miras kaldı.

10 senedir ülkemizde yaşanan son Fetret Devri’nin bizim açımızdan anlamı ise kendini değiştirememekte yatıyor. Üretim altyapısını mesleksiz insanlar ve yetersiz sermaye birikimi ile modernize edemeyince Soğuk Savaş dünyasının değişim sancılarını sosyal hayatta terörize olmak zorunda bırakılmış hareketler ve saplantılarla yaşamaktayız.Bu süreç boyunca insanın edilgin bir nesne haline getirildiği post-modern zamanlara uygun siyasal iktidarlar gücü rafine edilmiş biçimde gündelik hayatımıza devşirdiler.Siyasi polis devletinin, yargı dahil milletten kaynaklanan tüm yetkileri gasp etmek istemesi ise son model Fetret Devri’mizin bizlere armağanı oldu.Geçiş sürecinde yaşanan çalkantılar ve ekonomik krizin kendi göstermesi maalesef yaşanan olayların insanlık krizinin önüne geçmesini sağlamıştır.

Küreselleşmenin salgın gibi yayıldığı aşırılıklar çağında ulus devletlerin modası geçmiş siyasi aktörler biçiminde anılarak güçlerinin ellerinden alınmaya çalışılması yeni değil.Sınırların kalktığı öne sürülüp sermayeye ön açıldığı ama insan haklarının big-brother devletine kurban edildiği bu dönemin sonuna Küresel Ekonomik Kriz’le gelinmiştir. Şimdi önümüzde yepyeni bir dünya ve henüz denenip iflas etmemiş en taze fikirler bizleri bekliyor.

Türkiye’nin ehil olmayan kişiler tarafından serbest oylarla seçilerek yönetilmesi halkın zaten yetersiz olan eğitim, sağlık,kültür ve ekonomik araçlardan yeterince faydalanamamasının getirdiği bir sonuç değil mi?Aynı zamanda demokrasinin sağlıklı biçimde geliştirilmesi sokaktaki insanların daha iyi yaşam koşullarına bağlı. Yaşadığımız bunalım döneminin sonuna geldiğimizde şimdi önemli geçinen insanların tarih kitabına yakından bakılınca bile görülemeyecek kadar ince birer çentik olduklarını unutmayalım.Geçmişin hayaleti bizleri takip etse bile değişebilmek bizim emeğimize ve cesaretimize bakıyor.Sadece bunun için umudu yaşatmaya değer.

Dersim Dört Dağ İçinde…

Tunceli kendine ait özellikleri olan bir il.Önceleri Dersim diye anılan, dağlık arazisi, merkezi otoriteye olan isyan hali ile uzun zaman boyunca tartışılan bir bölge.Aleviliğin kalelerinden birisi aynı zamanda.Yüzyıllardır süren mezhep ayırımcılığının yaygın nüfustan uzak yaşama zorunluluğu getirmesiyle Alevi toplumunun katliamdan, sürgünden, asimilasyondan kaçmak için sığındığı sarp arazinin adı “Dersim”.Geçen Salı günü Demokratik Açılım görüşmelerinde Meclis Genel Kurulu’nda konuşan CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, Cumhuriyete karşı ayaklanmalar ile Dünya ve Kurtuluş savaşları arasına Dersim İsyanı’nı da katması tepki topladı.Tartışmaların alevlenmesiyle oylarını Atatürk’ün partisi diyerek CHP’den başka parti tanımayan Alevilerin derin hayalkırıklığı özellikle Tunceli’de kendini gösterdi.

Dersim Olayları’nın, Kürtler ile benzer ama özünde çok farklı özellikler taşıyan Alevi toplumuna özgü yanları mevcuttur.Ancak şurada önemli bir ortak nokta var:Devletin ayırımsız şiddeti Kürt Sorunu ile Dersim İsyanı’nın insanlığa karşı işlenen suç olarak ele alınmasını gerektiriyor.Halen yaşanan kör terörün yıkılmaz ayağını Cumhuriyet’in varlığını koruma bahanesiyle kendisinden saymadığı topluluklara saldırması oluşturuyor. Resmi tarihin ideolojik babalanmaları arkasında yatan çıplak gerçek savaşın siyasetin devam eden enstrümanı olduğunu ispat ederken,oturup düşünmemiz lazım “Biz nerede yanlış yaptık?” diye.Türk çoğunluk olarak azınlıklarla ilgili bir problemimiz olmasa bile devletimizin böyle bir soruna sahip olduğu ortada.Yoksa asimilasyon ve inkar politikalarını vicdanlarına kına yakarak uygulamazlardı.Bu toprakların insanının cahil olması vicdansız olmasını gerektirmiyor.Yapılan yanlışları tarih er veya geç su yüzüne çıkartacaktır.

İçimizde sessiz bir çoğunluk var.Tüm engellemelere rağmen sezgileriyle gerçeklere varmaya çalışıyorlar.Onlara seslenmek isterim:Alevi toplumunun Sünnilerden bir farkı yok.Onlar sadece kendi kültürlerini yaşamak istiyorlar. Dedelik müessesini tarikat şeyhlerinden ayıran bir yan göremiyorum.Cemevlerinin ibadete açılması bile bu toplumun kendi kültürlerini yaşatma isteklerinden başka bir kaygı taşımıyor.Özellikle önemli olan unsur ise Alevilerde Türklük bilincinin ve Mustafa Kemal sevgisinin çok önemli bir yer tutmasıdır.Süreç içerisinde sonradan Türk sayılan bürokratların aslını inkar etme tezatlığı Dersim ve benzeri olaylarda saldırganlık halinde tezahür etmiştir ve ibretliktir.Burada Osmanlı’nın tarihten silinişi ile Cumhuriyetin kuruluş çalışmaları döneminde ideolojik bir yıkım ve hafıza silinmesi olduğu açık.

Şimdi zurnanın zırt dediği yere gelelim.Fakirliği tüm toplum paylaşırken zengin sofralarında sanal açılım kotaranlar ekmeğimizi her geçen gün daha da azaltarak esas iktidara hizmet ediyorlar.Türkiye’de tek güç vardır,paranın gücü.İnsanların kendine ait saydığı ne varsa berdel misali kendisinden alan bu yapı savaşı sürdürmeyi daha az karlı görünce barışa yüzünü çeviriyor.Ama diğer bir yandan etnik farklılıkları abartarak çatışma kültürüne katkıda bulunuyor.Biz hepimiz biriz.İnsanız her şeyden önce.Bunu tartışmıyorsak geriye kalan teferruat değil midir?Üretim araçlarından ortaya çıkan artı değeri kim,nasıl, ne kadar alıyor bunu bir öğrensek,kavgamızın önemli bir kısmının ekonomik, kalan kısmının psikolojik olduğunu anlayacağız.Psikoloji deyip geçmeyin, bireylerin hayatında travmalar yaşatan çatışmalar sonraki dönemlerde toplumsal huzursuzluklarla kendini gösteriyor.Ekonominin altüst olduğu zor zamanlardan geçiyoruz.Yoksullaşmamız yozlaşmayı, yozlaşmamız çatışmaları beraberinde getirecek.Tüm yaşananlara biraz da bu açıdan baksak ne kadar isabetli olur.