Yerelleştirilen Savaşlar…

İran,Afganistan,Pakistan,Yemen,Irak… Ortadoğu ve Yakın Asya’da yer alan bu ülkelerden ikisi halen ABD işgali altında.Özellikle Yemen iç çatışmaların çok taraflı askeri müdahaleler düzeyine ulaştığı bir süreci yaşıyor.En son El Kaide bağlantılı Nijerya vatandaşı bir gencin Detroit seferini yapan yolcu uçağını havaya uçurma girişimi ile örgüt militanlarının yaşadığı iddia edilen Yemen toprakları Suudi ve ABD uçaklarının saldırılarına maruz kaldı.Şii-Sünni gerginliğinin yaşandığı ülkede İran ile S.Arabistan kendilerine bağlı güçler aracılığıyla bilek güreşi yapıyorlar. ABD’nin istihbarat örgütleri vasıtasıyla saha çalışması yapıp altyapıyı hazırladığı sınır kesiminde büyüyen istikrarsızlık tehlikeli sulara doğru yol almakta.

Gelelim İran’a…Aşure kutlaması amacıyla başlatılan gösterilerde muhalif lider Musavi’nin yeğeninin de dahil olduğu 15 kişi hayatını kaybetti.Ülkede bilgi giriş-çıkışı sınırlandırıldığı için sağlam haber kaynaklarına ulaşılamıyor.Haziran seçimlerinin ardından bir türlü durulmayan olaylar nükleer silah görüşmelerinde gelinen noktada İran devletinin elini kolunu bağlıyor. Pazarlığı sürdürmek amacıyla zamana oynama taktikleri 2010 yılıyla birlikte ABD tarafından ambargo gündemli paketlerle sonuçsuz kalabilir. Ortadoğu çatışmalarının sürekli tırmandırılması diplomatik sürecin sonuna gelindiğinin işaret fişekleri değil mi?GOP dahilinde işgalle ulaşılamayan hedefler;aynı dine,ülkeye,kültüre bağlı insanları birbirine düşman belleterek, ayrıştırıp yok etme stratejisi üzerine kurulu.

Açılım Süreci’nin Türkiye’de ulaştığı nokta,çatışma düzeyi bu kadar üst katmanlara ulaştığı için ABD açısından başarı sayılabilir.Hükümetin açmazlarını iyi kullanarak askeri köşeye sıkıştırmak taktiği darbe de dahil olmak erken genel seçimden öte siyasi sonuçlara neden olmasın sakın?Bülent Arınç’a suikast iddiasıyla başlatılan ve hakim eşliğinde kozmik odada devam eden soruşturma Türkiye’de bir ilk.Dikkat edilmesi gereken nokta ise iktidar tarafından demokratikleşme adı altında siyasi geleceklerini kurtarmak amacıyla girilen riskler askeri siyasete daha fazla müdahil ederek tam tersi etkide bulunuyor.

PKK’nın sokaklarda güç gösterisinde bulunması,AKP önde gelenlerinin TSK üzerindeki çıkışları orduyu siyasetin esas öznesi haline yeniden getirmiştir Ekonomik krize çare bulamayanlar işledikleri suçları başkalarına atarak sorumluluktan kurtulmak istiyorlar.Bu saatten sonra artık maç bitmiş, uzatmalar oynanmaktadır.Başbakan ve yakın çevresi koltukta oturma heveslerini sürdürdükleri takdirde paranoyaklık düzeyine varan korkuları bir bir gerçekleşebilir.Haydi hayırlısı!

Dökme Kurşun’un Yıldönümü…

İsrail’in 2008 yılının 27 Aralık tarihinde başlattığı ve bir aya yakın süren Dökme Kurşun katliamı 1434 Gazzeli’nin ölümü ile sonuçlanmıştı.Bu sayının üçte biri ise maalesef çocuk.Yaralıların sayısı 2500 civarında iken Hamas bahanesiyle yapılan saldırı Başbakan Olmert’in Ankara ziyaretinin hemen ardından gerçekleştirildi.Bu saate kadar Suriye-İsrail görüşmelerinde arabulucu rolü edinen Türkiye ile İsrail arasına karakedi girmiş oldu.Önce Şubat ayında yaşanan Davos tartışması,ardından Anadolu Şahini Tatbikatı’na İsrail tarafını davet etmemek,TRT’nin Ayrılık dizisi gibi konular sorunların üstüne tuz biber ekti.

İsrail devletinin Filistin ve tüm Ortadoğu’da hüküm süren saldırgan tavrı kendini koruma bahanesinde öte bir paranoyayı içeriyor.En son İran’ın nükleer silahlara sahip olma ihtimalini bahane ederek kamuoyu oluşturma çabaları sağcı Netanyahu hükümeti işbaşına geldiğinden beri artarak sürmekte.Filistinli Arapların aleyhine gelişen Yahudi yerleşimlerinin genişletilmesi olası bir Filistin-İsrail barışının önündeki engellerden sadece birisi.İsrail saldırganlığının II.Dünya Savaşı’ndaki Yahudi gettolarına benzer biçimde Filistinlileri ambargo ve toplu tecrit altında tutması o dönem yaşadıkları travmaları kendilerinden zayıf gördükleri insanlara yaşatmaktan başka bir anlama gelmiyor.ABD işgali altındaki Ortadoğu topraklarında işgalle beraber yerelleştirilen savaşlar,iç çatışma konularına şiddet yoluyla çözüm bulunması ve terörist eylemler GOP ile gitgide büyüyen kanlı sorunların dışarıdan desteklendiğinin göstergesi.

İran’da Haziran seçimlerinden sonraki kargaşanın giderek artması nükleer silah görüşmelerinde ABD-İsrail tarafının elini güçlendirmekten başka bir işe yaramıyor.Dini yönetimin ceberrutluğunu savunacak değilim ama Hatemi-Ahmedinejad ikilisine karşı büyüyen muhalefet cephesi İran devletinin dış saldırılara karşı kendini koruma refkleksini zayıflatmaktadır.

Türkiye’deki kozmik oda,devlet sırrı,suikast odaklı kargaşa dolu gündem Okyanus ötesindeki planların buradaki izdüşümleri.Aralık ayında Erdoğan -Obama görüşmesinin hemen ardından DTP’nin kapatılmasıyla başlayan süreç,sokak eylemleri, şimdi de suikast gerekçesiyle TSK’yı baskı altına alma girişimleri asimetrik psikolojik savaştan öte milli varlığımızın zayıflamış bir siyasi iktidar tarafından rehin alınması anlamına geliyor.Bu içi boş tartışmaların ardında büyüyen ekonomik kriz küresel güçlerin saldırgan planlarına destek olmaktadır.Yokluktan dolayı gitgide büyüyen etnik kimlik kutuplaşması Açılım adı altında senaryo olarak yazılıp sahneye konmuştur.Aklımızı başımıza devşirmenin zamanı;tüm bunların sonunda gelen gideni arattıracak gibi görünüyor.

Eksen Kayması…

Ne zamandır Türk dış politikasının eksen değiştirip değiştirmediği konusu son ayların sıcak gündemini oluşturuyor. Başbakan ise son Suriye gezisinde Türkiye’nin komşu ülkelerle ilişkilerini geliştirmesini normalleşme süreci olarak değerlendirdi.Türk menfaatlerinin Soğuk Savaş döneminde ABD müttefikliği uğruna komşularla hasmane ilişkilere rağmen yönetildiği 60 yıllık bir dönemden geliyoruz.Komşularla Sıfır Sorun stratejisinin sahibi Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı döneminde daha da geliştirilen yeni dış politika sınırlarımızın hemen ötesindeki ülkelerle iyi ilişkiler kurma amaçlı.Niyetin ameli meşru kıldığı öne sürülürse Azınlık durumundaki vatandaşlarımıza getirilen kolaylıklar, Ermeni Açılımı,Kürt Açılımı ya da Suriye ile vizeyi kaldırma konularında küresel güçlerin itiraz getirecekleri vaki değil.

Bana kalırsa fırtınanın gözünü teşkil eden ülke İran.Nükleer silahlara sahip olmanın İsrail üzerinde yarattığı tehdit duygusu 5+1 toplantıları,Rusya’nın araya girmesi ya da ABD tehditleri ile giderilemedi.Aksine İran barışçıl nükleer denemelere girişmeye devam edeceğini dünyaya ilan etti.Bu arada İranlılar uranyum zenginleştirme konusunda Türkiye’nin depo olması fikrini de kabul etmediler. Anlaşmazlığın ekonomik ambargodan öte askeri seçenekleri içeren tarafı olup olmayacağı görünür gelecekte açıklık kazanacak. ABD,Orta ve Doğu Avrupa’da füze kalkanı projesinde önceliklerinden taviz verip Rusya’yı yanına alırken hedefteki ülke artık İran olmuştur.Nükleer vuruş gücü kapasitesi söz konusu olduğunda BM Güvenlik Konseyi’nde Çin ile Rusya’nın bu devlete desteği gitgide azalıyor.

ABD ile kotarılan Model Ortaklık projesi yeni bir safhaya ulaşırken Irak’taki üçlü zirvenin terör açısından getirecekleri hususunda şüphelerim var.Esas sorun ise daha önce bahsettiğim gibi İran olacak.Ahmedinejad ile Recep Tayyip Erdoğan arasında Haziran 2009 seçimlerinde sonuçlarından sonra kendisini gösteren yakın ilişki Türk devletinin herhangi bir çatışma yaşandığında komşusunun yanında yer alacağı ya da en azından tarafsız kalacağı fikrini güçlendirmekte.Irak İşgali sırasında TBMM’nin tezkere oylamasında alacağı tutumdan daha ötesi ABD-İsrail tarafından olası bir İran’a hava saldırısı durumunda Türk kamuoyu tarafından şiddetli bir karşılık bulacağıdır.

Eksen kaymasının daha ziyade iç politikada yaşandığı öne sürülürse ABD destekli Demokratik Açılım ile yaşanan gerginliğin tüm aktörleri kapsamına alması dış politikada çeşitli açmazları da beraberinde getirecek.Kamuoyunda desteği gitgide azalan bir iktidarın dış sorunlarda uzun erimli kararlar alması ise gitgide güçleşiyor.İstihbarat savaşlarının hız kazandığı; darbe planlarının, suikastlerin,örtülü operasyonların üstüste adı geçtiği son günlerimiz kargaşa yaratma amaçlı bir psikolojik harp yöntemi gibi duruyor.Böylesi bir siyasi körlüğün diplomatik alana yansımayacağını öne süremeyiz.

Ortadoğu Çatışmalarında Genel Resim…

Yemen’de hükümet karşıtı güçlerin 5 yıldan beri devam ettirdiği ve 2009 yılının ikinci yarısından bu yana şiddetlenen çatışmaların Suudi topraklarına sıçraması İran-Suudi Arabistan arasında gerginliği arttırdı.Türkiye gündeminde yeterince yer almasa da iki ülke arasındaki Şii-Sünni gerginliği ABD’nin 2003 Irak İşgali’nde sonra bölgede Şii etkisinin artmasıyla güç kazandı. Yemen devletinin iç çatışmalarından türeyen savaş hali 2004 yılından bu yana en şiddetli aşamasına ulaşmış ve kriz artık uluslararası kimlik kazanmıştır.Geçen aylar içerisinde Suudi Arabistan devleti sınır ihlali yaptıklarını öne sürdüğü militanlara karşı Yemen topraklarında operasyon düzenlemiş,çatışmalarda şimdiye kadar en az 70 Yemen vatandaşı ile 73 Suudi askeri hayatını kaybetmiştir.

Haberlerden okuduklarımı sizlere ulaştırdıktan sonra Ortadoğu’da ABD saldırganlığının tetiklediği kanlı isyan hareketlerinin asıl nedenlerini irdelemeye çalışacağım.İran-Suudi Arabistan arasında zaten netameli olan ilişkilerin gitgide gerilmesi sadece Yemen Sorunu’ndan mı kaynaklanıyor?Terörizmin bu kadar yaygınlaşıp günlük hayatın bir parçası haline gelmesinde mevcut yöneticilerin ABD taraftarı veya sempatizanı olmasının büyük etkisi yok mu sizce?Bölgede etnik ve dini gerginlikleri kaşıyarak savaş ortamının yaratılması varlıklarını kan akıtılmasına bağlamış savaş ağalarına yaramaktadır.Ülkelerinin iç problemlerine dışarıdan yazılan reçetelerle çare aramak bizdeki Demokratik Açılım çuvallamasını akla getiriyor.

Bölgesel Kürt Yönetimi’nin merkezi Irak hükümetine kafa tutmasını Süper Gücü arkasına almasına borçlu olduğunu hepimiz biliyoruz.Keza Suudi Arabistan,Ürdün gibi bölge ülkelerinin parçalanmış Ortadoğu siyasetinin gönülsüz taşeronu olduklarını da.Gönülsüzler çünkü iktidarlarını içeriden ziyade dış güçlere borçlular.Demokratik olmayan siyasi yapıları yüzünden Arap Yarımadası monarşileri varlıklarını ABD güdümüne bağlı kalmayı gerektirmiştir.

Orta Asya’ya gelirsek;Afganistan-Pakistan siyasetinde Taliban’ın güç kazanması yerelleştirilmiş savaşların Pakistan’nın Belücistan eyaletini ve kuzeyde Swat Vadisi’ni kaplayan toprakları ülkeden ayırmayı amaçlıyor. Afganistan’da Hamid Karzai’nin yolsuzluklarla bezenmiş iktidarı, Pakistan ordusunun kendisine karşı darbe yapacağı öne sürülen Devlet Başkanı Asif Ali Zerdari’nin zayıf yönetimi dini ve etnik çatışmaların vardığı boyutun göstergesi.İki ülkedeki Taliban unsurları ile El-Kaide örgütünün güçlerini arttırarak devam ettirmesi İran’ı kuşatma amaçlı plana destek olabilir.İstikrarsızlaştırılan Pakistan sayesinde Sünni Cundullah örgütü iç kargaşayla boğuşan İran için tehdit haline getirilmektedir.

Ortadoğu’da kanla yazılan Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP) sayesinde Türkiye, Demokratik Açılım adı altında makyajlanan cendereye sokulmaya çalışılıyor.Üstelik,PKK örgütünün nerede,nasıl yaşadığı tüm ayrıntılarıyla bilinip, Açılım nedeniyle sokaklara yayılan etnik milliyetçilik hareketinin iç çatışma tohumlarını beraberinde getireceği ortadayken.İçeride gitgide zayıflayan AKP iktidarının sözde darbe ve suikast girişimleri,aynı zamanda devlet kurumlarını karşısına alma bahasına keyfi yönetimini sürdürme çabaları ekonomik krizden üreyen siyasi krizi yönetmede başarısız kaldığının en önemli işareti bana kalırsa.Sakın sırada biz olmayalım?

Nabi Şensoy’un İstifası…

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Washington ziyaretinin ıslak cilalanmasının ardından Büyükelçi Nabi Şensoy görevinden istifa etti.Gelişmeler merkeze çekilmenin perde arkasını gösterecek.Rivayete göre istifasını Dışişleri Bakanı’na kendi ağzıyla söyleyen Şensoy,Beyaz Saray görüşmesinin 1+1 değil de 2+2 olmasını karşı tarafa iletmediği için Bakan’dan tepki görmüş. Zaten emekliliği yaklaşmış olan Büyükelçi,Bakan’a “Gerekirse beni görevden alın.” diyerek,konuyu kestirip atmış.

Bürokrasi ile iktidar arasındaki çatlak gitgide büyüyor.MİT Erzincan Bölge Başkanı ve iki arkadaşının tutuklanması,Kuvvet Komutanları’nın sorgulanması,Yargıtay dahil olmak üzere hakimlerin hukuksuz dinlenmesi, YÖK-Danıştay kavgası…ekonomik krizden doğan stresin bürokrasi üzerine boşalmasından kaynaklanıyor.Halk arasında varlık-yokluk ayrımının yarattığı fay hattı etnik kutuplaşma olarak hayat bulurken, sokaklarda büyüyen şiddet dalgası bireysel terörün üzerine artık siyasi kimliği giydirmiştir.

Olmayacak duaya amin deme aymazlığının kamu ve sivil hayattaki yansıması işte bu gibi gelişmeler.Bana kalırsa dış dünya tarafından pişirilip kotarılan Açılımlar süreci, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin Türkiye’deki ayaklarından sadece birisi.Sorunlarımızı çözme iradesi gösteremediğimiz için kendin çal kendin oyna türü yaklaşımların zararı şimdi ortaya çıkıyor. Aslında ekonomik ve siyasi bağımsızlığımızı tek taraflı tavizlerle hadım etmenin kavgasını yapıyoruz.AKP döneminde değişen tek şey ise sürüp giden bu yozlaşmanın toplum katmanının her yanına yayılması olarak duruyor.

Zaman su gibi akarken,çelişkiler daha hızlı.

GOP ile Açılım Kardeşliği…

Tokat,Reşadiye’de zamanı ve yeri oldukça tartışılır bir saldırı sonucu 7 askerimizi kaybettik.Görünen şu:Pusuyu kuran caniler katliamı incelikle hesaplayıp harekete geçmişler.Sisten ve dağlık araziden faydalanarak katliamı planlayanlar halen karanlıkta duruyor.DHKP-C, TİKKO ya da PKK her ne karın ağrısıysa bakalım hangisi bu adice işte yer aldı. Askerlerimizi gereken korumadan yoksun şekilde karakol dışına gönderenler hatalarını nasıl kapatacaklar? Savaş tamtamlarını çalmak soğukkanlılığımızı yitirdiğimizin en basit örneği olacak.Sakince düşünürsek bazı sonuçlara ulaşabiliriz.

1-Genişletilmiş Ortadoğu Projesi,Terörle Savaş ya da Medeniyetler İttifakı adı altında Ortadoğu ve Asya İslam ülkelerini parçalama yönünde adım adım ilerliyor.
2-Başbakanın 5 Kasım 2007 tarihinde, yani Dağlıca Saldırısı’ndan kısa bir süre sonra, gerçekleştirdiği ABD ziyareti sırasında bazı ilklere imza atıldı.Teröre karşı ABD destekli mücadele ve anlık istihbarat paylaşımı karşılığında Demokratik Açılım Türk Başbakanı’na teklif edildi.
3-Bu teklife balıklama atlayan Erdoğan düşürüldüğü tuzağın farkında değildi.Anlık istihbarat paylaşımı denilen kavram bize verilen bilginin anında PKK ile paylaşılmasını da içeriyordu.
4-Irak’taki ABD işgal gücü 1 Mart 2003 tezkeresinin reddinin ardından Türk Silahlı Kuvvetleri’ni o bölgede istemedi.
5-Bu sayede kurulan Kuzey Irak Kürt Yönetimi ile ABD dostluğu aynı zamanda PKK ve DTP arasındaki yakınlığı andıran ve Türkiye aleyhine kotarılan gelişmelere gebeydi.
6-Tek taraflı tavizlerin karşılığında etnik milliyetçiliğin azınlık hakları öne sürülerek kışkırtılması sokaktaki insanın kendi kimliğine sahip çıkmasına neden oldu.
7-İnsanları kimlik tartışmasına sokmakla psikolojik ayrılığın ilk tohumları siyasi iktidar tarafından kamuoyunun bilinçaltına atıldı.

Şimdi gelelim kirli istihbarat savaşlarının ekonomi-politik dildeki karşılığına.2001 ve 2008 Krizleri son 10 senede sokağı tüm şiddetiyle vurdu.Gelinen noktada bazı rakamların olumlu çıkmasına rağmen yaşanan derin darbenin toplumdaki yansıması etnik milliyetçilik kimliğinde tezahür eden varlık-yokluk kavgası oldu.Savaş dönemlerini andıran mutlak yoksulluk ve gelir adaletsizliği artık dayanılmaz noktaya varınca buna bir çözüm getiremeyenlerin eline Kürt Açılımı denilen bomba tutuşturuldu.Senaryonun her sayfasında yer alanlar,barış ve kardeşlik kavramlarını dile getirerek PKK’lılara kol kanat geren DTP ve figüranları, iktidarın ne yaptığını bilememesini çok iyi kullandılar.Yakın tarihin gözümüzün önünde yeniden canlanmasını sağlayan Demokratik Açılım başka devletlere taşeronluk yapanların acı sonunu da getirecek.Molla Mustafa Barzani ve oğlu Mesut Barzani bunun en güzel örneği.

Etnik çatışmanın hızla yaygınlaşma göstermesi gelinen safhada en tehlikeli konu.Bir an önce bu fikri ayrılığı gidermemiz lazım.Küresel paylaşım savaşı adı altında yedirilen din savaşları, uygulanan plan gereği saçma sapan adamların sandıktan çıkarak ceberrutluk gösterilerine neden oluyor.Dikkat edilmesi gereken zamanlardayız,bu işin şakası yok.Analar ağlamasın diye yola çıkanların yeni acılara sebep olmalarını önlemek gerekir.Yılan uykusundan uyanmıştır,geçen zamanın acısını çıkartacak gibi görünüyor.

Din Savaşlarının Ortasında İslam Ülkeleri…

7 şehidimizin yürek yakan acısıyla bilgisayarın başına oturdum.Yazmak istediklerim fazlasıyla duygu dolu,hamasetle örülü düşüncelerin dile getirilmesi olacaktı.Ekran başında yeterince gözyaşı döktüğüm için bu yazıyı okursanız içinizi burkmak değil amacım.Elbet şehitlerin intikamı alınır, bundan şüphe duymuyorum.

Gelelim küresel çaptaki resmin tasvirine:Haritada Çin’in Batı Yakası olan Sincan’dan tutun, Afganistan, Tacikistan,Kırgızistan,Pakistan,İran,Irak,Suriye,Türkiye,Filistin ve Mısır dahil Ortadoğu ve Orta Asya ülkeleri İslam nüfuzuna sahip kriz bölgeleri olarak adlandırılıyorlar.Sebebi? El cevap:Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Batı medeniyeti tarafından Komünist yayılma tehdit algılamasından çıkarıldı.Tek kutuplu dünyanın yöneticileri karşılarında devasa sorunlarına rağmen geriye tek bir yükselen güç buldular:İSLAMİYET…

Komplo teorisine başlayalım:CIA planlı 11 Eylül Saldırıları’nın hemen ardından Büyük Ortadoğu Projesi hayata geçirilmeye başlandı.2001 yılında El-Kaide ve Talibanı yok etmek amaçlı Afganistan ve 2003 yılında kitle imha silahları bahanesiyle Irak işgalleri.Bir yandan İsrail tarafından kuşatılan gettolaşmış Filistin,diğer yandan Taliban belasının diğer kurbanı Pakistan ve PKK terörüne mahkum kılınmış Türkiye…Sonradan Genişletilmiş Ortadoğu Projesi adını alan Yeni Dünya Düzeni uygulayıcıları bu süreçte komplolarına uygun isim arayışında idiler.Hüsnü Mübarek,Recep Tayyip Erdoğan,Hamid Karzai,Celal Talabani,Mesut Barzani,Kral Abdullah,Suud Ailesi ve diğerleri…

Ekonomisi çalkantı içerisine düşen müslüman ülkeler önce siyasi açıdan müdahaleye hazır hale getiriliyor, toplumsal yapının krizle çalkalanması sayesinde sahte gündemin perdesi gerçeğin önüne çekiliyordu.Yıkılışın ön bahanesi olarak ılımlı İslam deyimi kullanılıyor;demokratik gelişmeler,insan hakları,çoğulculuk…kandırmacaları sayesinde bunalımın ikiye ayırdığı sosyal doku bölünme yönünde teşvik ediliyordu.Sol siyasetin kökünün kazındığı, toplumsal muhalefetin terörize edilmiş şiddet hareketlerine dönüştürüldüğü post-modern zamanlar azınlıkların çoğunluklar üzerindeki hakimiyetini sağlamaktan başka bir amaç gütmemiştir.Bu süreçte yaşanan kültür ya da din savaşlarını Medeniyetler İttifakı yutturmacısıyla kotarmak işi oryantalist kurnazlıktan başka bir anlama gelmiyor.Münafıklığın müslümanlığa hakim olduğu ve dinin tek muhalif ideoloji haline getirildiği İslam ülkelerinde yöneticiler varlık sebeplerini halka değil Washington’a borçlu olmuşlardı.

Eski Sovyet Cumhuriyetleri’nde seçilen Soros yanlısı -yani ABD yanlısı- iktidarlar bir kenara bırakılır “Azeri-Ermeni çatışması ve Kafkasya’daki diğer kaos bölgeleri de dahil” Dünya yeniden şekillendirmenin ikinci aşamasını -Kayzer Obama Dönemi- yaşarken İran kadar hiçbiri ön planda değil.Nükleer silah üretme kapasitesine ulaşma ihtimali İran’ı,İsrail tarafından tehdit algılamasının birinci sırasına yerleştirmiştir.Haziran seçimlerine hile karıştırıldığı için muhalefetin Ahmedinejad-Khatemi yönetimine isyan etmesi ve Belujistan eyaletindeki ayrılıkçı terör komşumuz üzerindeki baskıyı arttırıyor.Son olarak 5+1’ler ve BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri Rusya ve Çin’in İran’ı UAEK denetimine uyma konusunda sıkıştırmaları gelecek gündemin bu ülkeyi içereceğinin kanıtı.

Tekrar etmek gerekirse kültür (din) savaşlarının hep müslüman periferisinde yaşanması ve bizim Açılım ahmaklığımız Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin doğal sonucu.ABD tarafından gerçekleştirilen Obama görünümlü Bush stratejisinin Dünya kaynaklarını paylaşmaktan öte anlamı var.Haçlı Seferleri’nden sonra şimdi de Medeniyetler İttifakı denilerek bu coğrafyaya saldırmak kanlı insanlık mazisine verilen bir ara dönem değil. Herşey daha yeni başlıyor.Küresel ekonomik krizin bile bu savaşta kaldıraç vazifesi gördüğü Yeni Dünya Düzeni bizlere daha fakir,daha muhafazakar,daha kin ve düşmanlıkla dolu bir insan malzemesi sunacak.Gözlerimizin gördüğünü unutmamak kaydıyla…

Sıra, Pakistan ve İran’da Mı?

Nobel Barış Ödüllü ABD Başkanı Obama, yeni Afganistan stratejisini açıkladı. 30 bin yeni ABD askerini ülkeye konuşlandırma amacında olan yeni politika Afgan ağası Karzai’ye koşulsuz desteği de sınırlandıracak. Askerlerin çekilme aşaması ise 2011 yılının Temmuz ayını buluyor. SSCB işgalinden sonra yaşanan iç savaş siyasi gücü parçalayıp -ABD-Pakistan istihbarat örgütlerince desteklenip semirtilen- El-Kaide-Taliban tarzı örgütlerin ülkeye hakim olmasına neden oldu.Bu süreçte savaş lordlarının ülkeyi ele geçirme mücadeleleri uyuşturucu ve suç gelirlerini paylaşma amacını taşımaktan öteye gitmedi.Olan zavallı, geri bırakılmış Afgan kardeşlerimize oldu.

11 Eylül Saldırıları’nın hemen ardından ABD ve müttefiklerinin El-Kaide ve Taliban’ı yok etmek için girişilen işgal hareketi şu ana kadar şeriatçı güçlerde bir gerileme yaratmadı.Üstelik dinci dediğimiz bu insanlar Afgan halkının kendisi.Irak’taki işgale direnen, terörist diye adlandırılan insanlarla aynı amacı taşıyorlar:Ülkelerini düşmandan temizlemek…

Son 30 senede iki süper gücün saldırısına maruz kalan Afganlıların dinden ve uyuşturucudan başka sarılacak dalları kaldı mı?Terörizmin kolayca yeşerdiği en uygun insan iklimine sahip olan ve Türkiye’nin doğusundan başlayıp İran, Pakistan, Afganistan üzerinden Çin diyarına kadar ulaşan ülkeler zinciri yokluğu hayatına katık etmiş durumda.Otoritenin sürekli baskı altında tuttuğu bu ülke halkları kendilerine uygulanan şiddeti terör refleksi sayesinde dışarıya yansıtıyorlar.

Türkiye,NATO ISAF Kabil Bölge Komutanlığı’nı Kasım 2009’den itibaren devraldı.Komutanlığı ülkemize vermelerinin amacı ortada;savaşacak asker temin etmek.Şu ana kadar askerimize silah doğrultulmaması Afganlıların bize olan muhabbetinden kaynaklanmıştır.Aynı sevginin devamını istiyorsak sadece imar,eğitim,sağlık gibi alanlarda çalışmaya devam etmeliyiz,çünkü savaş ağırlaşacak.ABD bugüne değin kendi çıkarları için NATO imkanlarını sonuna kadar kullandı, kullanmaya da devam edecek görünüyor.Başbakanın 7 Aralık tarihindeki Washington ziyaretinde de aynı konu ele alınacak.Cevabın olumsuz olacağına inanıyorum.

ABD, yeni Af-Pak stratejisinde iç savaş çıkarttığı iki ülkenin ardından sıraya İran’ı koydu.Ahmedinejad’ın nükleer tesislerini denetime açmama ve nükleer silah geliştirme inadı İran devletini hedef tahtası yapmıştır. Büyük Ortadoğu Projesi’nin gelip dayandığı aşama Ortadoğu ve Yakın Asya devletlerinin istikrarsızlaştırılarak parçalanmasına dayanıyor.Açılım sürecine bu açıdan bakıp küresel kaynaklı paylaşım kavgasının sokak çatışmaları hali olarak okursak bu dinamikle sıranın kime geldiğini tahmin edebiliriz.

Rusya-ABD-İsrail Üçgeninde İran…

haberler.com isimli web sitesinde 18 Eylül 2009 tarihinde yayımlanan bir haberde İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun BM toplantılarının hemen öncesinde gizlice yaptığı Moskova ziyaretine yer veriliyor.Bir hafta geriye dönüldüğünde ise http://www.türksam.org dış politika sitesinde Doç. Dr. Celalettin Yavuz tarafından yazılan makalede Artic Sea adlı yük gemisinin Ağustos ayı başlarında Manş Denizi’nde kimilerine göre Mossad tarafından kaçırılma olayı kaleme alınmış.İddialara göre İran için S-300 füzelerini taşıdığı söylenen gemiye Mossad ajanlarının baskın yapması sonucu İran’a teslim edilmesi planlanan füzeler Rusya’nın elinde kaldı.Hemen hemen aynı tarihlerde Karadeniz sahilindeki yazlık evinde Rusya Devlet Başkanı Medvedev ile İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres görüştüler.Konunun gizli kalan kısımlarından birisi füze teslimatının engellenmesi ise aşikar olan tarafı Rus dış politikasının ABD Füze Kalkanı projesinin rafa kaldırılması ile İran’a karşı makas değiştirmesi oldu.Bu değişimde İsrail devletinin ne kadar katkısı olabilir?

Ülkemizi de kapsayacak olan ABD’nin yeni füze kalkanı projesi bir yandan İran’ın olası bir İsrail ya da Avrupa! saldırısını engelleme amacı güttüğü kadar ülkemizi iki Körfez Savaşı’nda yaşandığı gibi yeniden hedef ülke haline getirdiğini ortaya çıkardı.İran’ın kitle imha silahlarına sahip olması amacıyla uranyum zenginleştirmesini engellemek için İsrail’in gelecek günlerde adı geçen ülkeye hava saldırısında bulunma ihtimali değişen Rus politikasından ve BM’de kabul edilen Nükleer Silahlanmayı Önleme Anlaşması ardından daha da güçlendi.1 Ekim tarihinde 5+1 ülkelerinin, İran ile nükleer tesislerini BM gözetimine açma toplantıları zaten sıcak olan Ortadoğu gündemini yakın günlerde çöl sıcağına çevirecek.

GOP kapsamında merkez ülke olan Türkiye devlerin denge oyununda adına ve gücüne yakışmayan bir acizlik sergilemekte.IMF anlaşmasına bağlanan taze kaynak umudu ile ekonomik istikrarının para babalarının iki dudağına bırakılması gerçeği açılımların sahte gündeminde yok kabul edilmemeli.Sınırlarımızın hemen ötesinde sadece stratejik çıkarlar değil medeniyetler savaş haline girebilirler.Bize düşen, Küresel Kriz’le birlikte yepyeni dengelerin kurulduğu coğrafyamızda kişisel ilişkilere ya da dostlar alışverişte görsün mantığına dayanan dış politikanın yerine tam bağımsız, Mustafa Kemal dönemi gibi bir dış politikaya ulaşma isteğini her fırsatta dile getirmektir. Söylediklerimizin soyut kavramlarla sınırlı kalmaması için ilk harekete geçen okumuş yazmışlarımız olmalı, değil mi?

Blackwater Şirketi…

ABD , Irak işgali boyunca güvenliği sadece kendi askerleri ile sağlamadı, bu süre zarfında özel güvenlik firmalarından da yararlandı. Bunların arasında en ünlüsü Blackwater isimli şirket. Irak halkının parasıyla tutulan ve Blackwater çatısı altında çalışan paralı katiller sürüsü 2007 yılında Bağdat’ta sadece bir olayda 17 sivili katlettiler.Bilinmeyen daha nice eylemleri şimdi gün ışığına çıkarılıyor. Der Spiegel dergisinin haberine göre , CIA bir dönem El-Kaide liderlerini öldürmek üzere anlaştığı Blackwater’a , Quantonamo üssündeki tutukluları taşımaları için de milyonlarca dolar ödemiş. Dönemin başkan yardımcısı olan Dick Cheney operasyondan haberdar ancak senatörler yakın zamanda bilgilendirilmişler.

Emperyalizmin oyunu çoktur,kirli işlerinde taşeron firma ya da dernekler kullanmak gibi yöntemler yeni duyulan icraatlarından değil. Düşünce kuruluşları, yardım dernekleri, dini cemaatler , ticari şirketler bu alanda CIA destekli boy gösterirler. Amerikan Lockhead firmasının rüşvet verdiği isimler arasında 12 Eylül generallerinden birisinin de adı geçiyordu. Şili’de Pinochet Darbesinin ardında Amerikan büyük sermayesi , Pentagon ve CIA ile birlikte anılıyor.Benim en çok kızdığım isimler ise kendi halklarına ihanet edenler.Ali Kemal gibi gazeteciler,Quisling ya da Damat Ferit gibi siyaset adamları tarih boyunca hep varolagelmişler.

Niye bunları anlatıyorum diye sorarsanız , el cevap: İktidar ve muhalefet Kürt Açılımı nedeniyle birbirlerine yakışıksız ithamlarda bulunuyorlar ve her iki tarafın da uzlaşmaya yanaşmaması ilişkileri kaygı verici hale getirdi. Önümüzde Irak gibi kanlı bir örnek varken , iç tartışmalara bu kadar zaman ayırmamız, enerjimizi acil çözülmesi gereken konulardan uzak tutmaktadır. Kendi ülkelerinde esir olan, öldürülen, mülteci yapılan Afgan, Filistinli, Iraklı insanlar bizlere hiç ibret olmuyorlar mı? Demokratik birliktelik içerisinde sorunlarımıza çözüm aramak,dış etkilerden bağımsız politikaları elbirliğiyle hayata geçirmek, adı ne olursa olsun bize ait olan konuları başkalarına ihale etmemek iç barışa giden yolda önemli yapı taşlarını oluşturuyor…

Yukarıda adını andığım Blackwater gibi şirketler bizlere para kazanmak için öldürülmesi gereken birer sürü gözüyle bakıyorlar. Medeniyetler İttifakı diyerek eş başkan olarak Tayyip Erdoğan’ı seçen zihniyet , bilinçaltında Haçlı Seferleri’nin sebebi olan ganimet edinmek ve İslam medeniyetini silmek amaçlarını yüzyıllardır yaşatmaktadır.Paranoyak davranmaktan ötesi sadece kriz bölgelerine bir göz gezdirmemiz yeterli kalır, nerede İslam dinine mensup insan varsa orada çatışma ve ölüm kol geziyor. Uykunuzu böldüm ise özür dilerim,bir sorum daha var Türkiye harita üzerinde tam olarak neredeydi?